Tarihimizin En Büyük İhaneti
Üç gün önce, şehitlerimizi rahmetle, ihaneti lanetle anarak, bir 15 Temmuz'un yedinci yılını daha geride bıraktık.
Türkiye ve milletimiz o gün eşi ve benzeri görülmemiş bir ihanete uğradı.
Yaklaşık yarım asır, dış kaynaklı istihbarat örgütünün emri ile asker, yargı ve emniyet içinde sinsice yuvalanan hainler Türkiye’yi acımasızca bombaladılar.
Fakat unutmayalım ki; tarihi yazanlar kalemlerine hile karıştırabilirler ama tarihi yapanların kalemlerinin boyası kanlarından olduğu için, tarih yapanların, asla hilesine hurdasına rastlanmamıştır.
Miladi iki bin on altı yılının on beş Temmuz'unda Türkiye'de, bir tek gecede, binlerce ciltlik kitaba sığmayacak çapta, bir tarih yapılmıştır.
Bu tarihi milletimiz yapmıştır.
Sıcak ve nemli bir on beş Temmuz akşamı, yavaş yavaş kendisini on altı Temmuz gecesinin karanlıklarının kollarına bırakırken, İstanbul ve Ankara başta olmak üzere bütün Türkiye, büyük bir ihanete sahne oldu.
Şairin Bu şehr-İstanbul ki bî misl-ü bahâdır / Bir sengine yekpâre Acem mülkü fedâdır..." dediği İstanbul'un surları, Dolmabahçe Sarayı ve Sultan Abdülhamid'in eşi ve çocukları ile birlikte kendisinden koparılarak Selanik'e sürüldüğü Yıldız Sarayı, tepelerden bakarak bir büyük ihanete daha şahitlik yapacaklardı.
Beylerbeyi Sarayı ise daha hüzünlüydü.
Büyük Sultan'ın gözlerini kapatıp hayata veda ederken, koca Osmanlının paramparça edildiğini gördüğü ve kahrolduğu bu saray yeni bir parçalanmaya daha tanık olacaktı.
Sultan Abdülhamit'in ruhu, Beylerbeyi'nin hemen yanındaki Boğaz Köprüsünün üstünde yol kesen tankların ihaneti karşısında titreyecek ve çırpınacaktı.
Çünkü düşmanı tanıyordu.
Düşman hangi kılıkla gelirse gelsin, hangi şer odağının taktiğini kullanırsa kullansın, her zaman aynı amacı taşıyordu;
Bölmek, daha küçük parçalara ayırmak ve sömürüsünü devam ettirmek.
Düşman, koca Osmanlı'yı ve ümmeti onlarca parçaya ayırmış her bir parçası üzerinde bir asırdır hâkimiyetini sürdürüyordu ama bu yetmiyordu düşmana, daha ufak ve kolay yutulabilir, elverişli lokmalar haline getirmek istiyordu.
Bu defa olabildiğince sinsi, daha planlı ve ustaca yaklaşmıştı.
Başta askeriye olmak üzere, yıllar içinde devletin bünyesine yerleşmiş ve bütün kurumlarına sızmış, beynine oturmuştu.
Askeriyenin içinde general seviyesine kadar yükselen düşman, o gece, emrindeki askerleri de alarak, tanklarla birlikte meydanlara çıkmış, savaş uçakları ve helikopterleri ile Türkiye'nin semalarını ele geçirmiş ve gök yüzünü yırtarcasına uçuyor, Türkiye'nin üstüne bombalar yağdırıyordu.
Düşman yamandı.
Düşman kuduruyordu ve düşman insafsızdı.
Düşman daha fazla bölmek, bir daha asla ayağa kalkamayacak küçük parçalara ayırmak istiyordu Türkiye'yi.
Düşman kahpe ve oyun büyüktü.
Temmuz on altısının zifiri karanlığını parçalayan uçak sesleri, bombaların alevleriyle ışılıyordu.
İstanbul Boğazı’nın lacivert parıltılı deniz suları ay ışığına dalmış, gecenin derin uykularının kollarına kendisini bırakmak üzereyken, tam o sırada belki de uzaklardan, tâ Akdeniz içlerinden, bir gemi güvertesinden
"Ya Allah" diye dümene sarılan bir Barbaros Hayreddin haykırışı suları uykusundan kopardı.
Ve Türkiye'nin minarelerinden Allahuekber sesleri yükselmeye başladı.
İşte o an Sultan Abdülhamid'in ruhu Yıldız Sarayı’ndan, Sultan Alparslan'ın ruhu Malazgirt'ten, Genç Osman'ın sesi Bağdat'tan , Yavuz Sultan Selim'in sesi Kahire'den, Mehmet Fatih'in sesi İstanbul'dan , Kanuni Sultan Süleyman'ın sesi Mohaç'tan, Selahaddin Eyyubi'nin sesi Kudüs'ten, Gazi Osman Paşa'nın sesi Plevne'den, Nene Hatun'un sesi Erzurum'dan, Rahmiye Hatun'un sesi Adana'dan, Seyit Onbaşı’nın sesi Çanakkale'den, Fahreddin Paşa'nın sesi Medine'den ... ve nihayet yiğitlerin Serdar'ı Hazreti Ali'nin sesi Hayber'den, Mekke'den... Anadolu'nun ve Trakya'nın bütün şehirlerine; İstanbul'a, Ankara'ya, İzmir'e, Konya'ya, Bursa'ya, Diyarıbekir'e, Anteb'e, Maraş'a, Kayseri'ye, Trabzon'a , Edirne'ye ve Ardahan'a ulaştı.
Bu sesler tarihten geliyordu ama aynı zamanda medeniyetin, Hakkın, hakikatin sesiydi.
Kıtalar ve denizler ötesinden gelen Ataların sesiydi, torunlarına ulaşmak, torunlarını uyandırmak istiyordu.
Tehlike büyüktü çünkü.
Torunlar eğer bu tehlikeyi atlatamazlarsa, belki de hiçbir zaman ayağa kalkamayacak, kendisi olamayacak, köle olarak yaşamaya mahkûm edilecekti.
Tarihin ve hakikatin bu mukaddes sesini önce Recep Tayyip Erdoğan duydu.
Düşman her yerde onu ararken, o, halkını meydanlara, hava alanlarına davet etti ve kendisi de hiçbir tehlikeden çekinmeden eşini, çocuklarını yanına alarak havalandı, uçağına atlayarak milleti ile buluşmak üzere Dalaman'dan İstanbul'a geldi.
Millet Atalarının sesini duymuştu.
Ve artık meydanlardaydı.
Millet, liderinin ve başkomutanının emrini dinlemişti.
Düşman ise her zamanki gibi korkak ve acımasızdı.
Tankları meydanlara toplanan halkın üzerine sürüyor, uçak ve helikopterlerden bomba yağdırıyordu.
Selalar minarelerden sürekli okunuyor, abdestini alan kadınlar, erkekler, yaşlılar, gençler bedenlerini tank paletlerinin önüne çekinmeden atıyordu.
Emniyet binaları, Milli İstihbarat Binaları, Cumhurbaşkanlığı, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve daha birçok kamu binası bombalanıyordu.
Halkın tekbir sesleri, bomba sesleri, Camilerden yükselen selalar birbirine karışıyor, Türkiye ölüm kalım mücadelesi veriyordu.
Asker elbisesi giymiş, bir dolar karşılığında beyinlerini haçlılara satmış, köle ruhlularla, bir hilal uğruna; yârdan, serden, maldan, candan ve canandan geçenler savaşıyordu.
Hilal uğruna savaşanların ellerinde silahları, bombaları, uçakları, helikopterleri yoktu.
Dillerinde tekbir, ellerinde bayrakları vardı yalnızca.
Ama cesurdular, imanlıydılar, yürekliydiler ve tankların önüne serdiler bedenlerini, bombalara karşı tuttular yüreklerini ve paramparça oldular.
Vatanlarını parçalatmamak için bedenlerini parçalattılar.
O gece Ahmet’ler, Mehmet’ler, Zeynep’ler ve Fatmalar'dan; kıtalar ötesinden haykıran atalarının emrine uyarak meydanlara çıkan 251 kişi şehadet şerbeti içti, 2195 kişi de Gazi oldu, vücutlarının çeşitli uzuvlarını kaybettiler.
Ecdadın şanlı tarihine gurur dolu bir altın sayfa daha eklediler.
Şehit olanların ruhları şad olsun. Gazi olanların bedenlerine sıhhat, yuvalarına huzur ve afiyet diliyorum RABBIMIZDAN.
Ferman Karaçam
YouTube : youtube.com/c/FermanKaracam
Twitter : twitter.com/fermankaracam
Instagram : instagram.com/fermankaracam
Facebook : facebook.com/karacamferman
E-mail : fermankaracam@gmail.com
Web Sitesi : fermankaracam.com
-
Ferdi 1 yıl önce Şikayet EtTeşekkürler güzel olmuşBeğen
-
Bülent duman 1 yıl önce Şikayet EtAllah razı olsun sizdenBeğen Toplam 3 beğeni
-
Asalak 1 yıl önce Şikayet EtFetö asalak bir örgüt idi, milletin kanından besleniyordu, Pisligine din sosu kattığı için halk sabrediyordu, asalak ,sömürü ve ajanligi yetmiyor gibi birde terör eylemine girisince halkın tepesi attı.Beğen Toplam 1 beğeni
-
Mete 1 yıl önce Şikayet EtIhanetin büyüğü küçüğü olmaz. Iman ibadet sosyolojik ahlak psikolojk ahlak. Ahlak yoksa hiç bir şey yok. Allahü Tealanın dosdoğru yolundan sapana küresel yol çok. kürtaj ihanet, çekirdek aile ihanet, lgbt ihanet,ölçü ve tartısızlık ihanet, yetim malı devlet malı yoksulluk ihanet, liyakatsizlik ihanet, yalan söz ihanet, kısasa uymamak ihanet...abd başka yerlerde parayla hain arar tr de 0$Beğen Toplam 3 beğeni
-
Kompakt 1 yıl önce Şikayet EtTiyatro diyor herkesBeğen Toplam 4 beğeni