İdeolojik kamplara dönen şehirler örneğinde İzmir
Bir zamanlar “resmi ideoloji” diye bir kavram üzerinden büyük tartışmalar yaşardık. “Resmi ideoloji bizi tek tipleştiriyor, farklılığımız ortadan kalkıyor ve bize bir yaşam biçimi dayatıyor” diye başlayan nice tartışmaları hatırlıyorum. Tartışmakta da haksız sayılmazdık.
Ak Parti iktidarı ile birlikte 16 yılın sonunda geldiğimiz noktayı, “resmi ideolojinin vesayetinin geriletilmesi” şeklinde okuyabiliriz.
Ne var ki, “resmi ideoloji” bir zamanlar milletin tamamını bir kalıba sokma çabasıyken bu gün lokal mevzilerde aynı şeyi yapıyor.
Anladınız, konumuz yerel seçimler ve bazı bölgelerdeki “dayatmacı” zihniyet.
İzmir çok tipik bir örnek. Diğer sayfiye yerleri hiç saymayacağım. İzmir’in tam karşıtı Diyarbakır’dır. Orada da benzer bir durum var ama biz İzmir örneğinden devam edelim.
Zira İzmir örneği bize yeter de artar bile.
İzmir, Adnan Menderes ile birlikte Demokrat Parti’nin kalesiydi bir zamanlar. 1990’ların sonuna kadar da aslında hala öyleydi. Burhan Özfatura vardı mesela İzmir’de ve tipik sağcı bir başkan olarak İzmir’i yönetmişti.
Onun dönemini bile ele alsak, İzmir halkı, “kim ne düşünüyor, kim ne giyiyor, kim nasıl yaşıyor” sorusuna takılmadan çok olgun bir ilişki biçimiyle işinde gücündeydi. Belediye “hizmet” ediyordu.
O güne kadar Doğu ve Güneydoğu’dan göç haricinde “ideolojik” bir göçten söz etmek mümkün değildi.
Ne ki Yüksel Çakmur ile birlikte İzmir sosyolojisi değişmeye başladı. Yine Doğu ve Güneydoğu’ndan gelenleri dışarıda tutarak söylüyorum, özellikle Ankara ve İstanbul’un yüksek bürokratları sırasıyla İzmir ve çevresine göç etti. Bunları daha küçük memurlar takip etti. Bir de parası olan ve Güney’e inmek isteyenler vardı. (Alaçatı’nın 30 yıl önceki halini bilen biri olarak söylüyorum, o kadar.)
Bir de baktık ki “resmi ideloji”nin ne kadar savunucusu varsa İzmir ve civarına öbeklenivermişti.
Şimdi bakıyoruz, İzmir ve sosyolojik olarak İzmir’e benzeyen bölgelerde ciddi bir “ötekileştirme” çabası var. Tek tipleştirme, farklılıkları ortadan kaldırma ve yaşam biçim dayatması” söz konusu.
Daha önce burada yazdım. Bırakın İzmir ve benzeri şehirlerde yaşarken yaşadığınız sorunlar, oralara yaptığınız seyahatlerde bile rahatsız ediliyorsunuz. Mesela bir büyük markette, kasanın önünde bekleyen başörtülü bir kadına market arabasıyla bilinçli bir şekilde çarpıp sonra da, “Seni görmüyorum ki sen benim için yok hükmündesin” diye bağıran kadınların rahatsızlık vermesi gibi.
Yerel seçimler yaklaşırken, CHP zihniyeti olarak karşımıza lokal bölgelerde yeniden çıkan resmi ideloji savunucularının “ötekine” olan tahammülsüzlüğünü bir kez daha hatırlama ve hatırlatmak istedim.
Zira önümüzdeki yerel seçimlerde, “hizmet” mi “ideoloji”mi tercihinde kimin nerede durduğunu hatırlamakta yarar var.
Hele ki resmi ideolojinin savunucularının düşman kardeşi Apoculuk ile sırf “öteki” olarak gördüğünü tasfiye etmek maksadıyla kol kola girdiğini görünce...
Kaşıkçı vak’ası vesilesiyle birkaç soru birkaç not
Suudi Arabistanlı gazeteci Cemal Kaşıkçı meselesine bugüne kadar bilinç bir şekilde girmemiştim. Ama bu konunun belli çevrelerce istismar edildiğini gördükçe birkaç soruyu ve birkaç notu sizlerle paylaşmak istedim.
1. Türkiye-Suudi Arabistan ilişkileri son dönemde sıkıntılı olsa da diplomatik ilişkiler devam ediyordu, Cemal Kaşıkçı vak’ası o ilişkilerin de sona erdirilmesi için hem bu taraftan hem öbür taraftan muazzam şekilde kullanılmaya elverişli hale gelmiştir.
2. Türkiye ve özellikle İstanbul’un sosyolojisini bile etkileyen “Araplaşma” sürecinde muhalif Arap entelijansiyasının bu olay üzerinden Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politikasına yön vermeye kalkışması kabul edilemez.
3. Cemal Kaşıkçı vak’ası nereden bakılırsa bakılsın çok büyük, vahim bir diplomatik skandala dönüşmüştür. Ancak devletlerin arasındaki ilişki biçimini birkaç çıkar grubunun belirlemesine müsaade edilirse sonuçların bizim lehimize olacağını kim söyleyebilir?
4. Meselenin bir insani bir de diplomatik boyutu var. İnsani boyutunda Cemal Kaşıkçı’nın başına gelenlerle ilgili yapılabilecek ne varsa yapmalıyız. Ama diplomatik meselede biraz daha serin kanlı kalmakta yarar yok mudur?
5. Sonuçları bölge siyasetini etkileyecek olan gazeteci Cemal Kaşıkçı vak’asında “taraflar”ın dışında üçüncü bir göze ihtiyaç yok mudur?
6. Suudi Arabistan’ın son dönemdeki dış politikasında Amerika, İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır ekseninde yer alması Türkiye’nin lehine değildir. Ama Türkiye’nin de sırf “muhalif” olduğu için kapılarını her kesime açmasının anlamı da var mıdır?
7. Suriye, Mısır, Libya, Irak gibi ülkelerden İstanbul’a gelen Arap misafirlerimiz nedeniyle değişen sosyolojimizin bize nasıl bir fatura çıkaracağını bu olay vesilesiyle bir kez daha hatırlayabilir miyiz?
8. Cemal Kaşıkçı meselesinin insani boyutu trajedidir. Ancak diplomatik boyutunda serinkanlılık çekilmek istenilen tuzağı bozmamıza yarayabilir.
Ben bu işten son derece işkillendim, bilinsin isterim..!
YENİ ŞAFAK