Gülay Göktürk
Gülay Göktürk
ALINTI YAZAR
TÜM YAZILARI

İçimizdeki Ergenekon

GİRİŞ 22.10.2008 GÜNCELLEME 22.10.2008 YAZARLAR

Apaçık ortada ki, bu dava çok boyutlu, çok katmanlı bir dava olarak sürüp gidecek. İçeride, mahkeme salonunda hukuki süreç devam ederken, dışarıda yoğun bir ideolojik-siyasi kavga devam edecek. İşin en tehlikelisi, içeride devam eden hukuki süreci, nihai olarak dışarıdaki mücadelenin ideolojik hakimiyetini kimin kazandığı belirleyecek.

"Dışarıdaki ideolojik-siyasi kavga" dediğimizde eğer mesele sadece bir siyasi karşıtlık olsaydı; bugün Ergenekon'a avukat kesilenlerin tek dertleri bu davanın AK Parti iktidarının siyasi desteğiyle açılmış olması olsaydı, işimiz nispeten kolay olurdu.

Ama öyle değil. Ergenekon sanıklarının arkasındaki toplumsal destek sadece AK Parti karşıtlığından ya da sadece açık darbe taraftarlığından oluşmuyor. Çete asıl gücünü "derin toplum"un içinde varolan gizli Ergenekonculuktan; deyim yerindeyse "İçimizdeki Ergenekon"dan alıyor. Bu, Susurluk'ta da böyle oldu, Şimdi de böyle oluyor.

Nedir "İçimizdeki Ergenekon" dediğim şey? İlkokul sıralarına oturduğumuz andan başlayan, okulda, askerde, memuriyette, devletle yüz yüze geldiğimiz her alanda bütün hayatımız boyunca süren uzun ve etkili bir endoktrinasyon süreci sonunda oluşan devlet anlayışımızdır.

Artık tamamen içselleştirdiğimiz ve zihin haritamızın merkezine oturan; hukuk, demokrasi, insan hakları, vatandaşlık gibi diğer bütün kavramları kendine uyduran devlet anlayışımız...

Devlet tehlikedeyse ordunun kurucu unsuru olarak müdahaleye hakkı olduğunu bu kadar rahat kabul etmemiz bu zihin yapısı yüzündendir. Darbecilik bu yüzden bir türlü suç olarak algılanamamıştır bu topraklarda. Sarıkız ya da Ayışığı belgeleri su yüzüne çıktığında, geniş bir kitlenin, açıkça olmasa da içten içe "rejim elden gidiyorsa komutanlar elbette çare arayacak" diye düşünmesi bu yüzdendir.

Devletlerin halktan gizli çevirdiği işleri olmasının doğal olduğu fikri, devletin kimi kurumlarının rutin dışına çıkıp devletin iç ve dış düşmanlarına karşı illegal bir mücadele yürütebileceği fikri bu yüzden hiç çekinilmeden savunulabilmektedir. Bakın, bundan on yıl önce, devletin Susurluk'u soruşturmakla görevlendirdiği "süper müfettişi" Kutlu Savaş, raporunda ne yazmıştı:

"Devlet içinde bir infaz grubu kurulmuştur. Ancak devlette böyle bir yetkiyi kim kullanacaktır? Şu husus bilinmelidir; Olağanüstü Hal Bölgesi'nde adam öldürme konusunda karar mercii başçavuşlara, komiser yardımcılarına ve daha önemlisi bu yetki dünkü terörist yarınki potansiyel suçlu olan itirafçılara kadar inmiştir." Görüyor musunuz eleştiriyi! Devlette "adam öldürme yetkisi" başçavuşlara kadar inmiş! Böyle bir keyfilik olabilir miymiş!

Devletin adam öldürme yetkisinin kimde olduğu bir nizam ve intizama bağlanmalıymış. "... Yeşil'in Cem Ersever'i sorgulayıp öldürdüğünü etrafa söylemesi, Tarık Ümit gibi karanlık bir kaçakçının 'falancayı aldık, sorgulayıp öldürdük' gibi bayağı ve kendilerini adam yerine koymalarını sağlayıcı çirkinlikler..." kısacası, "böyle bir alaturkalık, basitlik, geri kalmış ülkelere özgü ciddiyetten uzak operasyonlara izin veren bir yapı, ülkemizin hak etmediği bir durum"muş.

Resmi görevli olmayan şahısların devletin cinayetlerinden kendilerine övünç payı çıkarmasını bir türlü hazmedemeyen ve yargısız infazın alafrangasını seven Kutlu Savaş'ın Susurluk'tan ne anladığını da raporun şu satırları en veciz bir biçimde ortaya koyuyordu: " (Yeşil kastedilerek)... Bunca bilgiye rağmen itlaf edilmesi gereken bir kişinin V.I.P. salonundan devlet görevine gönderilmesi anlayışı da Susurluk'tur." Demek ki neymiş Susurluk?

Devletin "itlaf etmesi" gereken bir kişiyi, başkalarını "itlaf"a yollamasının adı Susurluk'muş! İtlaf edilmesi gerekenlerle itlaf etmekle görevlendirilenler birbirine karışınca devlet kirleniyormuş. Evet, bundan on yıl önce, devletin suç örgütleriyle mücadele için göreve getirdiği bir devlet müfettişi böyle bir rapor yazabildi ve yer yerinden oynamadı. Hatta bu mantık oldukça da makul karşılandı. Ben ve benim gibi birkaç kişi, on yıldır her fırsatta bu satırları hatırlattık.

"Devlete itlaf yetkisi" tanıyan bu zihniyet mahkum edilmeden çetelerle savaşamayız, dedik. Ama kimsenin dikkatini çekemedik. O yüzdendir ki devlet, Kutlu Savaş'ın deyişiyle "itlaf yetkisi" ni Hrant Dink için, Danıştay üyesi Yücel için, belki Hablemitoğlu için rahatça kullanmaya devam edebildi. Taşaronlar farklılaştı, tetikçi isimleri değişti ama sistem hiç değişmedi. Bizler "İçimizdeki Ergenekon"u sorgulamaya başlamadan da değişmeyecek.

GÜLAY GÖKTÜRK - BUGÜN

gokturkgulay@yahoo.com

YORUMLAR 3
  • buket akalın 17 yıl önce Şikayet Et
    Malesef RGENEKon Dim Dik Ayakta. İçimizdeki ergenekonu temizlemedikçe bu iş bitmez.Rgenekoncular kendi yeni simle ergenekonlarını kurdu bile.Diyarbakır,Batman ve Ülkemizin birçok kentinde yaşanan lar, zorla PKK taşeronları tarafından işyerleri kapattırılarak çocukları kullandılar.Hala Ergenekoncuları savunan siyasetçi ergenekoncular mutlaka tutuklanmalı ve yargılanmalıdır.
    Cevapla
  • REAL MARDİN 17 yıl önce Şikayet Et
    SAAT:16:43 HALA YORUM YOK.. Yazıyı bir çırpıda okudum ve yorumlara bir bakayım dedim. Maalesef yorum hiç yoktu. Ben Tek diyeceğim bu enfes yazıya %100 katıldığımı ve iftiharla altına imzamı attığımı söylemektir. Tebrikler Gülay ablacığım bu yazınız ve tüm yazılarınız için. Sizin gibi yazarlar sayesinde ümidimiz tam olarak sönmüyor.
    Cevapla
  • Davut Ayhan 17 yıl önce Şikayet Et
    Çok güzel bir tespit. Ama kaç kişi aradaki farkı anlayabiliyor ki bu ülkede ;bizzat eğitim ve kültür kirliliği ile kutsallaştırılmış devlet hak ve adalet kavramlarının üstüne çıkmış hizmet yerine sorun üretir hale gelmiş.Üstelik rantı da o taksim ediyor bu durumda kendiside kapanın elinde kalmayı hak ediyor.
    Cevapla