Yeni tip fikir suçları yaratmak
Konumuz, Yargıtay’ın töre cinayetiyle ilgili son kararı. 1. Ceza Dairesi kararı, töre cinayetlerinde ‘aile meclisi kararı’ alınmış olmasını şart koşmuş. Bu karara göre cinayetin aile meclisinin verdiği karar sonrası işlendiği ispatlanamazsa sanıklar töre suçundan hüküm giymeyecek ve daha az ceza alacaklar. Karar daha şimdiden hem kamuoyunda hem de hukuk çevrelerinde yoğun eleştirilere konu olmuş durumda.
Kararı eleştiren hukukçular aile meclisi kararı şartının yasada bulunmadığını, dolayısıyla Yargıtay’ın yasada olmayan bir kriter koyduğunu, böylece de geçtiğimiz yıllarda töre cinayetlerini önlemek için hazırlanan yasa maddesini kullanılamaz hale getirdiğini söylüyorlar. Örneğin, söz konusu kararı veren dairenin üyelerinden Salih Zeki İskender karara itirazını şöyle dile getiriyor: “Töre saikiyle öldürme adı üstünde bir saik suçudur.
‘Çok failli bir suç’ değildir. Çoğunlukla öldürülecek ve öldürecek olan aile meclisi kararlarına konu olduğu bir gerçektir. Ancak kişinin tek başına bu kararı alması olanaklıdır. Yeter ki töre saikiyle öldürme eylemini gerçekleştirmiş olsun.” Bütün bu itirazlara katılmamak mümkün değil.
Gerçekten de 1. Daire’nin kararı bir cinayetin töre cinayeti olarak tanımlanıp tanımlanmamasını aile meclisi kararına bağlı hale getirerek hem yasada olmayan bir kriter getirmiş oluyor, hem de töre cinayetleriyle ilgili yapılan yasa değişikliğini uygulanamaz hale getiriyor. Bu noktada bir anlaşmazlığım yok; benim anlaşmazlığım bundan bir önceki aşamada başlıyor.
Bence problemin kaynağı şu “saik suçu” kavramında. Eğer yargı fikri değil eylemi cezalandıracaksa, suçun hangi saikle işlendiğinin peşine neden düşüyor? Neden saik suçu diye bir kavram var? Bir insanı gasp için öldürmekle, kıskançlık yüzünden öldürmek, töre için öldürmek, ya da siyasi fikirlerinden dolayı öldürmek arasında ne fark var? Öldürmek öldürmektir...
Ve siz, yargı olarak saik peşine düştüğünüz anda, fikrin peşine düşmüş olursunuz. Yasama organı, töre cinayetleri için ayrı yasal düzenleme yapmakla, öldürme eylemini cezalandırması gerekirken, sanığı öldürmeye iten feodal namus anlayışına ekstra bir ceza daha vermiş oluyor. Biliyoruz ki aynı yanlış, siyasi suçu diğer suçlardan ayırmak şeklinde de yapılıyor.
Bir kişinin adam öldürmesini ya da banka soygunu yapmasını, sanık bunu kendi çıkarı için yapmışsa farklı, ideolojik amaçlarla yaptıysa farklı cezalandırmanın anlamı nedir? Suçun ardındaki fikrin peşine düşmek değil mi? Batı’da son yıllarda çok gözde olan ve istisnasız bütün “ilerici-demokratlar” tarafından yürekten savunulan “nefret suçları” da aslında “yeni tip” fikir suçu üretiminden başka bir şey değil. Nefret Yasaları nefret suçlarını, adı üstünde duyguları cezalandırıyor...
Basit bir ifadeyle söyleyecek olursak, mağdurun bireysel olarak değil, taşıdığı şu ya da bu kimlik yüzünden maddi ya da manevi saldırıya uğradığı tespit edilirse işin içine nefret suçu da giriyor ve ceza ağırlaştırılıyor. Bir örnek verecek olursak, bir beyaz bir zenciye hakaret etti diyelim; eğer bu hakaretin kaynağında o zencinin şahsına duyduğu kızgınlık değil, genel olarak zencilere karşı duyduğu nefretin yattığı tespit edilirse, olay nefret suçuna dönüşüyor ve ceza ağırlaşıyor, hatta bazen ikiye katlanıyor. Bu ne demektir?
Sanık hapishanede geçirdiği sürenin yarısını eylemi yüzünden, yarısını da fikri ya da duygusu yüzünden geçirecek demektir. İşte alın size dört dörtlük fikir suçu!
Gördüğünüz gibi, yasaların düşünceyi ya da duyguyu değil eylemi cezalandırması gerektiği gibi sözde herkesin üzerinde anlaştığı bir fikri savunmak, bazen çok çetin bir iş haline gelebiliyor.
Çünkü aydın kamuoyumuz - sadece bizde değil bütün dünyada- büyük ağırlığıyla “eski tip” fikir suçları karşısında son derece duyarlı davranırken, bu “yeni tip” fikir suçlarından rahatsız olmuyor; hatta bu tip “çağdaş” fikir suçlarının cezalandırılmasını desteklemeyi ilericiliğin bir gereği sayıp sempatiyle bakıyor. Bu durumda bizler -hakiki fikir suçu karşıtları- da bir bakıyoruz bir avuç kalıvermişiz.
-
Kadir Bayramoglu 17 yıl önce Şikayet EtAvrupa vahşet devrine dönüyor. Bir kişinin suçu yüzünden binlerce insanı bombalayarak öldürmeyi meşru gören zihniyetlerin zuhur ettiği bir yer olan Avrupa, medeniyet perdesi altında şiddetle vahşet devirlerine dönüş yapıyor. İnsanların hayat tarzına karışmanın dışında birde kalblerine müdahale etmeye kalkışmaları artık vahşetin son sınırına geldiklerinin işaretidir. Türkiye de ise 'particilik hastalığının' şiddetlenmesi sebebiyle bu vahşi zihniyet burada da görülmeye başladı.Beğen
-
Kadir Bayramoglu 17 yıl önce Şikayet EtVicdan ve Fikir hürriyeti. Vicdanla, akılla, kalble ve hislerle alakalı meseleler kayıt altına alınamaz. Eğer bu meseleler kayıt altına alınmak istenirse o zaman insanlar haklı olarak isyan edeceklerdir. Çünkü, idare ve hüküm makamında bulunanlar yaptıkları düzenlemelerle ancak ele ve fiile bakabilirler, kalbe karışamazlar.Beğen
-
Kadir Bayramoglu 17 yıl önce Şikayet EtFiil ve His meselesi. Evet, insanların hisleri, duyguları ile alakalı meseleler gündeme dahi getirilemez. Çünkü hükümet ele bakar, kalbe bakamaz. Birisi bir suça iştirak etmediği halde o suça kalben taraftar olsa, ve bunu da dili ile ifade dahi etse, bu durumda zulme ve cinayete taraftarlığı hissi ve kalbi olduğundan, ceza ile ilgili müeyyidler de fiille ilgili olduğundan, hem de suçu işleyen suçlu olduğundan, hissi ile taraftar olan katiyen cezalandırılamaz.Beğen