Figen Yüksekdağ ve ruh kanseri kadınlar
DHKP-C hücrelerinde intihar bombacısı olarak yetiştirildiği, kanser hastası olduğu da hakkında edinilen diğer bilgiler arasında.
Onun 51 yaşına gelmiş bir kadın olmasına ve cezaevinden henüz 33 gün önce çıkmasına rağmen bunu yapması şaşırtıcı değil.
Hayata Dönüş gibi vahşi operasyonlardan geçerek daha da bilenen, ruhlarını takıntılı bir düşmanlıkla çürütmüş olan bu kadınlar, üstüne üstlük amansız bir hastalığın pençesine düştüğünde “nasıl olsa öleceğim” fikri sabitiyle, kafası koparılmış tavuklar gibi şuursuzca savrularak “devrim şehidi” mertebesine yükselmek için kendilerini ölümün ortasına atıyorlar.
Hatice Aşkın bir terör örgütünün adanmış fedailerinden yalnızca biri.
Figen Yüksekdağ ise benzer “kardeş” bir örgütten, “Türk sosyalisti” kontenjanıyla HDP’ye transfer edilerek eş başkanlığa getirilen bir isim. Hatice Aşkın’ın yerinde olmamasının sebebi, belki de zekâsı, hırsı ve konuşma yeteneğidir, bilemeyiz.
İlginç bir profil veriyor Yüksekdağ. Hatırlayacaksınız, tam Suruç katliamı sonrasında hemen hükümeti suçlayarak “Şirretlik yaparak bu işi kapatamazsınız” deyince Star gazetesi de “Susturun şu şirreti” diye başlık atmıştı. Köken örgütü MLKP ona sahip çıktı ve Star gazetesine bomba koydu. Bunu da PKK’nın internet sitesinde “Figen Yüksekdağ için yaptık” diye açıkladı. Yüksekdağ durur mu, hızını alamadı, Başbakan ve Cumhurbaşkanı’na doğrudan doğruya “Şirret” dedi.
Projeksiyon; yani kendindeki özellikleri düşman bellediklerine yansıtma biçimi. Bir çeşit psikolojik ön savunma ya da davranış bozukluğu diye nitelenebilir bu.
Figen Yüksekdağ politik olarak Çin’de 1970’li yıllarda hüküm süren “Dörtlü Çete”nin elebaşısı Mao’nun karısı Jiang Qing ya da Kamboçya’da 2,5 milyon insanı katleden Pol Bot’u hatırlatıyor. Ondaki gözü dönmüşlük, hırs, öldürme hevesi, düşmanlık ve nefret duygusunun, açıklamalarındaki tehdit ve şiddet dozu yüksek ifadelerin karşılığı bu.
Solcu mazimizde çok vardır Figen Yüksekdağ gibileri. İlk sol örgütlenmelerde yer almaya başladığımda tüm kadınlardan birer Aleksandra Kollontay, Sevgi Soysal, Leyla Halid ya da Behice Boran çıkar diye bir ham hayale kapılmamıştım kuşkusuz ama, ağır psikolojik travmaları olan, en ufak sorunu devasa bir meseleye dönüştüren kadınlarla karşılaşacağım da aklıma gelmemişti doğrusu. Bezdirici derecede fazla konuşan, hatta hiç susmayan ve otomatiğe bağlamış kadınlar. Tartışmalarda o denli “şiddete dayalı çözüm” önermesi yaparlardı ki “bu neyin öfkesi” diye sormaktan kendimi alamazdım. Çirkin ördek yavrusu oldukları duygusu çok fazla baskındı üzerlerinde. Kötü giyinir, kadınlıktan soyunur, erkek gibi davranırlardı. Böylece kadın-erkek eşitliğinin sağlanacağına inanırlardı. Her türlü normal kadın kıyafetini ise burjuva alışkanlığı diye yerin dibine batırır, yeni katılmış kızları doğduklarına pişman ederlerdi. Ünlü çizer ve yazar Necdet Şen onlardan bir “Devrimci Bacı” tipi oluşturmuştu. Hepimizin rastladığı, hayatlarımıza giren, sekter, mantıksız ve despot ruhlu kadınlar. Daha o zamandan belliydi ki bu hareketlerin içinde olan kadınlar psikolojik sorunlarını çözmedikçe ülke sorunlarını da kendilerine benzetip şiddete tapar hale geleceklerdi.
Herkesin sebebi farklı. Figen Yüksekdağ’ın da geçmişine bakınca bugünün izlerini bulabilmek mümkün. Muhafazakâr bir çiftlik sahibi olan babasının sözünü dinlemeyerek sol mücadele için evinden kaçmış. Şu sözlerinden içindeki o “Devrimci Bacı”yı ve dominant baba figürüne kendini ispat duygusunu rahatlıkla görebilirsiniz: