12 Eylül Unutulmaz
12 Eylül 1980 yılında yapılan askeri darbenin üzerinden neredeyse yarım yüzyıl geçmiş.
Bir gün önce, ABD’nin; “ Türkiye’de bizim çocuklar başardı” dediği darbenin 42. yıldönümüydü.
12 Eylül Darbesi, eski Türkiye’de her on yılda bir defa yapılan darbeler dizisinin en kanlı olanlarından birisidir.
Darbenin generali Kenan Evren’in, “Bir sağdan, bir soldan” diyerek çocuk yaştaki insanları bile astığı o darbenin sonucunda nice ocaklar sönmüş, nice yuvalar dağılmış, nice insanlar işlerinden atılmış ve niceleri de yapılan işkenceler sonucunda sakat kalmıştı.
Bizim kuşak 12 Eylül darbesini iliklerine kadar yaşadı.
Benim de en acı hatıralarım arasında yer alan bu darbe sonucunda yaşadıklarım, üzerinden bunca zaman geçmesine rağmen hala capcanlı olarak, yerli yerinde duruyor.
Diğerleri bir yana, fakat Diyarbakır Askeri Cezaevi’nde yedek subay olarak askerliğimi yaparken yaşadığım bazı travmalar ruh sağlığımı bozdu ve kırk yıldan beridir hala o olayların olumsuz tesirini üzerimden atamadım.
12 Eylül Darbesi olduğunda üniversite son sınıfta birkaç dersten beklemeli öğrenciydim.
Beş-altı arkadaşımla birlikte ‘Vahdet’ adında aylık bir dergi çıkarıyorduk. Derginin sahibi Fuat Sağıroğlu, yayın yönetmeni ben, yazı işleri müdürü de Ahmet Kara idi.
Daha 13 Eylül sabahı olmadan Erzurum'un ne kadar ağzı laf yapan, eli kalem tutan hocası ve öğrencisi varsa herkesi toplamaya başladılar.
Bir kısmımız kaçtık, yazı işleri müdürümüz rahmetli Ahmet Kara’yı daha yeni Nevşehir'e öğretmen olarak atanmışken yakalayıp, orada hapse attılar.
Hocalarımıza ve birçok arkadaşımıza Karskapı Mahbes’inde ve Erzurum'un rutubeti ile meşhur bodrumlarında tarifsiz işkenceler yaptılar. Kimi arkadaşımız da okullarını yarım bırakıp yurt dışına kaçtı.
MTTB (Milli Türk Talebe Birliği) ve Akıncılar Grubu olarak sokak olaylarından tamamen uzak durduğumuz halde, terörist muamelesi gördük.
Merhum Ahmet Kara kardeşimiz bir yıldan fazla hapis yattı ve memuriyetten men edildi.
O güne kadar içlerinde yazılarımın ve şiirlerimin de yer aldığı çok sayıda dergi ve gazete kayınvalidemin evindeydi.
Darbenin duyulduğu anda rahmetli kayınvalidem hepsini sobaya atıp yakmıştı. Bunu öğrendiğimde hafızası silinmiş bir yaratık benzeri aylarca "ruh gibi" dolaştım.
Zaman zaman yiyeceğinden, içeceğinden kısarak öğrencilik hayatında kitap almanın nasıl bir şey olduğunu ve onların sobaya atılarak yakıldığını duyunca insanın nasıl dağıldığını uzun uzun anlatmayacağım. Bunu ancak, yaşayanlar bilir.
Okul bittikten sonra 1983 yılında asker oldum.
Tuzla Piyade Okulu’nda torbadan “Diyarbakır Askeri Ceza ve Tevkif Evi, İç Emniyet Bölük Komutanlığı emrine” yazısı ile kur’a çektim.
Farkına varmadan, hiçbir bilgi sahibi olmadan dünyanın en büyük zulümlerinin işlendiği hapishanelerinden birine gelmiştim.
Ben gittiğimde cezaevinde isyan vardı ve Kenan Evren Darbesi’nin üzerinden üç yıl geçmişti.
Ümraniye'de bir halk otobüsünde bıçaklanarak öldürülen Yüzbaşı Esat Oktay Yıldıran'ın, inanılması güç işkence hikâyeleri anlatılıyordu cezaevinde ve hala izleri de yaşıyordu.
Öyle sanıyorum ki, insanın insana yaptığı kötülüklere tanıklık etmek, elinden bir şey gelmeden o kötülükleri izlemek, izleyenin ruhunda ve vicdanında tedavi edilemeyen ağır hasarlar, yaralar bırakıyor.
Ne yazık ki ben de bu ağır yaralarla uzun zaman yaşayan biriyim.
Diyarbakır sözcüğünün geçtiği her cümle yıllardır ciğerlerimdeki o iyileşmeyen ve kabuk tutmayan yaralara kıymık gibi batıp, geçmektedir.
Daha önce, Mardin Milletvekili Orhan Miroğlu’nun başkanlığını yaptığı TBMM İnsan Hakları Komisyonu’nda da birçoğunu anlattığım acı hatıralarımdan sadece bir tanesini buraya alacağım.
Cezaevinde haftada iki gün görüş yaptırılıyordu: Çarşamba ve Cuma.
Görüş günlerinde sık sık askerlerle mahkûmlar arasında sorunlar yaşanıyordu. En büyük sorun, ziyarete gelenler arasındaki yaşlı insanların Türkçe bilmemesiydi.
Zira 1982’de yapılan darbe anayasasının, ifade hürriyetini düzenleyen 26. maddesinin, basın hürriyetini düzenleyen 28. maddesinin 2. fıkrasında ve daha sonra 1983’te yapılan kanunla tamamen yasaklanan Kürtçe’yi konuşturmuyorlardı.
Ziyaretler asteğmenler nezaretinde yapılıyordu ve o sırada cezaevinde bulunan toplam beş asteğmen, kendi aramızda bu sorunu yazılı olmayan şöyle bir yöntemle Cezaevi idaresine pek fazla fark ettirmeden çözüyorduk: Mahkûmun görüş yaptığı iç emniyet tarafındaki mahkûm kabinine, mahkûmun yanına Kürtçe bilen bir asker, dışarıdan da ziyaretçinin kabinine Kürtçe bilen başka bir asker koyuyorduk ve çok zor durumlarda birkaç kelime konuşturarak, ziyaretçi ile mahkûm arasında kısmi bir iletişim sağlıyorduk.
Cezaevi idaresi bu yönteme fazla ses çıkarmıyordu ama bu işi ben biraz abartmış(!) olacağım ki bir gün bir sarı zarf aldım.
O meşhur yarım sayfalık ince parşömen kâğıtta şunlar yazıyordu:
“İhtar: Sayın Piyade Atğm. Ferman Karaçam ..... tarihinde sorumluluğunuzda yapılan ziyaret esnasında Türkçe’nin dışında başka bir dilde görüşme yaptırdığınız tespit edilmiştir.
Tekrarı halinde ilgili yönetmelikler gereğince hakkınızda işlem yapılacaktır. Bilgi edinmenizi…”
Bu kâğıdı katlayıp cebime koydum. Aradan bir iki hafta geçmişti. Cumhurbaşkanı Kenan Evren Diyarbakır'ın, yanlış hatırlamıyorsam Dicle İlçesi’nde bir ilkokulu ziyaret etti, 4. ve 5. sınıflarda birkaç çocuğa okuma yaptırdı. Çocuklar, muhtemelen bir cumhurbaşkanı karşısında heyecanlandılar ve metinleri doğru okuyamadılar.
Bunun üzerine darbenin kahramanı(!) okullarda Türkçe’nin yeterince öğretilemediği için esti, gürledi, Ankara'ya döndü.
Bu olayın ardından birkaç gün sonra tüm cezaevinde Kürtçe konuşmak kat-i surette(!) yasaklandı.
İşte bu kat'i surette yasağın konulduğu günlerden birinde ziyaret yaptırıyordum. Koğuşlardan birinin görüşmesinin başlamasından iki-üç dakika sonra dışarıdaki ziyaretçi koridorunda ansızın feryatlar, çığlıklar koptu.
Tam o sırada, askerlerden biri yanında 25-30 yaşlarındaki mahkûmla birlikte, iç emniyetten sorumlu olarak ziyaret yaptırdığım için, mahkûmun benimle görüşmek istediğini söyleyerek yanıma yaklaştılar.
Genç mahkûm şunları anlattı: "Ben Hakkâri'nin Uzundere ilçesindenim.
Bir tek felçli ve yatalak annemden başka yakınım yok, evimiz de merkeze çok uzakta.
Burada dört yıldır yatıyorum, annem ziyaretime hiç gelmemiştir.
Yakın köylüler buraya gelirken anamı da alıp gelmişler. Yalnız, bu son Kürtçe yasağından sonra bizim oralarda ailelerimize, hapistekilerin, yani bizlerin dillerini TC dağladı, demişler. Şimdi, anneme dilimi gösterip, Türkçe olarak, yalan söylemişler, sizi kandırmışlar, dilim sağlamdır diyorum, fakat Kürtçe konuşamadığım için annem bana inanmıyor, ağlayıp üstünü başını yırtıyor.
Müsaade edin, birkaç kelime Kürtçe söyleyip durumu anlatayım."
Bu sırada dışarıdaki koridorda üç-beş kişinin zapt edemediği yaşlı kadın tırnakları ile yüzünü kanlar içinde bırakmış, saçlarını yolmaya çalışıyor ve feryadı çıktığı kadar bağırıp ağlıyordu.
Bu canlı, insanlık dışı trajedi karşısında kendimi güçlükle zapt edip cebimdeki kâğıdı genç mahkûma uzattım. Okudu ve bir anda geriye döndü, arkadan yumruklarını sıktığını ve duvara doğru koştuğunu gördüm...
Aradan bunca yıl geçmiş, hala, şu anda bile, bunun ötesini ne hatırlayacak, ne de yazacak takat bulamıyorum kendimde.
Kenan Evren ve arkadaşları bu ülkenin binlerce gencinin katilidir.
Yüzlerce defa diriltilip tekrar tekrar öldürülseler sadece yaralarımız tazelenir.
Aslolan ise öbür taraftır.
Şair de soruyor ya, "Siz nereye kaçarsınız/emek alından boşalır/söz yürürlüğe girer/ konuşmaya başlarsa kitap..?
İşte bütün mesele de burada: Kitap konuşmaya başlayınca nereye gidecek zalimler..?
Ferman Karaçam
YouTube : youtube.com/c/FermanKaracam
Twitter : twitter.com/fermankaracam
Instagram : instagram.com/fermankaracam
Facebook : facebook.com/karacamferman
E-mail : fermankaracam@gmail.com
Web Sitesi : fermankaracam.com
-
Zekeriya hayır 2 yıl önce Şikayet EtO cezaevi 1984 ilk pkk katliamı ile başlayan ve güya bitirilen asala yerine iqame edilecek olan yurt içi asala olacak olan pkk için tohumların ekildiği fidanlıktı.. Hâlâ fitne zakkumları yetişen fidanlık.. (our boys have done this)Beğen Toplam 3 beğeni
-
Zekeriya hayır 2 yıl önce Şikayet EtZalimler için yaşasın cehennemBeğen Toplam 5 beğeni
-
Muhammet Özdemir 2 yıl önce Şikayet EtFerman Bey, Orada yaşadıklarınızı mutlaka, ama mutlaka bütün detaylarıyla yazmalısınız. Siz yazın ki, bir daha aynı acılar tekrar etmesin. Kaleminize ve yüreğinize sağlık. SelamlarBeğen Toplam 8 beğeni