#BirCoronÇinUygurMasalı- 3
Zalim Bilmez,
Zulmün de bir kaynama ve Patlaması noktası vardır..
Ölüm Her Yerde
Şu da var ki; zaman zaman Hamza Hoca’nın gözlerinde bir gölgelenme oluyor, kararıyor ve çocukları pek net seçemiyordu.
Tam da böyle anlarda kendinden geçiyordu.
Yine öyle oldu.
Aradan ne kadar bir vakit geçti, kestiremedi, gözlerini açtı beton zeminde bir yanı üzerinde yatıyordu.
Az ileride yer yer kanlarının pıhtılaştığını, mazgaldan sızan ince bir ışığın kan pıhtıları üzerinde belli, belirsiz görüntüler oluşturduğunu hatta, görüntülerle birlikte birtakım sesler, cızırtılar çıktığını fark etti.
Gördüklerinin ve işittiklerinin rüya olup olmadığını da bilemiyordu.
Bir insan uzun süre işkence görünce acı, yani, beyinden bedene yayılan acı, bir süre sonra ya baygın bırakıyor ya da, bedeni terk edip ruha yerleşiyor.
Şuur, hafıza ve irade bir kenarda durup ruhun acıyla karışık tatlı hallerini izliyorlar.
İşte böyle anlarda rüya, hayal ve gerçek de iç içe geçmiş durumdadır.
Hamza Hoca pıhtılaşmış kan üzerinde, kafası kıpkırmızı, boynundan kuyruğuna kadar her tarafı hatta, ayakları bile simsiyah olan Karga benzeri garip bir kuş çıktığını, kuşun konuştuğunu ve adının Corwir ( okunuşu korvir) olduğunu, bu kuşun tüylerinin tüyden ziyade güneşin hüzmeleri gibi olduğunu gördü.
Tam Corwir ile karşılıklı konuşmaya başlayacağı sırada demir kapı büyük bir gürültü ile açıldı, içeriye hışımla giren beş Çin askeri Hamza Hocayı rüyasından kopardılar.
Sadece rüyasından değil adeta, etlerini de kemiklerinden kopardılar.
Çünkü bu defa uyguladıkları işkencenin adı pek duyulmamıştı.
Bu işkenceler tam da “Çin İşkencesi” denen türden, insanı tamamen öldürmeye değil, hem yaşamaya, hem de acının zirvesine ulaştırmaya yönelik işkencelerdi.
Ne var ki Hamza Hoca, yapılan işkenceler, hangi tür olursa olsun artık hemen hemen hiç birini zaten pek hissetmiyordu.
Acı, çok büyük bir oranda beyinde kendini aşmış, bedenden ruha geçmişti.
Bu arada, bir yandan Çin’in içinde kamplarda ve dünyanın muhtelif yerlerinde benzeri zulüm ve İşkenceler; aç bırakarak, dondurarak, denizlerde sulara batırarak, bombalayarak, kurşunlayarak, evlerinden ve vatanlarından sürerek devam ederken, diğer taraftan da virüs, tüm hızıyla yayılmayı ve can almayı sürdürüyordu.
İlginç olan olaylardan biri de; Çin dışında, Avrupa başta olmak üzere tüm dünyada virüsün çok daha hızla yayılarak can almasıydı.
Hatta bir kısım “modern” denen Batılı ülkelerin sağlık sistemi çökmüştü.
Ölümlerin toplu olmasından ve cenaze sahiplerinin de korkularından dolayı dışarı çıkamadığı için sokak ve caddeler kokmaya başlamıştı.
Zaman zaman, emniyet ve belediye ekipleri kepçe ve kamyonlarla, askeri araçlarla bu ölüleri kaldırıp bilinmeyen yerlere götürüyor, bazı ülkeler de çoğunu fırınlarda yakıyorlardı ve sokakları tazyikli sularla yıkıyorlardı ama, sokak ve caddeler birkaç gün içinde yeniden cesetlerle doluyordu.
İnsanlar artık dünyanın her yerinde ölümü bekliyordu, ölüm de hızlı bir şekilde her ülkede, her ortamda yayılıyordu.
Kan, Corwir ve Şeytan
Söylenenlere bakılırsa, sadece, şehir merkezlerine çok uzak olan kırsal yerlerde, köy ve yaylalarda yaşayanlar bu virüsten bir parça uzak kalabiliyordu.
Gene de, gezegende, insan canlısının bulunduğu her ortamın bu felakete yakalanmış olması akıl sır erecek gibi değildi.
Sadece bunlara değil, Corwir’in Hamza Hoca’ya söylediklerine de akıl sır ermiyordu.
Askerler Hocanın hücresinde, o günkü “Çin İşkencelerini” uygulayarak Hoca’yı her zamanki gibi canlı cenaze halinde, demir kapıyı üstüne kilitleyip, kapıya bir nöbetçi bırakıp gittiler.
Hoca ve hücresi kanlar içindeydi.
Kan, kanı çağırdığı gibi kan, insanoğlunun bilmediği daha birçok şeyi de kapsıyordu.
Mesela, bu Corwir denen şey kandan besleniyordu.
O sebeple hücre kapısı kapanınca hemen Hoca’nın rüyasında/ hayalinde tekrar ortaya çıktı.
Hoca sordu:
-Kimsin sen, benim kanımın içinde işin ne?
-Ben Corwir’im, insan kanında ürerim, kan benim rahmimdir.
-Neden?
-Çünkü, Hak için, Yaratıcı için akıtılmayan her damla kanda zulüm vardır, senin kanın da zulümle akıtılıyor.
-Yani sen zulmün çocuğu musun?
-Evet, bir bakıma öyle de diyebilirsin; insan, yaşadığı gezegeni kanla yani, hırsla ve zulümle kirletip, kendisi için bir cehennem yaptı. Ben, işte o cehennemde, Yaratıcımın emri ile doğup büyüyen ve insanın kendi kendisine uygun gördüğü bir cezayım.
-Yani Şeytan gibi mi?
-Şeytan bizim atamızdır, biz kötülüğün aynasıyız, kötülük bizim rahmimizde vücut bulur, aynı zamanda, kötülük de bizim rahmimizdir yani, iç içeyiz onunla.
İnsanın içindeki azgınlığın gaz pedalı gibiyiz, atamız Şeytanın insana baş eğmediği günden beri izinliyiz, kıyamete kadar da izin belgemiz var.
-Peki, şimdi ne olacak?
-Bundan önce azan toplumların hali ne olduysa, o olacak yani, bundan sonra bu gezegende hiçbir şey eskisi gibi olamaz.
-Nasıl yani?
-Şöyle ki; Yaratıcı, tüm dünyayı insanın emrine, insanı da kendisinin emrine itaat için yarattı fakat, insanların çoğu bu sözleşmeyi bozdu ve biz devreye girdik.
-Niçin siz?
-Çünkü, yaratıcı iyi de, kötüyü de halk ediyor, insan hangisini isterse onu seçiyor. Şöyle düşün; bir markete giriyorsun, rafların bazılarında normal yiyecek, bazılarında da zehir var insanın, bizi yani, zehiri almasını teşvik ediyoruz ve hem de zehirliyoruz.
-Sen, neden benim kanımda ortaya çıktın.
-Bu senin kanın mı?
-Evet.
-Yanılıyorsun.
(Devam Edecek)
Ferman Karaçam - Haber 7