Erdoğan Muhalifi Olacağım, Söz
Yakın arkadaşlarım uyarı üstüne uyarı yapıyorlar.
“Yahu kardeşim ne işin var senin siyasetle, sen kültür adamısın, şairsin, yazılarını kültür, sanat ve edebiyat üzerine yap, uğraşma bu işlerle”.
Doğru söylüyorlar.
Doğru söylüyorlar da ben bu memlekette beni, yakınlarımı ve arkadaşlarımı hırpalayan, kitaplarımı yaktıran, hapse atan, süründüren darbeler yaşadım.
28 Şubat zulümleri yaşadım.
Gölcük depremi üzerine, okumak için Sakarya’dan getirip İstanbul’da bir liseye yazdırdığım çocuklardan biri başörtüsünü açmadığı için okula müfettiş yollayıp, velisi olarak beni cezalandırmakla ve çocuğun okuduğu okulu kapatmakla tehdit ettiren iktidarlar yaşadım.
Çocuktan; diğer arkadaşları gibi onun da başını açması istenince çocuk: okul müdürüne, müfettişe ve bana doğru, kesik kesik hıçkırıklarla, gözlerinden çenesine doğru süzülen çağlayan gibi gözyaşlarıyla dönerek: “Ama başımı açarsam aynaya baktığımda kendimi tanıyamam ki, kendimi tanıyamadan bundan sonra nasıl yaşarım ben”?
Dediğindeki kahrolmaları ben yaşadım, biz; sen, ben, o, hepimiz yaşadık.
Bütün bunları tarihin o lanetli çöplüğüne gömen bir iktidarı ve onun liderini nasıl unutabilirim, ben?
Ve ondan önceki zalim iktidarların yeniden gelip bu millete katmerli zulümler yaşatmaması için nasıl, nasıl yazmam ben?
Pekâlâ, ben böyle düşünüyorum da kızının bir üst makama ataması, oğlunun tayini, yeğeninin falan kurumdaki işi, kendisinin vekilliği olmadı ve her seçim öncesi TIR’larla deniz kıyılarına, sokaklara atılan domates, sarımsak ve soğanın fiyatı arttı diye hafızamı silip, yok edip ben de azılı bir Erdoğan muhalifi mi olayım?
Eğer onun ardından iktidara gelecek olanların bu memleketi yine bir milyar dolar için Batının IMF kapılarında dilenci yapmayacaklarına emin olsam inanın ki, olacağım.
Ama, biliyorum, inanıyorum ve görüyorum ki, Erdoğan giderse gelenler, Erdoğan'ı mumla aratacaklar.
Tıpkı; Sait Halim Paşaların, Rıza Tevfiklerin, koskoca Osmanlı parçalandıktan sonra Abdülhamid’in ardından: “Neredesin şevketlimmmm…(..) Bizmişiz sana iftira atan, ...(..)” diye feryat, figan ettikleri gibi.
Bunca Erdoğan düşmanlığının bence asıl sebebi çok başka.
Erdoğan’dan önce bu memleketi paylaşıp, sırtlanlar gibi her biri bir tarafından çekiştirip yiyordu.
Yiyerek semirdikleri için de sesleri çıkmıyordu.
Şimdi, çarklarına çomak sokulunca, çarkları dönmeyince her biri bir yandan, sinsi sinsi toplumun çeşitli kesimlerini kışkırtıyorlar.
Kışkırtıyorlar ki, altılı, yedili kumpaslarla yeniden devletin iliğini sömürsünler.
Sömürsünler ki; yollar, viyadükler, tüneller, hastaneler, İHA’lar, SİHA’lar, metrolar, dünyanın en uzun su kanalları, en uzun köprüleri, deniz altından kara yolları, demir yolları, adalet sarayları, hızlı trenler, milli tanklar, fırkateynler, uçaklar, arabalar, dünyada benzeri olmayan jet motorlu İnsansız SİHA donanımlı TCG gemileri yapılamasın.
Sömürsünler ki, Türkiye; Somali’den, Libya’dan, Kosova'dan, Arnavutluk'tan, Kıbrıs'tan, Suriye’den, Irak’tan, Bosna’dan, Azerbaycan’dan, Katar’dan, Afganistan’dan, Lübnan’dan, Mali’den askerini çeksin, üslerini kapatsın.
Sömürsünler ki: Türkiye, mazlumlara yardım yapan, dünyadaki en büyük güç olmasın, Gölcük depreminde olduğu gibi, deprem için gelen paralara muhtaç duruma düşsün, memur ve emekli maaşları yardım için gelen paralarla ödensin.
Çalışanların ücretlerinden kesilen (KEY) paraların üstüne çöküp, Erdoğan’a ödetilsin.
İsterseniz gelin, birkaç örnekle gizlendikleri inlerden Erdoğan’a iftira üstüne iftira attırıp, yeniden soygun tezgâhı kurmayı hayal edenlerden sadece birkaçını hatırlayalım:
YABANCILARIN ELİNDEKİ İSTİHBARAT
Bir ülke hakkında çok şey yazabilir, söyleyebilirsiniz ama, o ülkenin istihbaratı milli değilse, diğerlerini sıralayıp zahmet etmek boşunadır.
Bizim ülkemizin durumu böyleydi.
İttihat Terakki, Sultan Abdülhamid’i tahttan indirince ülkemizin istihbaratını da Almanlara teslim etmişti.
Konu ile ilgili kitaplar; İstanbul’un Teşvikiye semtinde oturan, ahlak dışı yaşantısı ile ünlü Alman Kontes Pletenberg‘in, o dönem Türkiye'si için (!) çalıştığını yazmaktadır.
Ardından İngilizlere, daha sonra da İngilizler eliyle Amerika’nın CIA’sine teslim edilmiştir istihbaratımız.
İşte o zamanın İstihbarat Başkan Yardımcısı Sabahattin Savaşman’ın dedikleri:
“Teşkilatın kullandığı bütün teknik malzemeler CIA tarafından temin edilmiştir. Birçok personel Amerikalılar tarafından yurtdışındaki kurslarda eğitilmiş, teşkilat binası CIA tarafından kurulmuş, eğitmenleri CIA sağlamıştır. (...) Personel yıllardan beri CIA gibi çalışmaktadır”.
Zamanın Dışişleri Bakanı İ. Sabri Çağlayangil de şunları demiştir: Amerika’nın CIA teşkilatı ile MİT birbirine göbekten bağlıydı, maaşlar da CIA tarafından ödeniyordu”.
Ayrıca kendi gözlerimle görüp, kulaklarımla şahit olduğum da şudur: 1983 yılında, yani darbeden üç yıl sonra CIA, MOSSAD ve MİT ajanları sekiz on kişilik grup halinde, Şeyh Said’i astıkları söylenen civarın Diyarbakır Orduevinin bahçesindeki büyük çınar ağacının dibinde oluşturulan “küçük meyhanedeki” buzlu viski ve şarapları içerek güneydoğuda geceleri Kürt vatandaşlarımıza yaptıkları zulüm, işkence ve yok etmeleri birbirine kahkahalarla anlatıp, sabaha doğru da orduevinde yatıp uyumuşlardır.
Türkiye’nin istihbaratı Erdoğan’ın Liderliğinde yani, Hakan Fidan’la birlikte, Abdülhamit zamanındaki, Kuşçubaşı Eşreflerin elinde olduğu gibi yeniden millileşmiştir.
Bu dönemde MİT; Amerika’nın kendisi, rahatça dinlesin diye yaptırdığı, Türkiye’deki tüm darbelerin planlandığı kevgir gibi binasından Erdoğan’ın yaptırdığı “Kale” adındaki yeni binasına taşınmıştır.
2014 yılında da 2937 sayılı MİT kanununda yapılan bir değişiklikle, MİT’in sadece içeriye dönük olan yüzü, küresel çapta operasyon yapma kabiliyetine kavuşturulmuştur.
Bugün MİT, dünyanın birçok yerindeki Türkiye düşmanlarını kulağından tutup getirmekte veyahut bulunduğu yerde öldürmektedir.
ASKERİ BÜROKRASİDE SALTANAT:
Yurt dışından silah, mühimmat, uçak, tank ve helikopter gibi son derece ciddi paralar tutan ihaleler üzerinden, çok büyük vurgunlar yapıp, yedi sülalesine yetecek saltanat kurmuşlardı.
Ege ve Akdeniz sahillerindeki villalarda kimlerin oturduğunu ve bunların, seçimlerde de kimlere oy verdiğini incelerseniz konuyu da anlamaya başlarsınız.
Bu konu için sadece bir, iki örnek hatırlatacağım:
1976’da Lockheed-Martin’in yeminli denetçisi, ABD Senatosu’na verdiği ifadede, şirketin uçak satabilmek için Hollanda, Japonya, İtalya ve Türkiye’de askeri yetkililere rüşvet verdiğini söylemişti. Bunun üzerine TBMM’de bir komisyon kuruldu ve bu komisyon, şirketin, Eylül 1975’te deprem felaketine uğrayan Lice’de bir okul yaptırması için dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Emin Alpkaya’ya 30 bin dolar verdiğini ortaya çıkardı.
Alpkaya, “konudan Genelkurmay Başkanı Semih Sancar’ın haberi var” demişti.
Ancak Genelkurmay Başkanı Semih Sancar bunu reddetti.
Sonuçta, Lockheed’in Türkiye Temsilcisi Altay Kolektif Şirketi’nin, yani, aracı şirketin sahibi Nezih Dural, rüşvet suçundan tutuklandı ve konuyu sümenin altına ittiler.
Başka bir rüşvet skandalı ise, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra patlak vermişti.
Türkiye’ye satılan F-16 uçaklarının üreticisi olan Lockheed General Dynamics’in Başkan Yardımcısı Takis Veliotis, 1985 yılında ihale için Türkiye’ye 23 milyon dolar rüşvet verdiklerini itiraf etmişti.
Daha sonra Yunan asıllı ABD vatandaşı Takis Veliotis, rüşvet verdiği bu kişinin Hava kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya olduğunu açıklamıştı.
Ancak Reha Muhtar’ın Inter Star’daki Ateş Hattı programının söz konusu bölümü yayınlattırılmadı.
Bunun üzerine programın yapımcısı olan Reha Muhtar istifa etmişti.
Bu olayı da böylece kapattılar.
Haa sahi az kalsın sormayı unutuyordum...!
Hani, uzun boylu, hafifçe kambur, “sözde değil özde...” diyen bir Genelkurmay başkanımız vardı.
Erdoğan başbakanken, onunla Dolmabahçe’de bir görüşme yapmıştı.
O görüşmeden sonra generalimizin ağzını bıçak açmadı.
Erdoğan da dedi ki: “Kendisi açıklamazsa, bu sır benimle mezara gider”.
Şu Erdoğan da sır küpü be kardeşim...!
Bu sıralar şehir şehir dolaşıp, açılışlar yapıp milletten oy isteyeceğinize, oturun koltuğunuza, siz gelmeden önce memleketi soyanların listesini yayınlayın ve diğer sırların da yüzde beşini anlatın millete, alın, en az yüzde 70 zahmetsiz oy.
Ama olmuyor.
Fatih’in, Kanuni’nin, Yavuz’un torunu bir devlet adamı olunca olmuyor, olmuyor.
Siyasi cenahta yapılan yolsuzluklar üzerine ise, ciltlerce kitap, makale ve haber yazılmıştır.
Daha önce milim milim hesaplamıştım; eski Türkiye’de kurulan koalisyon hükümetleri 18 ay süreyle iktidarda kalıyordu.
Biz diyelim iki yıl.
1977’deki Güneş Motel rezaletini ise unutamayız.
Adalet Partisinden, CHP’ye geçerek bakan olan, Gümrük ve Tekel Bakanı Tuncay Mataracı’nın hapse atılması olayı mesela.
O zamanın CHP’li İstanbul İ.B.B. Başkanı olan Aytekin Kotil’in organizesiyle Florya'daki Güneş Motel’de yapılan 10 vekilin AP’den CHP’ye bakan olma karşılığında transferi dışında koalisyonlar döneminde çok sayıda siyasi vurgun yapılmıştı.
Yargıda yapılan rüşvet ve yolsuzlukları, medyanın devletten aldığı kredileri yüksek faizle tekrar devlete satmalarını, hayali ihracatları, vekillerin ve bakanların bir buçuk, iki yıllık süre içinde bitecek saltanatından dolayı kısa süre içinde yapılan adli vurgunlardan pay aldıkları, rektör ve sözde ilim insanlarıyla birlikte cübbelerini giyerek sokağa çıkıp darbeci generallerin önünde eğildikleri zamanları ne çabuk unutuyoruz?
SSK Hastanelerinde elinde çantasıyla kapı kapı dolaşıp doktorlara rüşvet dağıtarak ilaç pazarlayanları.
Sendika ağalarının, İstanbul’a köprüler yapılmasın diye sokaklara döktüğü gariban işçiler üzerinden, çiftliklere sahip oldukları zamanları unutmak nasıl bir şeydir, izahı var mı bunların?
Hastanelerden ölüsünü almak için para ödeyemeyen ve bir kenarda diz üstü çöküp gözyaşı döken yoksullar ile, başı örtülü olduğu için torununun askeriyedeki törenini dikenli teller ardında hıçkırıklarla izleyen ninelerin fotoğrafı bu ülkede çekilmemiş miydi?
Türkiye’nin daha dününde yaşanan bunun gibi binlerce zulüm, işkence, vurgun ve talanlara imza atanlar, o vurgunların paralarıyla kudurdukları mecralardan ve mahfillerden Erdoğan’a kin ve nefret kusuyorlar bugün.
Tamam, biz susalım.
Elbette biz kul olduğumuz için zaten bir gün susacağız ve bizden kurtulacaklar.
Fakat “Onlar sanıyorlar ki, bizden kurtulsalar mesele kalmayacak.
Halbuki bizden kurtulsalar vicdan azabından kurtulamayacaklar,
Vicdan azabından kurtulsalar, tarihin azabından kurtulamayacaklar.
Tarihin azabından kurtulsalar, Allah'ın gazabından kurtulamayacaklar.”
Ferman Karaçam - Haber7
YouTube : youtube.com/c/FermanKaracam
Twitter : twitter.com/fermankaracam
Instagram : instagram.com/fermankaracam
Facebook : facebook.com/karacamferman
E-mail : fermankaracam@gmail.com
Web Sitesi : fermankaracam.com
-
Recep Özkale 1 yıl önce Şikayet EtAnlayana güzel bir haturlatmaBeğen Toplam 1 beğeni
-
Recep Özkale 1 yıl önce Şikayet EtAnlayana hersey söylenmiş. Allah razı olsun. Kişi sevdiğiyle beraberdir.VesselamBeğen Toplam 1 beğeni
-
Ali Baltürk 1 yıl önce Şikayet EtAnlamak isteyene daha ne yazmalı,hepsi doğru benim yaşım bunları kapsıyor,ağzına sağlıkBeğen Toplam 1 beğeni
-
Akb 1 yıl önce Şikayet EtEline gönlüne saglikOkudum bir daha okudum.Bayagi bilgiler var.Beğen Toplam 4 beğeni
-
653853116 1 yıl önce Şikayet EtSalamun aleikum hocamBeğen Toplam 1 beğeni