Ferman Karaçam
Ferman Karaçam
HABER7 YAZARI

Kahramanmaraş Şiir Festivali'nden Bir Küçük Geziye

GİRİŞ 23.06.2012 GÜNCELLEME 23.06.2012 YAZARLAR

Zulümlere “tanık” olmanın ağır yükünden sıyrılıp çevre illeri gezemedim, birkaç İl’e gittim ama özellikle Maraş ve Urfa’yı sona ve daha uygun bir zamana bıraktım.

Urfa; Ata’mın, Maraş; Kahraman’ımın şehri, onları öyle ayaküstü ziyaret etmek olmaz. O gün bugündür ne yazık ki, iki şehre gitmek için uygun bir zaman olmadı. Ta ki Kahramanmaraş Belediyesi, 23 - 28 Mayıs 2012 tarihinde bir “şiir festivali” düzenleyip bu abd-i âcizi de çağırıncaya kadar. Çağırıldık ve gittik. Başkan Mustafa Poyraz ilginç, anlamlı, değerli ve bir onlar kadar da farklı olan etkinlikler dizisine imza attı.

Türkiye’nin her yanından onlarca şairi topladı, Maraş’ı gezdirdi; Kale’yi, Taş Medrese’yi, Ulu Cami’yi, Sütçü İmam Türbesi’ni, Tarihi Konakları, hâlâ direnmeye çalışan geleneksel zanaatların toplandığı çarşıyı gezdirdi. Restore edilen birçok konağa, Kültür, Sanat ve Edebiyat öncülerinin isimlerini vererek genç okuyucuların hizmetine sundu.

Maraş’a bir Abdülhamit Camii yapılmış ki gerçekten görülmeye değer bir gurur tablosu. BaştaErbakan Hocaolmak üzere; sebep olan, emeği, katkısı, alın teri, cehdi, gayreti, parası olan herkesten Allah razı olsun.

Bu etkinlik sırasında başta Sayın Mustafa Poyraz olmak üzere, Başkan Yardımcısı Cevdet Kabakçı ve bu ekipte en çok koşuşturan Hasan Balbaba, Eshabil Yıldız, Serdar Yakar ve Mustafa Semerci’ye kalbi teşekkürlerimi sunuyorum.

O açılıştan, bu açılışa seğirtmekten yorulduk. Bir de ilginç bir şey yaptılar; şairleri ikişer üçer ayırıp okullara yollayarak “çat kapı” şiir okuttular. Bu fakir de üç lisede okudu ki bir tanesi “Sütçü İmam Lisesi” idi. Bu festival’e bir de tema bulunmuş “Necip Fazıl Kısakürek”. E böyle olunca, haliyle Üstat için bir de panel yapıldı.

Panele de katıldık, ama dönmeden Maraş’ın çevresini biraz daha gezebilir miyim arayışındaydım. Birden aklıma geldi; benim güzel ağabeyim, kadim dostum, İlim ve Sanat Dergisi’nden iş arkadaşım Osman Sarı da birçok “has” şair gibi Maraşlı değil miydi?

Maraş’tan dönmeden bir gün önce hem Belediye Başkanımızdan hem de TYB Başkanımız Sayın Muzaffer Doğan’dan izin isteyerek Osman Ağabey’in köyüne gitmek üzere; Kamil Eşfak Berki, Osman Sarı ve Osman Ağabey’in arkadaşları İzzet Türkmen, Mehmet Nalbant ve sevgili şoförümüz Hacı Halil Açıkgöz, iki araçla yola çıktık.

Osman Ağabey’in köyü Maraş’la Andırın arasında Başkonuş Köyü. Maraş’tan çıkıp Yenicekale’ye doğru yokuşu tırmanınca havanın, atmosferin, kokunun, estetiğin değiştiğini ve “Doğal Mimari”nin o çıldırtan armonisinin içinde kendinizin de yer aldığınızı anlıyorsunuz. Baş döndürücü bir yeşilliğin her tonu helezonlar halinde sürekli değişiyor ama “fonda” hep yeşillik var, mest edici kokular var. Osman Ağabey’in hafızası çevreyi anlatmakta zorlandıkça - ki zorlanıyor - o sırada Mehmet Bey, İzzet Bey ve Hacı Bey sürekli anlatıyorlar ve Yenicekale’nin tepesinden Maraş’a bakıyoruz.

Noktalarını karnına bastırıp, sahiplenmiş bir ث / se harfi gibi baraj göllerini karnına almış ve sırtını Ahır Dağları’na yaslamış gururla yatıyor Maraş; tarihi olmanın, tarihte öncü olmanın, tarih yazmanın, tarihe altın harflerle adını kahraman yazdırmanın gururuyla, onuruyla, yatıyor Maraş.

Maraş, buradan çok net, berrak ve güzel görünüyor.Arabalarımızdan inip fotoğraf çektik. Bundan sonra köye kadar fotoğraf çektik sürekli.

Andırın’a doğru kıvrıla kıvrıla çıkıyoruz. Andırın kaza olunca demişler ki: ”Kazara kaza oldu Andırın / Anda vardır üç dükkânla bir fırın.” Dükkânlarını görmedim ama dağlarının elvan elvan çiçekleri, ağaçları, bitkileri, oksijeni öylesine zengin ki bir anda baş dönmesi yaşıyoruz. İzzet bey de bunu doğruluyor ve diyor ki :”Üniversite araştırma yaptı, Maraş’ta ki bitki çeşitliliği İngiltere’den daha fazlaymış.” 165 çeşit endemik (yöresel) bitki çeşidi varmış.

Gerçekten de Başkonuş Dağlarında 20 - 30 m2 alan içerisinde sedir ağaçları, alaçamlar, karaçamlar, diken ardıçları, pürenler, kızılçamlar, sumaklar, demircikler, kuzukulakları, sümbüller, nezleler(Toros Köknarı), gevenler, şimşirler, eğrelti ağaçları, böğürtlenler ve Andırın’a yaklaştıkça meşe türlerinin bollaşması, bu kadar çok bitki çeşidinin yan yana, iç içe olması gerçekten şaşırtıcı. Ormanların tavanında rahat yürüyorsunuz; ot, diken, sarmaşık hemen hemen hiç yok.

Fındık ağaçları arasından, Sır Vadisi’ni, Vadi’nin öbür ucundaki Maraş’ı seyrediyoruz, sonra tekrar yükseliyoruz. Karadeniz, Marmara ve Akdeniz karakterli meşe ağaçları boy boy…  

Kamil Eşfek Berki, sürekli yorumlar yapıyor, İzzet Türkmen bitki çeşitliliğini anlatıyor, Ermeni köylerinden Alpavar’dan, Galaman Dağları’ndan bahsediyor.

Bir ara Osman Ağabey Dadaloğlu’ndan söz ediyor, Dadaloğlu’nun kendisinin hemşehrisinin olduğunu yani Başkonuş’lu olduğunu hatta Başkonuş’la ilgili türküsünün bile olduğunu söylüyor ve Osman Ağabey kendi başına iş açmış oluyor böylece, “hadi o türküyü söyle” diyoruz.

Türküyü söylemedi ama sözlerini mırıldandı;

 

Seyir etsem görünür mü

Başkonuş un dağı şimdi

Yaylalarda dem sürmenin

Vakti geldi çağı şimdi

 

Bizim yaylada gül biter

Gül üstünde Bülbül öter

Yeter bu çektiğim yeter

Gülsün gönül bağı şimdi

 

Deli gönül bir değirmen

Döner yar elinde Kirmen

Yar dediğin derde derman

Erir yürek yağı şimdi

Bizim yaylanın kuşuna

Can dayanmaz ötüşüne

Serin yaylalar başına

Kuraydım otağı şimdi

 

Bizim yaylanın yazına

Sözüm yok gelin kızına

Çözüp indirmiş dizine

Yar acem kuşağı şimdi

 

Binboğa’ya konan kervan

Yok mu bu derdime derman

Yar yoluna oldum harman

Yandı gönül dağı şimdi

 

Kalbi mahzun olanların

Görek diye ivenlerin

Hele gör Avşar beylerin

Sistedir oymağı şimdi

 

Dadaloğlu akan ırmak

Olur mu ovada durmak

Yaylaların oymak oymak

Buz tutmuş kaymağı şimdi

Dadaloğlu anlatınca su ve teyemmüm gibi bir durum ortaya çıktı. Avşar ozanı öyle bir anlatmış ki Başkonuş‘u; yaylaları, ovaları, gülü, bülbülü, hatta bülbüllerin ötüşüne canların dayanamayacağını öyle bir anlatmış ki, rahmet olsun kendisine.

Ve biz Başkonuş köyüne yani Osman Ağabey’in köyüne ulaştık yeğeni bize daha önce hiçbir yerde yemediğim çok lezzetli bir şey ikram etti. Bilenler bilir, bilmeyenler not etsin; Kömbe.

Başkonuş’un dağı, yaylası, vadisi, meşesi, köyleri ve nihayet köylüsü Durduali… Yarı ahşap, yarı kerpiç görüntülü, iki katlı evinin önünde bizi karşılıyor; geniş omuzlu, geniş bakışlı, içten gülüşlü, bir Avşar Bey’i heybeti ve nasırlı kocaman elleriyle hepimizin ellerini sıkıyor, “Hoş geldiniz” diyor.

Bu gezinin belki de en ilginç yanlarından biri, Kamil Eşfak Berki’nin; Durduali’nin bir kaza sonucu yürüyemeyen 25 yaşlarında ki oğlu Hasan’ın içindeki cevheri ortaya çıkarmasıydı. Kısa süre içerisinde; hoşgeldinlerin, çayların, kömbelerin, hal hatır sormaların arasında fark ettim; Kamil Eşfak Berki ile Hasan arasında koyu bir sohbet sürüyordu.

 

Osman Sarı- Adem Turan

Kamil Eşfak Berki Hasan’ı deştikçe Hasan, şiirden siyasete şaşırtan detayların içine giriyordu. Başbakanımız Tayyip Erdoğan‘a olan sevgisini temellendirirken hepimiz birbirimizin yüzüne bakakaldık bir ara…

Geriye dönüşte de “dur kalklarla” geliyorduk. Bir ara Osman ağabey yol kenarında ki Sedir ağaçlarını anlatıyordu. Yamaçta ilerleyen yol aşındıra aşındıra, yan yana kocaman iki sedir ağacının köklerini dışarıya çıkartmıştı, iki ağacın kökleri birbiriyle sarmaş dolaş olmuştu.

Daha önce hiç görmediğim bu manzaranın fotoğrafını çekiyordum. Tam o sırada Kamil Eşfak Berki ince zekâsını konuşturdu; ”Bu iki ağacın kökleri, Büyük Doğu ve Diriliş gibi birbirine kaynamış” dedi.

Ferman Karaçam - Haber 7

http://www.twitter.com/fermankaracam

YORUMLAR İLK YORUM YAPAN SEN OL