Ferman Karaçam
Ferman Karaçam
HABER7 YAZARI

4+4+4 için bir teklif

GİRİŞ 02.04.2012 GÜNCELLEME 02.04.2012 YAZARLAR

Ben, bu yasanın çıkmasını Cumhuriyet tarihinin en büyük “devrimi”, Türkiye’nin eğitim tarihinin de en önemli ve tarihi bir adımı olarak görüyorum.

“Eğitim” ve “Öğretim” işini prangalayan bir zihniyet, hamdolsun tarihe karışmıştır. Yasa TBMM’den geçince de: 4+4+4… Elhamdülillah… Elhamdülillah… Elhamdülillah… Diye kendimce çerçeveledim.

1970’li yıllarda Milliyet Gazetesi’nde Örsan Öymen nefis bir çalışma yapmıştı. Genç yaşta kaybettiğimiz bu gazeteci, askeri okullarda, kışlalarda, askeri eğitimin sahadaki tüm versiyonlarında kullanılan, askeri kanun ve yönetmeliklerdeki eğitimle ilgili maddeleri tek tek sıralamıştı. Sonra bizim Milli Eğitim’de ilk ve orta öğrenimde ki okullarımızın kanun ve yönetmeliklerini çıkarmış, yan yana koymuştu; birbirinin aynısıydı.

Yani, Askeri okul ve kışlalarda eğitim öğretim ne ise sivil okullarda da aynısı olmak üzere dizayn edilmişti, Türkiye’nin eğitim politikası. Peki, o günden bugüne kadar bir şey değişmiş miydi?

Hayır. Baksanıza “Talim” kelimesi bile Milli Eğitimimizde bir kurul adı olarak hala yerli yerinde duruyor, onlara dokunmak kimin haddine düşmüştü ki!

Kabul edilir, edilmez, bilemem, ama şunu herkes, her vicdan sahibi teslim etmelidir: Ak Parti kadroları Türkiye’nin en kronik, en paslı, en belalı, en netameli konularını tek tek çözerek ilerliyor.

Kim derdi ki, SSK’lı bir işçi Cerrahpaşa’da, Çapa’da muayene olacak ve kuyruğa girmeden ilacını alacak, neydi o kuyruklar, itiş-kakışlar, insanlık dışı muamelelere tabi tutuluşlar?

Kim inanırdı ki, basit bir iş için kısa süreli gittiğiniz mahkeme salonunda, o küflü ortamda, baş döndüren rutubet kokuları arasında olmaktan kurtulup, insan gibi oturup Hâkim’in sorularına cevap vereceğiniz salonlara kavuşacaksınız.

Kim inanırdı ki, Doğu’nun Güneydoğu’nun, Anadolu’nun, Karadeniz’in o patika yollarında bir TIR’ın arkasına takılıp, saatlerce gitmekten kurtulup, asfaltla kaplı yollarda insan gibi yolculuk yapacağımız günler olacak?

Sahi inanır mıydınız, biri size sekiz on yıl önce uçaklara; Hasso’lar, Memo’lar, Döndü’ler, Hatçe’ler, Ökkeş’ler bunca yoğunlukta binecek deseydi?

Rahmetli Özal konuşmalarında sık sık; “Türkiye yüz elli yıl birden çağ atlamıştır” derdi. Ben bunun doğru olduğuna; bizim köyün muhtarı ile telefon numarasını direkt çevirip konuştuğumda inanmıştım. Hâlbuki numarayı PTT’ye kayıt ettirir, saatlerce beklerdik, o zamanlarda.

Sayın Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan, bu tür çağ atlama tabirini sanırım pek kullanmadı, ama onun Başbakanlığı döneminde uçakla gidip-gelirken yanımda Kürtçe konuşan, Anadolu’nun muhtelif lehçeleriyle konuşan Memo’ları, Hatçe’leri görünce, Tayyip Bey’in de “En az iki yüz yıl çağ atladık” derse haklı olacağını düşünmüştüm.

Türkiye, içine tıkıştırıldığı cendereden çıkıyor. Her millet kendi uygarlık çizgisinde ilerlerken Türkiye ne yana gideceği şaşkınlığını üzerinden sıyırıp, kendi uygarlık yolunda yürüyüşün ilk adımlarını atıyor. Tembellik, hımbıllık, atalet, tek tiplilik, ezbercilik, baskı, yozlaşma vs. gibi içine hapsedildiği kabukların altından; bu kabukları kıra kıra, parçalaya parçalaya yepyeni bir Türkiye doğuyor. “Kendisi” olan bir Türkiye ortaya çıkıyor. Eğer, Türkiye bu yürüyüşe denk düşecek bir anayasayı kısa sürede hayata geçirebilirse; bu bölgede, bu coğrafyada daha önce binlerce yıllık acı ve gözyaşlarından süzülerek ortaya çıkmış olan büyük sonucun yerini alacaktır.

Çünkü bu coğrafya “büyük” olmayı zorunlu kılmaktadır. Yaklaşık bir asırlık yaşanan acılar bize açıkça şunu göstermiştir: bu bölgede “büyük” olmak bir mecburiyettir. Bu bölgede coğrafya şartları, sosyo-kültürel doku, ekonomik yapı, din, soy sop farklılıkları; küçük ulus devletler halinde yaşamaya müsait değil, aksine, büyük devlet olmayı zorunlu kılmaktadır. Bir bakıma tüm etkenler tarihin süzgecinden damıtıla damıtıla süzülüp gelmiş ve bu coğrafyada bir büyük devlet olarak ortaya çıkmıştı. Şimdi aynı büyüklükte, dünyada söz sahibi yeni bir devletin ortaya çıkmasını da yine aynı etkenler zorlamaktadır.

4+4+4’te bu etkenlerden biri, belki de en önemlisidir. Çünkü tarihin ve uygarlığın en büyük aktörü insandır. İnsanı ortaya çıkaracak tek yol ve yöntem ise “Eğitim” ve “Öğretim”dir. Yaklaşık bir asırdır bu insanın ortaya çıkmaması için bu coğrafyanın “büyük devletini” ortadan kaldırmış olan güçler ve onların iş ve fikir ortakları ölümüne mücadele vermişlerdir.

1997 yılında, 28 Şubat’ın hemen ardından Mesut Yılmaz başkanlığında kurulan hükümetin, 8 yıllık kesintisiz eğitimi görüşürken, meclisteki o tarihi hatanın / ihanetin manzaralarını asla bu millet unutmaz ve unutmayacaktır. Hele, oylamada sayıları yetersiz kalan Refah Partisi milletvekillerinin, yasa geçtikten sonra, meclis sıraları arasında, gece yarısında birbirlerine sarılıp hıçkırarak ağladıklarını kim unutur, kim unutabilir ki?

Elbette, bu milletin hafızasının pek güçlü olmadığı hep söylenegelmiştir. Kısa süreliğine belki bu doğru gibi görülebilir. Ama uzun sürede ve toplumsal hafıza ölçeğinde bizim insanımızın hafızası kadar güçlü hafıza ender görülmüştür.

Çünkü bizim insanımızın kültürel mirasının dolu olduğu bohça içinde “Bir delikten iki defa ısırılmaması gerektiği” ne dair önemli bilgiler de mevcuttur ve bunları kolay kolay unutmaz.  Bir de, bu bilgilerin tazelenip yeşermesi için merhum Mehmet Akif gibi “Asım’ın Nesli” diye diye çırpınan, Necip Fazıl gibi “Ciğerinden kalemine kan çekerek” yazan, “Kaderin üstünde bir kader vardır” diye haykıran Sezai Karakoç’lar varken bu millet unutmaz asla.

Bu kanun; 1997 yılında, “28 Şubat Kararları” adı altında, 18 madde halinde yayınlanan ve arkasında hukuki hiçbir destek olmayan, millet karşıtı zihniyete milletin bir cevabıdır.

Bu kanun; 18 maddelik, o haksız, zorba kararları 5 Mart 1997 günü alkışlayan, desteklerini açıklayan: TÜSİAD, DİSK, KESK, TİSK ve TÜRK-İŞ gibi milletinden kopuk sivil toplum kuruluşlarına da milletinin “Aşk ettiği” bir “Osmanlı Tokat’ı” dır.

Bu yasağa karşı çıkanlar ise, Cumhuriyet tarihinde ilk kez bu kadar çaresiz ve çırılçıplak kalmışlardır.

Bu kanunun çıkarılmasında büyük emeği olan Sayın Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ı, Milli Eğitim Bakanımız Sayın Ömer Dinçer’i, Komisyon Başkanı Sayın Nabi Avcı’yı, Sayın Sadık Yakut’u, Komisyon üyelerini ve bu tarihi oylamaya katılıp milletimizin adına “Evet” diyen değerli parlamenterlerimizi, yasaya katkı veren STK’ları kutluyor, teşekkür ediyorum.

14 Ağustos 1997 gecesi 4306 sayılı kanun, çoğunluk oyları ile yürürlüğe girdiği dakikalarda, meclis sıralarında birbirine sarılıp ağlayan Refah Partili o vekillerden ölenlere Allah’tan rahmet diliyor, yaşayanların gözü aydın olsun diyorum.

Ve bir teklif: ülkemiz insanının önüne çekilen büyük bir seddin bu tarihte kaldırıldığını, prangalarının parçalandığını, gelecek nesillere sürekli hatırlatmak için, 4+4+4’ün yasalaştığı tarih olan 30 Mart’ın “Eğitim Bayramı” olarak kutlanmasını teklif ediyorum.

Ferman KARAÇAM / Haber 7
twitter.com/fermankaracam

YORUMLAR 2
  • Cafer UÇA 12 yıl önce Şikayet Et
    Sayın Ferman KARAÇAM. HAKLISINIZ KATILIRIM. Bütüb milletimize hayırlı uğurlu olsun.
    Cevapla
  • hacı mustafa ersözlü 12 yıl önce Şikayet Et
    Allah Razı Olsun. CHP nin Kapattığı Halkın açtığı Okullar yeniden açıldı.
    Cevapla