Kulağın Üstüne Yatınca ...
Aile ve kadın konusuna Cumhurbaşkanımızın çok önem verdiğini biliyoruz.
Geçmiş yıllarda birkaç kez spesifik olarak bu konuya değindi ve bir defasında da, “Eğitim, gençlik, kültür ve aile konularında yeteri kadar başarı sağlayamadık.” demişti.
Konu ile alakalı olarak, uzun zamandan beri, bu abdi aciz kardeşiniz de on taneye yakın yazı kaleme almışım.
Türkiye’nin bazı kalemleri de konuyu yazdılar ve yazmaya devam ediyorlar, ediyoruz.
Çünkü ailemizin yapısında ciddi bir dejenerasyon var ve bu durum katlanarak sürüyor.
Buradaki sorunlarımızı muhalefet de biliyor ve görüyor, ayrıca, seçimlerde hanımlarımızın tercihlerinin ne kadar değerli olduğunun da herkes farkında.
Onun içindir ki Kılıçdaroğlu yakınlarda “Aile Destekleri Sigortası” başlığı altında bu konuyu yeniden gündeme getirdi.
Halbuki hükümet, iktidar olduğu süre içerisinde şu ya da bu biçimde kadın, aile, özürlü ve çocuk yardımları bakımından yani sosyal yardımlarda gerçekten son derece cömert davranmıştır.
AK PARTİ ve CHP’nin karşılıklı olarak birbirini rol çalmakla suçladığı bu önemli konu ile ilgili yazdığım son yazımın kısa bir bölümünü bazı ufak değişikliklerle yeniden sunmak mecburiyetinde kaldım.
Çünkü hala ilgililer kulak üstüne yatmaya devam ediyorlar.
Umarım, bir an önce uyanırlar da; millet olarak üzerine titrediğimiz, güçlü dayanışma ve yardımlaşma kültürüne sahip olması ile övündüğümüz sağlam aile yapımız, artık gerçekten ufalanıp dağılmaktan kurtulur.
Fakat bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de giderek artan kadına şiddet hepimizi derin derin düşündürüyor.
Türkiye’de “Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu”
(KCDP) tarafından yaptırılan bir araştırmanın sonuçlarına bakınca, cinayetlerdeki yükselen grafik ürkütücü boyutlardadır.
Mesela 2008 yılında 80 kadın cinayete kurban giderken; 2011’de 121, 2013’de 237, 2015’de 303, 2017’de 409, 2019’da 474...
Bundan sonraki süreçte ne yazık ki şiddetin periyodu daha da yükseliyor.
2020 yılında 527, 2021 yılında ise 497 kadın Türkiye’de cinayete kurban gitmiş.
Peki, bakanlık olarak veya genel anlamda devletin tedbir alma konusunda bir zaafı mı var ki, cinayetler bütün bu tedbirlere rağmen giderek artıyor?
Hayır, tam tersine, gerek aile bakanlığı ve gerekse devlet, bütün kurum ve kuruluşları ile kadın ve aileye önem veriyorlar.
Hatta, anayasada kadınlara pozitif ayrımcılık uygulayan ender ülkelerden birisiyiz.
Gelişmiş batılı ülkeler kadınlara hangi hak ve yetkileri vermişlerse bu yetkilerin hepsi farklı şekillerde bizde de var.
Öyle ise neden, devlet olarak kadınları bu kadar önemsediğimiz halde, anayasa ve yasalarımızda hak ve hukukları konusunda hiçbir eksiğimiz olmadığı halde ve bunca emniyet tedbirine rağmen, kadınlarımızın cinayete kurban gitmesini engelleyemiyoruz?
Cinayetler niçin bu kadar hızlı artıyor?
Çünkü yöntem yanlış.
Çünkü bu konuya yaklaşım hatalı.
Çünkü gömleğin ilk düğmesini yanlış ilikliyorsunuz ve arkası da yanlış geliyor.
Çünkü başından beri bakanlık kadına ve aileye batı tarzı bir anlayışla yaklaşıyor.
Şu sıralarda pek seslendirilmiyor , fakat sürekli “güçlü kadın” mottosu ile dile getirildiği halde hem bizde ve hem de örnek alınan ülkelerde durum hiç de iç açıcı değil.
Mesela meclislerinde kadın milletvekili sayısı %30’un üzerinde olan iki ülkeye bakalım:
Birinci ülke, nüfusu 10 milyonun biraz üzerinde ve kişi başına milli geliri 50 bin dolarlarda olan İsveç’in meclisinde kadın milletvekili sayısı %40 civarlarında seyretmektedir.
AB İstatistik Ofisi’nin (Eurostat) verilerine göre kadın çalışma oranı ise %80,2 ile AB ülkeleri arasında ilk sıradadır.
Yani İsveç sözüm ona tam manasıyla bir “güçlü kadın” ülkesidir.
Peki bu ülkede kadına şiddet ne durumda?
Bizim bakanlığın bakışına göre bu ülkede kadına şiddetin adı bile olmamalı.
Öyle mi, değil mi bakalım..!
2020 yılı İsveç resmi kurumlarına yansıyan bilgilere göre 16.461 adet kadına karşı şiddet vakası var, bir önceki yıla göre ise bu sayı %15.4’lük artış göstermiş.
Aslında İsveç’te artan şiddet ve cinayetler konusunda Ulusal Kadın Sığınakları Örgütü Roks’un Başkanı Jenny Vesterstrand’ın şu cümlesi konuyu özetliyor: “Son yıllarda kadına şiddeti konuşmaktan toplum olarak yorgun düştük.”
Ortalama iki tane İzmir büyüklüğünde olan ve bir bakıma feminist yönetimlerin iktidar olduğu İsveç’te personel alımından, ceza artırımına, polisiye tedbirlerden, koruma ve uzaklaştırma yöntemlerine kadar onlarca tedbire rağmen dünyanın en müreffeh ülkesi olarak bilinen İsveç’te, kadına şiddetin önüne geçilemiyor.
İkinci ülke, kadın milletvekili oranı %40 ve yasalarında cinsiyetin açıklanması bile yasak olan Finlandiya’ya bakalım:
Uluslararası Af Örgütü, yayımladığı bir raporda, Finlandiya’da her yıl 50 bin civarında kadının cinsel şiddete uğradığını açıkladı.
Örgüt, bu ülkede gerek ölümle, gerek ölümsüz sonuçlanan kadına şiddet oranlarının giderek yükseldiğine dikkat çekerek, önlemlerin arttırılmasını istedi.
Ayrıca bu konularda onlarca rapor var.
Son olarak 28 AB üyesi ülkede yapılan bir araştırmayı kısaltarak alalım.
15 yaş ve üzerindeki kadınların şiddete maruz kalma oranları şöyle:
Danimarka: %52, Finlandiya: %47, İsveç: %46, Hollanda: %45, Almanya: %35, İngiltere: %44, Fransa: %44.
Ayrıca bir süre önce Belçika devleti, “Kadınlar için evler artık saatli bomba oldu, kadınları kurtaralım.” diyerek, sığınma evi olarak bir otel zinciri ile anlaşma yaptı.
Yani yukarıdaki birkaç örnekten anlaşılacağı üzere, ülkelerin refah seviyeleri, kadın çalışma oranlarının fazlalığı, kadın yönetici veya temsilci oranlarındaki yükseklik, kadınların şiddete maruz kalmalarının önüne geçemiyor.
Üzücü olan şu ki, Türkiye’de de son yıllarda şiddet katlanarak büyüdü.
Öyle ise bizim Aile Bakanlığımızın kadına ve aileye bakışını tez zamanda değiştirmesi zorunludur.
Eğer Kadına ve aileye manevi değerleri yüksek “ anne” odaklı bakmaya başlarsak , hem sorunu çözmeye ve hem de dünyaya örnek olmaya başlarız.
İlk adım olarak bu ülkede annelik, üstün bir “değer” kabul edilecek ve kızlarımız iş kadını olarak değil, anne olarak eğitilecek ve her kadına evlendiği ilk günden itibaren asgari ücretin belli bir kısmı kadar maaş bağlanacak ve çamaşır, yemek, ütü, bulaşık, temizlik, çocuk bakımı, emzirme vb. ev işlerinin tümü resmen “iş” olarak kabul edilecek.
İkincisi, Türkiye’nin her yıl giderek yaşlandığını gören Başkan Erdoğan’ın da dile getirdiği gibi, üçüncü çocuğu yapan bütün anneler, evlendiği günden başlatılmak üzere SGK kapsamına alınacak ve maaşları da Türkiye’deki resmi asgari ücretin yarısı kadar olacak.
Bir ya da iki çocukta kalanlar, sadece asgari ücretin çok daha azını almaya devam edecek, SGK ve maaş artışı da olmayacak.
Şimdi bana diyeceksiniz ki, “Türkiye gibi enerjide dışa bağımlı bir ülke, yaklaşık 14 milyon dolayındaki ev kadını için bu yükü nasıl taşır?”
İşte cevabım: Türkiye’deki sosyal yardımlar müreffeh batı ülkelerinin bazılarında bile yok, fakat çok dağınıktır.
Benim hesabıma göre 49 kalem sosyal yardım yapılıyor, bunların %93’ünden fazlası kadın ve çocuklarla ilgilidir, bunlar bir araya toplanmalıdır.
Ayrıca 14 milyon ev kadınının önemli bir kısmı 3 çocuk yapmadığı, büyük bir bölümü de yukarıdaki 49 kalem içinde bulunduğundan dolayı ve bir kısmı da zaten SGK- BAĞKUR kapsamında olduğu için sayı oldukça düşmektedir.
Şimdi gelelim, bu teklifim uygulanırsa ne olur kısmına:
1- Kadınlarımız gerçekten güçlü, özgür ve bağımsız olurlar; eşlerinin, babalarının, annelerinin ve evlatlarının eline bakmazlar.
Başları dik ve gerçekten “anne” olmanın maddi ve manevi hazzına varırlar.
2- Tarlada, bağda ve çayırda çalışan kadınımızın da bir vasfı olur ve kendilerine güvenleri artacağı için bilgi edinmeye yönelirler, işlerini bu bilgiye dayalı yaparlar.
3- Böylelikle Türkiye, ciddi bir sorun olan yaşlanma sorununu çok doğal bir şekilde çözmüş olacaktır.
4- Tüm sosyal yardımlar ‘anne’ odaklı güç eliyle ulaşacağı için toplumda kadına, dolayısıyla anneye karşı saygı artacaktır.
5- Okuyan veya medeniyetimizde örneklerinin görüldüğü gibi vakıflar kurarak, dernekler yöneterek bilgi, beceri ve birikim sahibi olan kadınlarımız bu bilgi, beceri ve birikimlerini sadece banka ve şirketler için değil, tüm ülke için seferber etmiş olacaklar, ekonomiye katkıları katlanarak artacaktır.
6- Anneler çocuklarına daha kaliteli ve uzun vakit ayıracakları için yeni nesiller gelişmiş ülkelerle yarışta çok ciddi başarılar sağlayacaktır.
7- 2023 seçimleri hiç zorlanmadan aşılacak ve yine kadınlar bu iktidarı daha kalıcı ve minnettar olacakları bir şekilde yeniden iktidara taşıyacaklardır.
Bana ulaşan bilgilere göre eğer bu haklar verilirse, boşanma sayısındaki artışlardan kaygı duyuluyor.
Elbette bu verilen hakları layıkıyla kullananlar olduğu gibi, istismar edenler de olacaktır.
Zaten devlet de bu durumlarda varlığını gösterecek, istismarların önüne geçmek için, verilen hakların geri alınmasına kadar gidecek yasal önlemleri alacaktır.
Seçimler yaklaştıkça, partiler arasındaki mücadelenin özellikle kadın ve aile üzerinde daha bir yoğunlaşacağına şahit olacağız.
Ferman Karaçam
YouTube: www.youtube.com/c/FermanKaraçam
İnstagram: www.instagram.com/fermankaracam
Facebook: www.fb.com/karacamferman
Twitter: www.twitter.com/fermankaracam
Web Sitesi: www.fermankaracam.com
-
fert 2 yıl önce Şikayet EtTespitleriniz doğru ancak çözüm yöntemlerinize katılmıyorum daha ahlaki değerler ön plana geçmeli. Bence aile deki tek kazancın yetebileceği rakamlar telaffuz edilebilir.Bu aile içi görev ve sorumluluk alanlarını belirler.Çalışan bir çok kadınımızında sorumlulukları gereği evlilik sonrası o kadar istekli görünmüyorlar. Aile reisine verilen maddi katkı dahada artırılabilir.Buda sizin bazı önerilerinizdeki olabilecek suistimallerin önüne geçer diye düşünüyorum.Beğen Toplam 3 beğeni
-
Rafet 2 yıl önce Şikayet EtBaştan söylemiş olayım, ne olduysa özgür kadın söyleminden feminist ve sapkın düşüncelerin ailenin içine kadar sokulmasından kaynaklanıyor. Bunun büyük bir kısmı da devlet televizyonlarında yayınlanan film, dizi vb gibi enstrümanların maksadı aşan, kimin eli kimin cebinde belli olmayan insanları yoldan çıkaran batıl ve batıcı kafasından kaynaklanıyor. Ailede hangi özgürlükten bahsediyorsunuz, aile ve evlilik kavramları baştan sona sorumluluklar silsilesidir. Kadını ve erkeği bu manada eğitmek yerine kadına karşı pozitif ayırım işi çözmediği gibi işi daha da batırmaktadır. İşin elbette bir ekonomik boyutu var ama eğitimin doğru uçlarını yakalamadan 3 asgari ücret de verseniz nafile.Beğen Toplam 1 beğeni
-
Mehmet Doğan 2 yıl önce Şikayet EtDeğerli Üstadım, tesbitlerinize katılıyorum. Ancak ahlaki değerler manzumesini içselleştirmeyen bir aile yapısı problemlidir. Yıkıntı devam eder. Saygılarımı sunarım.Beğen Toplam 5 beğeni
-
1453 2 yıl önce Şikayet EtOsmanlıyı Osmanlı yapan ayakta tutan kurumlar devrimlerle yok edildi, batılı eğitim sistemi ve laiklik yüzünden İslamı ne öğrenebildik ne öğretebildik, perişan halimizin kısa özeti budur, çare İSLAM !..Beğen Toplam 8 beğeni
-
Yavuz Sultan Selim 2 yıl önce Şikayet EtKem aletle kemalat olmaz derler, batıyı her konuda örnek aldık, teknolojik konularda tamam, yalnız maalesef biz batının iyi mi kötü mü diye araştırmadan her şeyini kabul ettik, batı hristiyanlığa direkt girmemiş onu bozmuş kendine uydurmuş putperestlikle karıştırarak ortaya bir ucube çıkarmıştır, bunun sonucu olarak aile ahlak vs. konularda yozlaşma kokuşma ve çürümüşlükle batı asırlarca soykırım sömürgecilik vs. canavarlıklar yapmağa devam etmektedir, kültür emperyalizmiyle sinema medya sosyal medya ile bizim çocuklarımızı ve gençlerimi zehirlemektedir, acil tedbir alınmalıdır !..Beğen Toplam 12 beğeni