Oruçlarımız da Yetim
Pazartesi ilk gündü
O gün sabah, karmakarışık duygular yaşıyordum; sevinç, hüzün, yorgunluk, bu karışıklığın en belirgin olanlarıydı.
Sevinçliydim çünkü, on iki ay boyunca “belki elimden tutar beni, şu çer çöp gailesi hayatımdan biraz uzaklaştırır” diye beklediğim aziz misafirim gelmişti.
Hüzünlüydüm çünkü, kanı deli yıllarımın en hızlı geçen günlerinde Bab-ı Ali yokuşunu çıkarken yol üstünde, tepeye yakın yerde bir büro vardı.
O büroda hem oturup dinlenir, hem de babayiğit Karadeniz delikanlısı bir adamdan öğüt, nasihat, yakın tarih hakikatleri dinlerdim.
Uğradığımda, eğer o gün büroda kendisi yoksa, eşi Aynur abla bulunurdu ve yeni çıkan Sebil Dergisini elden verirdi.
Dün öğrendim, o babayiğit delikanlı seksen altı yaşında vefat etmiş.
Yorgundum zira, malum rahatsızlık beni, yine yatırmış ve daha bir hafta önce, yoğun bakımdan çıkmıştım.
Kadir Mısıroğlu ağabey, bizim kuşak üzerinde emeği olan gözü pek, Mücahit bir adamdı.
Cenazesine gitmek üzere evden ayrıldım, Ümraniye çıkışında, Libadiye'ye doğru her taraf kilit.
Araçlar bir santim bile ilerlemiyor.
Aracın içinde, yolda beklerken ezanlar okundu, namazlar kılındı, ben hala on metre bile ilerleyemedim.
Uzun bir zaman sonra, Bağlarbaşı’ndan dolanarak geri döndüm.
Yolumun üzerinde, büyükçe bir Caminin yakınındaki sokak boyunca mahalle pazarı kurulmuş, hemen ilerideki AVM’nin önünde bir çöp konteynırı, yaya kaldırımında konteynıra dayanmış bir çocuk arabası var.
Dört tekerlekli arabanın iki çapraz tekerinin lastikleri yırtık, üzerindeki kirli çadırın yarısı sökülmüş, aralarından çocuğun yüzü görünüyor.
Yüzü, bir küçük sarı elma kadar olan çocuk uyuyor, arabasının içi serince, rahatı yerinde ve annesi hemen yanı başında, belli ki kendisine yiyecek bulmaya çalışıyor.
Anne kırk yaşlarında, esmerce, uzun boylu, tabanlarına kadar uzayan kahve rengi elbiseli, başı, üstündeki gülleri iyice solmuş yazma ile örtülü bir kadın.
Ne kaldırımdan geçen yayalar onları görüyor, ne de o, gelip geçenlerin farkında.
Yoldan vızır vızır geçip giden araçların açık camlarından dışarı sarkan bazı sürücülerin kolları, neredeyse, çöp konteynırına ve içinden yiyecekleri seçmeye çalışan kadına dokunarak geçecekler ama, hiç kimse bunu fark etmiyor.
Kadın, uzanıp çöpün içinden bir avuç çıkarıyor, yaya kaldırımındaki taşların üzerine koyuyor, çömeliyor; sakin, dikkatli ve alışkın.
Marul yapraklarını elbisesinin kolu ile temizleyerek, üst üste ve dikkatle diğer taşın üzerine seriyor, kiminin yarısı çürümüş, yeşermiş limonları yan yana koyuyor.
Taze fasulyeleri, ekmek parçalarını, elmaları, domatesleri, dolma biberleri, patlıcanları, armutları..içeriden çıkardığı her şeyi temizleyip, kendi cinsine göre yan yana diziyor.
İçeriden çıkarmaya çalıştığı birkaç tane çilek, çürüyüp sulandığı için elini taşın kenarına siliyor.
Arada bir, başını kaldırıp, kırık dökük arabasının içinde uyuyan çocuğuna bakıyor.
Onun dışında kadının; akıp giden zamandan, kalabalıktan, araç kornalarından, yandaki fırının önünde pide kuyruğuna girmiş olan insanlardan haberi yoktu.
On, on beş katlı binanın giriş kapısının hemen yanında, duvara yaslanıp onu izleyen iki nemli göz haricinde kimsenin de, kadından ve çocuktan haberi yoktu.
Her şey ve herkes birbirinin yanında, birbirinin içinde ve birbirine dokunup sürtünerek, birbirinden habersiz akıp gidiyor.
Ramazansa, Ramazan ayındayız.
Oruçsa, oruçluyuz.
İnsansa, insanız.
“Müslümanız” ya İşte ; kimliğimiz dişlerimizin arasında, alaylı alaylı sırıtan dudaklarımızın ortasında anlamsızlaşıyor.
Yani; “yağmurdan sonra sokaklar ortadan kalkmıyor”.
Yani; Vefat ederken bile evinde bir tek dirhem bırakmayan bir Peygamberin ümmetiyiz.
Olduğum yere mıhlanıp, kendime sordum : oruç tutan bunca insanlar olarak, milyarlık dairelerimizden, lüks arabalarımızdan, avrupai eşyalarımızdan, giysilerimizden, kozmetiklerimizden, yediklerimizden, içtiklerimizden, gezip harcadıklarımızdan birer lokma ayırıp üst üste koyup mahallemizde, köyümüzde, kasabamızda, şehrimizde çöplükten beslenen bu insanları arayıp, bulup onların karnını doyurmazsak, üstlerini giydirmezsek, barındırmazsak, bizim oruçlarımızın öte tarafta kıymeti nedir?
Etrafımızda ki insanlar çöplükten beslendikçe, bu tuttuğumuz oruçlar; düşmanlarımızın bize attığı bombalardan, nefislerimizin kibirli saldırısından bizi koruyabilir mi?
Koruyamaz.
Korumadığı, koruyamadığı da zaten belli.
Devlet değil, fert fert ayağa kalkıp, çevremizde örgütlenip, yokluğu, yoksulluğu yenmeliyiz.
İçimden bir ses, bu işi en iyi kadınlarımız yapar, dedi.
Güldüm.
Bu ülkede biz, güçlü kadın diye diye, kadını iş hayatına sürüp, kadında ki anneyi katlettik.
Osmanlı’da, bu ve benzeri faaliyetleri, kurdukları vakıfları aracılığı ile hep kadın gibi kadınlar yani, anneler yaparmış.
Anne olmayınca; sevgi, merhamet, aile, vefa, mahalle, komşuluk,
yardımlaşma ve fedakârlık da öldü.
Şimdi, oruçlarımız da yetim.
CÜMLEDEN CÜMLEYE....
Suret eskir, ayna kırılır, böyle değildi Nihâde’nin karanlığı.
Örtüsü ile kendisi arasına ancak dua giren âşıkların kâbesi gibi de değildi bu karanlık.
Boğucu ve azaltıcıydı.
Dünyevi olan her şeyin yüzü bu dünyaya bakarken, bir tek aşkın iki yönlü yaratıldığına inancım sonsuzdu oysa...
Nazan Bekiroğlu/ İsimle Ateş Arasında
Ferman Karaçam - Haber 7
-
vatansever 5 yıl önce Şikayet EtBenim aklım o kadında kaldı. Allah yar ve yardımcısı olsun. Bu ayda dahi çöpten yiyecek toplayan bir insanı görüyorsak gerçekten yazık bize, müslümanlığımıza, gerçektende oruçlarımızı da yetim bırakmışız haberimiz yık!Beğen Toplam 3 beğeni
-
İbrahim 5 yıl önce Şikayet Etİnsanın gelecek endişesi mal biriktirip evladı, ailesi için tedbir almaya sevkediyor. Belli bir yere kadar tamam belki hakkı var amma, ne kendisine ne sevdiklerine fayda edip etmeyeceği meçhul ve ihtiyaç fazlası malından muhtaçlara veremiyorsa o insan hamdır, ruhen sağlıklı değildir. Size de Allah rahatsızlığınıza şifa eylesin yazar bey..Beğen Toplam 5 beğeni
-
İsmail Ayan 5 yıl önce Şikayet EtSevgili dost öncelikle geçmiş olsun rabbim hayırlı şifalar versin. Yazınızı göz yaşları içinde okudum. Kalemine, yüreğine, gönlüne, ellerine sağlık teşekkürler... sağ ol var ol.Beğen Toplam 7 beğeni