Dünya bir inkılap bekliyor
İnançlar, kültürler, uygarlıklar, sanat eserleri, mimari şaheserler, tarihi eserler her şey; gelecek fırtınanın önünde diz çökmüş.
Ve bir hercümerç bekleniyor.
Birinin elinde, çaldığı hırsızlık malı suçüstü yakalıyorsunuz, inkâr ediyor “Hayır ben çalmadım” diyor.
Vefatından kısa bir süre önce rahmetli Cemil Meriç ile son röportajı ben yapmıştım. Konuşma o zamanlar yayın yönetmeni olduğum İlim ve Sanat dergisinde, ayrıca birçok kitapta da yayımlandı.
Kavramlar üzerine konuşmuştuk üstatla ve altını çizerek hep şunu söylemişti: “Kavramların içini boşalttılar, kalbura çevirdiler bütün kavramları…”
Cemil Meriç bunu 1987 yılında özellikle,1920 sonrası Türkiye’sini kastederek söylemişti.
Ben, Cemil Meriç’in vefatından beri 28 yıldır yaşıyorum ve gördüm ki bu süre içinde artık kelimelerin de içi boşaltıldı, hem de sadece Türkiye’de değil bütün dünyada.
Türkiye o zamanlar ideolojik sebeplerle boşaltmıştı kavramların içini. Oysa şimdi her şeyin tepetaklak olmasının sebebi, kelimelerin içlerinin boşaltılma sebebi inançların, kültür ve uygarlıkların gelecek fırtınanın önünde diz çökmelerinin sebebi para.
Hırs ve para öyle korkunç bir güç imparatorluğu kurmuş ki, bütün güçler onların önünde el pençe, bütün ülkeler ve o ülkelerin değerleri yerlerde sürünüyor.
İnsanlığın yüz bin yıllarca biriktirdiği kültürleri, inanç değerleri para karşısında; zalim bir hükümdar önünde ölüme mahkûm bir köle gibi titriyor. İçleri boş, boyunları bükük ve zavallı birer arkaik metalar gibi duruyor insanlığın değer yargıları.
Değer yargılarını ayakta tutmaya çalışan az sayıdaki kimi ülkeler, toplumlar ve kişilerin etrafı kuşatılıyor, tehdit ediliyor, baskı altına alınıyor, içeriden ve dışarıdan açıkça sopa gösteriliyor.
Fotoğraflar çok açık:
Bir yanda Gazze; 1950’lerden beri huzur yüzü görmedi, feryadı, figanı arşı alayı tuttu. Hepimiz, bütün bir ümmet adına, ümmetin ilk kıblesini ölümüne koruyan, zindanlarda, hücrelerde, işkencelerde sakat kalan, çürüyen, evleri başına yıkılan hayatları karartılan, sürülen insanlar var.
Gazze’nin hapislere düşmeyen ailesi, evi var mıdır?
diye bir araştırma yapılsa ne böyle bir ev, ne de böyle bir aile bulunamaz sanıyorum.
Şimdi böyle bir yerde, Gazze’de Cuma Hutbesi okuyan İmam Efendinin sağında Ay Yıldızlı bizim bayrağımız, solunda ve arka planda Filistin Bayrağı. İki ülkenin bayrakları arasında Hutbe okunuyor. Camii tıklım tıklım ağzına kadar dolu.
Peki neden?
Çünkü Türkiye, 70 yıldan beridir zulüm altında inleyen bu mazlumlara, yetimlere, öksüzlere sahip çıktı.
Top tüfek savaşa mı girdi, Filistin için?
hayır.
Onlar zaten ölmesini hepimizden daha iyi biliyor ve alnı açık başı dik, Mescid-i Aksa’nın bekçiliğini yapıyorlar. Ama Türkiye, onlara manen destek verdi, sizin yanınızdayız, dedi.
Sizin savaşınız, sizin kavganız, sizin değer yargılarınız bizim de savaşımız, bizim de kavgamız, bizimde değer yargılarımızdır dedi.
İkinci fotoğraf;
Burada da İran var.
1979 yılında, dünyanın en büyük halk devrimlerinden biri yapılıyor. Fransa’da küçük bir kasabada, mütevazı bir evde yaşayan bir imam doldurduğu kasetleri İran’a yolluyor ve bu kasetler elden ele dolaşıyor.
Önce yoksulların, kenar semtlerin, kimsesizlerin, mazlumların yaşadığı yerlerde dinleniyor, beğeniliyor. Sonra ülkenin en büyük şehirlerinde ve baş şehrinde, Tahran’da karşılık buluyor bu kasetler.
Bir yazar kitaplaştırdığı; devrim öncesi bu kasetlerin işlevlerini anlatırken hayretler içinde kaldığını söyler ve şöyle devam eder: ”… Binlerce kilometre uzaklarda, tâ Fransa’da yaşayan bir imam gönderdiği kasette şöyle diyor: akşam saat sekizde herkes balkonlarına çıksın ve beş dakika süre ile Allahu Ekber, Allahu Ekber diye bağırsın ve bu söylenenler aynen tatbik ediliyor.
Söylenen gün ve saatte şehrin balkonlarından Allahu Ekber sesleri yankılanıyor. Ve bu imam 1979 Şubatında tarihte eşi ender görülmüş bir şekilde, milyonlarca insanın katıldığı bir karşılama ile Tahran’a iniyor ve Ayetullah Humeyni’nin İslam Devrimi gerçekleşiyor.
Bu devrimle birlikte tüm dünya mazlumları büyük bir umuda kapılıyor. İslam Dünyasının ezilen halkları sevinç gözyaşlarına boğuluyor.
Aradan 36 yıl geçiyor. Bu 36 yıl insan ömründen değil İslam Devrimi yaşamış bir ülkenin üzerinden geçiyor yani insan ömrünün iki üç yılı gibi düşünün.
Bu ülkede yine bir İmam Hutbeye çıkıyor, ellerini açıyor ve Rusya’nın iyiliği, hayrı, zafer kazanması için dua ediyor. Peki, kime karşı zafer kazansın? Yıllarca kimliksiz bırakılmış, horlanmış mazlumlara karşı. Hama’da yurtları yuvaları yerle bir edilmiş yetimlere karşı.
O Rusya ki tarihinde; 1917 Ekim Devriminin öncesinde de, sonrasında da asla mazlumlara sahip çıkmamış, İslam’ı, İslam Dinine mensup olan herkesi ezmiş, sömürmüş, asimile etmiş ve hala da İslam beldelerini yakıyor, yıkıyor taş üstünde taş, baş üstünde baş bırakmıyor.
Dahası da var: 36 yıl önce İslam Devrimi yapmış, binlerce yıllık Şah’lar saltanatına son verip dünya mazlumlarına umut olmuş bu ülke 36 yıl aradan geçtikten sonra, dünya mazlumlarının sembolü haline gelmiş olan Gazze’ye sahip çıkan Türkiye’ye savaş açıyor. Tarihinin sayfalarında, milyonlarca Müslüman evladının kanı bulunan Rusya ile birlikte omuz omuza veriyor.
Bu bir çelişki değil, bu bir tufandır, bu insanoğlunun günümüz dünyasında ki akıllara durgunluk veren bir savrulmasıdır, bir dramı hatta bir trajedisidir.
İşte bu trajedi sebebiyledir ki yaşlı dünyamız paranın, hırs’ın ve nefs’in kapısında bütün değer yargıları ile diz çökmüştür.
Rahmetli Üstadın dediği gibi, evet: Dünya Bir İnkılap Bekliyor.
Ne mutlu, yeni bir Dünya Savaşı senaryolarının yazıldığı bu günlerde yalanın, hırs’ın ve nefsin tüm yıkıcılığına rağmen, değer yargılarını koruyarak ayakta kalıp savaşacak olanlara