Liderlik ve Erdoğan - 3
Ne denli “Tanrı Dağı Kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslüman” olduklarını söylerlerse söylesinler,
Milliyetçilik bir ırkın yani bir kavmin üzerinden yapıldığı sürece diğer kavimler kendisini dışlanmış hisseder, dolayısı ile lider adayı kitlelerin tümünü kucaklayamamış olur.
Oysa, bir liderin liderliğinden söz edebilmemiz için, kitlelerin büyük çoğunluğunu derinden etkileyen, heyecanlandıran, harekete geçiren, arkasından sürükleyen niteliklerinin olması gerekir.
Zaten Anadolu toprakları da buna müsait değildir yani Milliyetçilik ister sağcı milliyetçi olsun, ister solcu milliyetçi olsun, buradan yola çıkacak bir lider adayı da aynen yukarıda söylemeye çalıştığımız sol dünya görüşlü adaylar gibi, Anadolu toplum yapısının kılcal damarlarına nüfuz etmekten uzak kalır ve bu sebeple milliyetçi kesimlerden de gerçek manada lider çıkamaz.
Bugüne kadarki Milliyetçi partilere baktığımız zaman da bu durumu açıkça görmemiz mümkün.
Bu kesimin içinden çıkma ihtimali olan bir liderin de aldığı oylar itibari ile Türkiye'nin iç bölgelerinden ileriye geçemediğini, hele Doğu ve Güneydoğu'ya hiç yaklaşamadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Nitekim,
Milliyetçiliği Türk Irkı üzerinden yapan Milliyetçi Hareket Partisi, kurulduğu 1969 yılından bu tarafa, koalisyonlar haricinde hiç bir zaman tek başına iktidar olamamıştır.
MHP 1969 yılından 2016 yılına gelinceye kadar en büyük oy oranını 1999 yılında yapılan genel seçimlerde sağlamıştır.
DSP'nin ardından sonra, yaklaşık % 18 oy oranıyla ikinci parti olmuş ve koalisyonda ikinci ortak olarak yer almıştır.
Ancak, herkesin bildiği gibi bu seçimler de küresel bir mühendislik projesi olmuş ve Abdullah Öcalan Kenya'da ABD tarafından paketlenip Türkiye'ye teslim edilmiş ve ardından yapılan seçimler de projelendirildiği gibi olmuştur.
Milliyetçi oylar yükseltilip DSP-MHP- ANAP koalisyon hükümeti kurulmuştur.
Böylece, ister milliyetçi sağcı olsun, ister milliyetçi solcu olsun karizmatik bir liderin çıkma ihtimali bu iki kesimden de olmadı, bundan sonra da olmaz. Bu, ne bir temenni, ne de bir varsayımdır. Bu, hem tarihi hem de bilimsel bir gerçekliktir. Bu iki kesim liderliği Türkiye toplumsal yapısının çoğunluğunu kucaklayacak felsefik altyapıya sahip değildir.
Gövdenin üçüncü kısmına bakarsak, kabaca şu durumu görürüz; biraz milliyetçi ve sağcı muhafazakâr ama kahir ekseriyeti mütedeyyin olan bu kesim İmparatorluğun Cumhuriyetteki taşıyıcı sütunlarını oluşturur yani ana omurga, Anadoluluk damarı buradadır.
Doğal olarak lideri de, bu damarın besleyip ortaya çıkarmasını bekleyebiliriz.
Ve öyle de olmuştur.
Cumhuriyetin kuruluşunda baskılanan, örselenen, hırpalanan ve dışlanan bir kesim olmasına rağmen ayakta kalmış, değerlerine sahip çıkmaya çalışmış, tarihi misyonunu her hal ve şartta muhafaza etmiş olan bir kesimdir.
Cumhuriyet döneminde lider "sayılabilecek" ilk şahıs bu mütedeyyin kesimin içinden çıkmıştır.
Sayılabilecek dedim çünkü; medeniyet ve tarihi misyonuna sahip çıktığından dolayı baskı altına alınıp sindirilmeye çalışılan mütedeyyin kesim, serbest hareket etme kabiliyeti kazandığı 1950'deki ilk seçimlerde, kendi içinden liderini de çıkarmıştır ancak bu durum biraz da bir patlama şeklinde ortaya çıktığı için Menderes'in liderlik kabiliyetini görmekte zorlanırız.
Yani biz; O'nun etrafında toplanan halkın baskıdan kurtulma sebebiyle mi yoksa Menderes'in liderliğinin etkisiyle mi toplandığını anlamakta güçlük çekeriz.
Menderes'in hitabetine ve toplumun sosyolojisini kavramadaki vukufiyetine baktığımız zaman her iki sebebin de liderlikte önemli payları olduğunu görürüz.
Aynı şeyleri yine bu mütedeyyin kesimin içinden çıkıp önemli bir süre iktidarı elinde tutan ve Cumhurbaşkanlığına kadar yükselen Turgut Özal için de söyleyebiliriz.
O da bir askeri darbenin ardından yani baskılanmış halkın özgürleşme gayretinin ardından iktidara geldiğini görüyoruz. Ama Özal'ın iyi bir planlamacı teknokrat ve halkın nabzını tutmakta başarılı bir devlet adamı olduğunu, hitabetiyle de içinden çıktığı kesimi kucaklayıp harekete geçirdiğini unutmamak lazım.
Programı, kadrosu, ekonomik birikimi ve ana gövdenin kültürel kodlarına olan hâkimiyeti, ayrıca Özal'ın ileri görüşlü ve zeki olma özellikleri Onu iktidara taşıdı ama, tüm bunların liderlik için yeterli olduğunu söylemek oldukça zorlanmamızı gerektirir.
Demirel ise;
yine bu mütedeyyin camianın içinden çıkmış olmasına rağmen bu topluluğun temel reflekslerine uygun bir yaşantısı olmamıştır ancak bu kesimin duygularını kullanma konusunda yıllar içinde ciddi bir "ustalık" elde ederek kırk yıldan fazla siyasetin ve bu kesimin içinde kalmıştır.
Demirel; liderlik kabiliyetleri olmamasına rağmen, liderin başarılarına ulaşacak sonuçları elde etme konusunda oldukça önemli yetenekler geliştirmiş pragmatist bir siyasetçidir.
Bu sayede hem tek başına hem de koalisyonlarla uzun yıllar Türkiye siyasetinde önemli bir rol oynamış, sonunda da Cumhurbaşkanı olmayı başarmıştır.