Üniversite Performansımız ...!
Geçen hafta, “2020 yılında Dünyanın En İyi İlk 500 Üniversitesi” sıralamasının listesi yayımlandı.
AA’dan aldığım bilgilere göre, aralarında ülkemizden ODTÜ, University Ranking by Academic Performance Laboratuarının da (URAP) bulunduğu 11 değerlendirme kuruluşunun yaptığı bu açıklamaya bakılırsa, Türkiye’den 9 üniversite dünyanın ilk 500 üniversitesi içerisinde yer aldı.
Buna göre: Hacettepe, Koç ve ODTÜ, 9 Üniversitemizin ilk üçü oldu.
Diğer taraftan; İTÜ, İstanbul Üniversitesi, Boğaziçi ve Bilkent 11 değerlendirme kuruluşunun ikisinde ilk 500 listesine,
Ege, Gazi, Bilkent ve Boğaziçi 11 değerlendirme listesinin onunda,
9 Eylül, Koç ve Erciyes 9 listede,
Atatürk, Marmara, Yıldız, Çukurova, Sabancı 8 listede,
Selçuk, Akdeniz, Osmangazi, Gebze Teknik, Anadolu Üniversiteleri ve İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü 7 listede kendilerine yer buldular.
Sevinelim mi?
Elbette üzülecek değiliz, ama ortada sevinilecek bir tablo yok.
Bu sonuçlardan sonra iki konunun altını çizmek isterim.
Birincisi:
Üniversite, Batı için başka, bizim eski Türkiye için başka manalar içeren, her iki dünya için de farklı farklı görev ve sorumlulukları olan bir kurum.
Batıda; bilgiyi üreten, bilgiyi dönüştürerek hayata yansıtan ve bilgiyi kendi dünya görüşleri kalıbında sömürdüğü ülkelere ihraç eden bir kurum.
Bizde ise; iyi bir işe girme, takım elbise giyip kravat takma, halka yukarılardan bakma, Milletin kafasına batıdan ihraç edilenleri enjekte etme acentesi.
Asya’ya, Ortadoğu’ya, Afrika’ya, Balkanlar’a ve eski Türkiye’nin bizdeki yöneticilerine bakın, hangi okullardan mezun olduklarını ve ülkelerini nasıl yönettiklerini görün, ne demek istediğimiz daha net anlaşılır.
Bizimkiler ırkçılığın, ideolojinin, ikna odalarının, laikliğin üretim ve dağıtım merkezi olarak çalıştılar yıllarca.
80 yıl boyunca Türkiye üniversiteleri amfilerde Türk, Rum, Ermeni çocuklarının kafataslarını ölçerek güya eğitim verdiler ve en sonunda ırkçılıkta o kadar ileri gitti ki, etki tepkiyi doğurdu ve Ankara Siyasaldan, nihayetinde bir Kürt ırkçısı Öcalan ve PKK çıkarıldı, neredeyse yarım asırdır Türkiye bununla uğraşıyor.
İkinci söyleyeceğim de şu:
Dünyada her şey çok hızlı değişiyor.
Uzun zamandır Üniversitenin de niteliği, görev ve sorumlulukları değişti.
Üniversiteler artık sadece bilimle, eğitim ve öğretimle uğraşmıyor.
Üniversiteler kapalı kutu, kendi mağarasına kapanmış münzevi kurumlar olmaktan çıktı.
Üniversiteler toplumla, bulunduğu bölge ile, şehirle içli dışlı olmaya başladı.
Bulunduğu bölgenin ve şehrin; kültürü, sanatı, sporu, müziği, ziraatı, tarımı, endemik bitkisi, sebzesi, meyvesi, yeraltı ve yerüstü tüm zenginlikleri üniversitelerin konusudur artık.
Değişen dünyanın en değerli değişkeni budur: bilginin toplumla buluşması.
Bu sebeple, son yıllarda Anadolu’nun en ücra ilçe ve şehirlerine yayılan üniversite ve yüksekokullar otuz, kırk yıl sonra toplumsal kalkınma, refah ve ilerlememizin en önemli motoru olacaktır.
Bu değişimi göremeyen ve 1920’lerin -30’ların kafası ile konuşan bir takım siyasetçiler, Üniversiteleri sadece uluslararası dergilerde yayınladıkları makale sayısı ve atıf sayısı ile değerlendirip kurulan yeni üniversiteleri küçümsüyor, onların birer lise olduğunu ileri sürüyorlar.
San ki, İÜ, Oxford, İTÜ, ODTÜ...ilk kurulduklarında birer lise değilmiş gibi..!
Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ı; Bu kurumlardaki değişim ve dönüşümü erken gören bir lider olduğu için ve Türkiye’nin her bölgesine yeni Üniversiteler kurup yaygınlaştırmasındaki ısrarlı tutumu için kutluyorum.
Öte yandan OECD (2007) tarafından hazırlanan bir raporda, üniversitelerin yerel gelişmedeki rolü ve bu kurumların, sürdürülebilir kentsel kalkınmaya ve sosyal hayata uyumu ele alınmıştır.
Daha da önemlisi yine 2007 yılında Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK) “Yükseköğretim Stratejisi’nde “bilhassa geri kalmış bölgelerde yer alan üniversitelerin bir tür kentsel kalkınma ajansı haline gelmeleri, kentsel gelişmenin etkili birer aktörü ve yol göstericisi olmaları, toplumun güçsüz kesimlerinin haklarının savunulmasını ve yaşam kalitelerinin geliştirilmesini sağlayacak faaliyetler içinde yer almaları gerektiğini vurgulanmıştır”.
Bütün bunlardan şunu anlıyoruz: Değişen dünya şartları Üniversitelerin de eğitim, öğretim ve bilim gibi geleneksel rollerine ikinci ve çok önemli bir görev daha eklemiştir.
Bu görevi de, Anadolu’nun “geri bırakılmış” bölgelerinde yeni kurulan Üniversiteler, üç-beş yıllık olmalarına rağmen eski ve ünlü Üniversitelerimize göre daha hızlı, aktif ve etkili yapmaktadırlar.
Gün geçtikçe bu yeni üniversitelerin kadroları oturacak ve sanayiden tarıma, kültürden spora, savunmadan eğitime Türkiye’nin toplam kalkınmasında ana dinamo olacaklardır.
Zamanla, ilk 500 ve 1000 anlayışı da tamamen değişecek; toplum kalkınması, yararı, refahı daha bir öne çıkacak, yeni Üniversitelerimiz de ilk sıralarda yerlerini alacaktır.
Ferman Karaçam - Haber 7
fermankaracam@gmail.com
fermankaracam@twitter.com
twitter.com/fermankaracam
facebook.com/fermankaracam
-
Ben de haklıyım 3 yıl önce Şikayet EtYeni kurulan üniversitelerin en önemli sorunlarından biri fazla ders ve idari görev yüküdür. Bilimsel araştırma yapabilmek için bu yüklerin eski üniversiteler düzeyine indirilmesi gerekir. 30-40 kişilik kadrosu olan bölümlere karşın aynı bölümler yeni üniversitelerde 3-5 kişi ile yürütülmeye çalışılıyor. Norm kadro uygulamasının bu gerçekler göz önüne alınarak güncellenmesi lazım.Beğen Toplam 4 beğeni