“Anavatan’a selam götürün”
“Anavatan’a selam götürün”
Sözün başında başıma teknoloji kazası gelmemiş olsaydı yazdıklarımın en azından bir kısmını gösteren fotoğraflar da koyacaktım bu köşeye; nasip!
Osmanlı’nın anayurdu Balkanlar’daydım birkaç gündür.
Sizlere, İpsala sınırından başlayıp biten ve neredeyse tüm Balkanları kapsayan gezideki izlenimlerimi aktarmaya niyetliyim.
Amacım, “oraların” “buralardan” gayrı olmadığını göstermeye çalışmaktır baştan söyleyeyim.
BATI TRAKYA’YI DOĞU TRAKYA’DAN SELAMLAMAK
İpsala’dan çıktığımda Türkiye’den dönüşte heybemde neler olacağını çok kestiremiyordum.
Zira, çoğunlukla havayolu ile gittiğim bir çok şehre bu kez karayoluyla gidiyordum.
Batı Trakya’da yani ki Dedeağaç’ta, Gümülcine’de, İskeçe’de, Kavala’da kimlerle karşılaşıp neler duyacağımı bilemiyordum.
Dedeağaç’ta Ege Denizi’ne bakan bir dondurmacıda verdiğim ilk molada öğrendim ki, Türkiye’den günü birlik gelenler varmış buralara.
“Ege’nin en temiz denizi burada” diyerek başlıyorlar söze ve “ne kadar yakınız gördünüz mü” diyerek devam ediyorlar.
Dedeağaç’tan çıkıp da yola Gümülcine’ye ulaştığımızda ikindi vaktiydi ve Yeni Cami’de saf tutmuş olarak bulduk kendimizi.
Namaz sonrası, hiç de yabancılık çekilmeyen bir Türkçe ile “hoş geldiniz” cümlelerini duymak, “neredensin” diye sormalara cevap vermekle kendimizi Sultan Tepe’de bulmamız bir oldu. Gümülcine’de iki yiğit adamla tanıştım birinin adı Rıdvan, diğerinin adı da öyle!
Biri Gümülcine’den diğeri İskeçe!
Yemek, çay, kahve derken Belediye Başkanı Yardımcısı Rıdvan Molla İsa’nın davetiyle, Kozlukebir köyüne doğru günbatımına az kala yola koyuluyoruz.
(Rıdvan Molla İsa, Karadeniz Teknik Üniversitesi mezunu bir mühendis. Kendini Batı Trakya’ya buradaki Türk azınlığın haklarına adamış bir yiğit adam.)
Birçok dereden, birçok tütün tarlasının arasından yol alırken, buralardakilerle Anadolu’dakiler arasında bir fark olmadığını görüyorum.
“Selam” alıp vermeler, yolda durup hasret gidermelerse yüreğimi sıkıştırıyor..!
Kozlukemir köyü büyük bir köy.
Aynı zamanda Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nun da köyü burası.
Akşam namazının hemen ertesinde meydanın orta yerindeki camide namaza duruyorum tek başıma.
Arkadan bir ses işitiyorum…
“Hasan Öztürk değil mi bu namaz kılan?”
Selam verip de geriye döndüğümde, cami imamı “sizi buralarda görmek de varmış” diyerek kucaklıyor bizi.
Anlıyorum ki başta Ülke tv olmak üzere, Batı Trakya’nın çanak antenleri Türkiye televizyonlarına ayarlı, insanlarının yönü İstanbul’a dönük!
Akşam yemeğine bir bahçeye davetliyiz.
Aman Allah’ım hani derler ya, “Türk misafirperverliği” (buradaki Türk ibaresi bir ırka değil zihniyete işarettir) tam da o!
Yediğimiz önümüzde, yemediğimiz ardımızda koyuluyoruz sohbete.
“Bizi sakın terk etmeyin” cümlesinden başlayıp “Yatırımcılar, işadamları Batı Trakya’ya gelmeli” ile devam eden cümleler eşliğinde yemeğimizi tamamlıyoruz.
Veda zamanında, kucaklaşırken o içime oturan cümle geliyor Tahir’den!
“Döndüğünüzde Anavatan’a selam götürün!”
Arabaya binip de zifiri karanlıkta şehre doğru yol alırken,
“Allı turnam bizim ele varırsan
Şeker söyle kaymak söyle bal söyle
Gülüm gülüm kırıldı kolum
Tutmuyor elim turnalar ey”
türküsünü mırıldanıyorum hafiften.