Rahatsızım… Tabiatıyla huzursuzum da
Birkaç vakittir fena rahatsızım.
Yatak döşek yatmaktayım, zaman zaman.
“Ortalık salgını” diyorlar ne demekse. Bir geliyor bir gidiyor. Ama ne dense hiç çekip gitmiyor!
“Kırıp geçiriyor. Hastanelerin acilleri senin gibilerle dolu” diyorlar.
Anlamaya çalışıyorum.
Rahatsızım… Tabiatıyla huzursuzum da.
Yatak batıyor. Bir dostun “hatır sorması” batıyor. Bir cümlemin anlaşılmaması batıyor. Bir cümlenin her harfi batıyor.
Dedim ya rahatsızım. Tabiatıyla huzursuzum da.
***
Böyle günlerde insan içine dönüyor. Muhasebe yapıyor.
“Kaç vakit daha” diye sorular soruyor kendine. Kaç vakit daha?
Kaç vakit daha dostlarla hemhal olacaksın? Kaç vakit daha sevdiklerini göreceksin?
Kaç vakit daha yazıp, kaç vakit daha konuşacaksın? Kaç vakit daha şeytan taşlayacak, kaç vakit daha tavaf edeceksin?
Sorular alıp başını gidiyor… Bu esnada ensemden giren ağrı alnıma yürüyor. Vücudumun bütün mafsalları sızılıyor! Telefondaki “dost”un sesi kulağımı tırmalıyor!
***
Dedim ya rahatsızım… Tabiatıyla huzursuzum da.
Bugünlerde vaktimin çoğunu okumaya ayırmışım… Yataktan çıkamamanın acısını okumadan çıkarmaya çalışıyorum.
Ne günlük gazetelerin satır araları kaldı okumadık, ne dergilerin. Bir de çok sevdiğim klasiklerden “ezber” niyetine yeniden okuduklarım.
Dönüp duruyorum etraflarında ve bakıp kalıyorum “acabalarım”a.
***
Rahatsızım… Tabiatıyla huzursuzum da...
Doktor “Bir süre daha dinlenmelisin. Bol bol su iç ki toksinleri atasın” diyor. Her yudum suda biraz daha “can” bulmayı umuyorum. Toksinleri atarken, içimdeki kurtçuklardan da kurtulmanın derdindeyim.
“Ha gayret geçti gitti” diyorum. Geçmiyor nedense.
Rahatsızım… Tabiatıyla huzursuzum da…
İnsan rahatsızlanınca biraz da hassaslaşıyor haliyle. Haksızlığa uğramışlığın verdiği ruh haliyle ızdırabım katlanıyor haliyle.
En çok da “dostum dediklerim”ce anlaşılamamaktan. Hassasiyetim had safhada.
Dedim ya rahatsızım, tabiatıyla huzursuzum da…
Geçip gidince bugünler… Geriye sadece yanlış anlaşılmalarla, kırılan kalpler kalacak diye endişeleniyorum.
Bir de “kaç vakit daha” sorusunu düşününce hele.
Dostun attığı “gül” bir gülle olarak dönüyor gönlüme.
Bugünler için midir bilemedim amma ilk kitabımın adını “Dost Ateşi Altında Yaşamak” koymuştum yakın geçmişte!
Sadık ağabeyin müjdesi gerçekleşti
Geçen gece, geç vakitte telefonum çaldı. Açtım. Heyecanlı, capcanlı bir ses, “Hasancığım Selamünaleyküm” diyerek söze girdi. “Ve Aleykümselam Sadık abi” diyerek mukabele ettim. Arayan Sadık Albayrak ağabeydi. Gecenin bir vakti uzun uzun konuştuk. Daha doğrusu o anlattı ben dinledim. Araya sorular kattım ki sohbet daha da lezzetlensin diye.
Konu döndü dolaştı, çevre sorunlarına, Meclis’in gündemindeki hayvan hakları yasasına geldi. Dedi ki “Benim yazdığım bir kitap var onu gördün mü?” Dedim ki “41 Belge Işığında Eski İstanbul’da Sosyal Hayat ve Çevre isimli kitaptan mı söz ediyorsunuz?” “Hah” dedi. “Tam da ondan söz ediyorum. O kitapta sokak hayvanlarının itlaf edilmesinin günah olduğu fetvası da var, yük hayvanlarının Cuma günü tatil yapması gerektiğini hükme bağlayan belge de” dedi. Dedim ki “Ağabey o kitap kütüphanemde. Hatta bir iki de haber yaptık ondan, hayvan haklarıyla ilgili.”
Çok mutlu olduğunu sesinden anladım. Devam etti, “İyi o zaman sana sevineceğin bir haber vereyim. Yakında 3 dilde yeniden basılacak. Türkçe, Arapça ve İngilizce olarak.” Çok sevindiğimi söyledim. O da çok mutlu oldu.
Telefonu kapatmadan önce, “Çevreciliği ve hayvan haklarını başkalarından öğrenecek değiliz. Ecdadımız bunun kurallarını bile belirlemiş. Bize de o belgeleri gün yüzüne çıkarmak nasip oldu” diye ilave etti. “Hasancığım gözlerinden öperim” diyerek telefonu kapattı.
Saat gece yarısını çoktan geçmişti. Bir süre konuşmamız üzerine düşündüm. Kütüphanemden kitabı buldum. Biraz karıştırdım. İlk baskısı 2006’da İGDAŞ tarafından yapılmıştı, bendeki 2014 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından basılan nüshası. Neler neler var içinde. Gerçekten çevre ve hayvan hakları konusunda Osmanlı’nın özellikle İstanbul’da “kural”a bağladığı uygulamalar son derece dikkate değerdi. O kitap şimdi 3 dilde yeniden basıldı.
Kitabı elimden bırakırken, Sadık ağabeye Rabbim’den uzun ve sağlıklı bir ömür diledim.