Mesaj asıl kime verilmek isteniyor
Perinçek, Emniyet’e götürülürken kameralara dönerek, “Bakın bu gözaltılar nasıl dışarıda yankı buluyor. Suriye ve İngiltere’den bu gözaltı kararlarına tepkiler var!” demişti.
Doğu Perinçek, sonrasında tutuklamayla devam eden o gözaltı olayının yaşandığı gün aslında “doğal müttefikleri”ni de ayağa kaldırmaya çalışıyordu bu cümlelerle.
Suriye (ki kast ettiği Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun 28 Şubat’ta “Türkiye’de Suriye tipi bir rejim kurmak istiyorlar” diyerek deşifre ettiği rejim) ile İngiltere’nin isimlerini zikrederek (aslında Anglo-Sakson hegemonya) partnerlerinin harekete geçmesini sağlamak istiyordu.
Xxx
“ALGI YÖNETİMİ NASIL YAPILIRMIŞ”
Zaman geçti ve bugün Türkiye başka bir yapı ile mücadele ediyor.
İddiaları tekrarlayacak değilim.
Lakin son gözaltılar için “Tahşiyecilere kumpas kurmak” iddiasıyla yapıldı demekle yetineyim.
Bu gözaltı sürecinin bir kısmı “Algı yönetimi bakın nasıl yapılırmış?” sorusuna cevap niteliğindeydi.
Yıllarca “halim-selim” olmak ile övünen bir yapının “savaşçı-cengaver” yüzü görüldü..!
“Davete gelmiyorum, alacaksanız gelin alın!” meydan okuması ve canlı yayın eşliğinde bir gözaltı süreci yaşadık.
Xxx
Bu gözaltı sürecinde “İngilizce pankartlar” açılması, basın açıklaması yapılacak platformun arkasına hazırlanmış “imajlar” işin “profesyonel” yönünü göstermesi açısından manidardır.
Dahası, kendi deyimleriyle “internet fenomeni” bir hesap üzerinden birkaç gün öncesinden tüm bu operasyon deşifre edilmişti.
twitter üzerinden yapılan deşifre de “devletin kılcallarına kadar sızmışlar” (ki bu ifade de malum yapının kendisine rakip ve düşman olarak gördüğü bir takım çevrelere isnadıdır. HÖ) cümlesinin aslında kimler için kurulması gerektiğini göstermektedir.
Xxx
DÜN DE BUGÜN DE AYNI YÖNTEM
Hele bir de “Gazete bastılar! Özgür basın susturuldu” nidaları arasında yürütülen kara propagandaya bir de “Dünyaya rezil oldu Türkiye” bağlamındaki cümleleri de ekleyince işin rengi bambaşka oluyor.
İngilizce twitler, İngilizce pankartlar…
Ve...!
AB’den, İsrail’e, Amerika’nın malum çevrelerinden, İngiliz medyasına kadar bir çok partner kuruluştan “basın özgürlüğü” , “endişeliyiz” açıklamaları..!
Doğu Perinçek’in gözaltına giderken bağırarak “Suriye’den de İngiltere’den de tepki var” demesinin bir benzerini biz bu sefer bir gazetenin koridorlarında duyduk!
Oysa bu yapının kol kola girdiği ya da Türkiye’de o malum “odakların” taşeronluğuna soyunduğunu çok önceden görmüştük.
Geçen yıl 17-25 Aralık darbe teşebbüsünden sonra “Turpun büyüğü heybede” diyerek başlattıkları kara propagandanın uluslararası medyaya nasıl malzeme olarak sunulduğu bunun en bariz örneğiydi.
Peki, “Bir medya kuruluşu basıldı” yaygarasını yapanlara destek mahiyetinde sınır ötesinden ses veren çevreler kendi ülkelerinde yapılan bu meyandaki operasyonlara ses çıkarmışlar mıdır?
Hayır!
Dün Haber7.com’da Taha Dağlı arşivlik bir yazı yazdı. Yazı şu cümlelerle başlıyor:
“2005 yılında Almanya’da tam 5 gazeteye yönelik büyük bir operasyon yapıldı, 17 gazetecinin evleri basılıp, arandı, zorla ifadeleri alındı, avukatlarıyla görüşmeleri engellendi, dava da tam 2 sene sürdü…” (yazının tamamı için http://www.haber7.com/yazarlar/taha-dagli/1248544-almanyada-gazetelere-operasyonu-kim-yapti)
Taha Dağlı Almanya’daki operasyon için “sol marjinal gruplar” haricinde kimsenin “gıkını çıkarmadığını” belirttiği yazısında diğer Batı ülkelerinde de benzer operasyonları sıralıyor.
Diyeceğim o ki, ortada “bir medya organına baskın” yok, “bir meydan okumaya” uygulanan “bir prosedür” var!
OKTAY EKŞİ AĞABEY OLURSA!
Fakat tıpkı 2008’de Doğu Perçek’in yüksek sesle bir takım odaklara mesaj vermeye çalışması gibi bugün malum çevrenin aktörleri de partnerlerini harekete geçirmek için hayli çapa içerisinde.
Hele bir de Oktay Ekşi ile Hasan Cemal vak’ası var ki sormayın!
Sadece Oktay Ekşi’nin Hürriyet’ten neden ayrıldığını hatırlayın…
Hasan Cemal’inse “Çözüm süreci”ni “milli” bir proje olmaktan çıkarmak için kankası Cengiz Çandar ile hangi başkentlerde hangi odaklarla nelere çevirdiğini bilin; yeter!
Sonuçta malum yapı ki devlet bu yapıya “Paralel yapı” tanımlaması yapmıştır.
Algılar üzerinden sınır ötesine mesajlar vererek “hesap vermekten” kaçacağını sanıyor!
Suçu ispatlanıncaya kadar herkes masumdur; tamam!
Lakin “imtiyazlı meslekler” diye bir kavram da hukukta yok..!
İşin sıradan vatandaşlar açısından geldiği nokta ise paralel yapı açısında vahimdir!
İsmail Kılıçarslan’ın Yeni Şafak’taki köşesinde söylediği gibi:
“İnanmıyoruz kardeşim. Bu memleketi, bu memleketin geleceğini, bu memleketin Müslüman - Müslüman olmayan insanını kendi çıkarlarınız, kendi dünyalık beklentileriniz adına harcamayacağınıza inanmıyoruz.“
Son bir hatırlatma ile bitireyim.
Dün Vatan gazetesinde Hüseyin Yayman, “Öcalan’ı verdiler, Gülen’i aldılar, Erdoğan’ı hapsettiler” başlıklı yazısında çok manidar “tesadüfleri” yazdı!
Yazıyı okuyunca sadece şunu düşündüm:
Türkiye 1’nci Dünya Savaşı’nda açılan parantezi kendi elleriyle kapatmadıkça “özgürleşemeyecek!”
Bütün olup biten bir “özgürleşme” çabasıdır.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın üst perdeden ses tonuyla, “İsteseler de istemeseler de özgürleşeceğiz” cümlesi bu meydan okumanın mottosudur..!
Kalın sağlıcakla.
Twitter/hasanozturke