Hasan Öztürk
Hasan Öztürk
HABER7 YAZARI

Suriye sahasında Amerikalılara kafa tuttukça Türkiye içinde hareketlenmeler yaşanıyor farkında mısınız

GİRİŞ 04.08.2019 GÜNCELLEME 04.08.2019 YAZARLAR

Suriye’de olup bitenin özeti şu sanırım: Esad kaldı. Rusya Suriye üzerinden Akdeniz’e uzandı. Meşru muhalefet küçücük alanlara sıkıştı. Sınır dışına çıkanlar Türkiye’ye sığındı. İran, Obama dönemindeki desteği göremeyince Rusya ile sahada var olma yolunu tercih etti. Amerika, kendi uzun vadeli stratejik hedefi için Mümbiç’ten, İran sınırına kadar olan bölgede PYD-YPG/PKK terör örgütü üzerinden kuzeyde bir alan açtı. Türkiye, Zeytin Dalı ve Fırat Kalkanı ile terör koridorunun “batı kapısı”nı, Pençe-1 ve Pençe-2 harekatıyla (Kuzey Irak) doğu kapısını kapattı.

Sonuçta, bütün taraflar sahadaki varlıklarını siyaseten de yerleşik hale getirmeye çalışıyor.

Türkiye’nin “Suriye’nin toprak bütünlüğü” konusunda Rusya ve İran ile ortak perspektifi var.

“Sahadaki bütün terör örgütleriyle mücadele” konusundaysa hem Rusya hem İran’ın ikircikli tavrını biliyoruz. İdlib özelinde yaşanan süreçte Türkiye’nin de terör listesine aldığı HTŞ dışında neredeyse Rusya ve İran’ın terörist dediği ile Türkiye’nin tanımları arasında farklar var. Bu farklar yüzündendir ki İdlib’te orantısız bir müdahale söz konusu.

Bunu daha önce Halep’te de görmüştük. Halep’te Rusya ve İran destekli rejim “kanırtarak” ve hiç bir kural tanımaksızın kanlı bir müdahalede bulunmuştu.

Bütün bunlara rağmen Türkiye, Rusya ve İran “konuşabiliyor”, tartışabiliyor ve bir zemin bulabiliyor.

Rejimin de Türkiye ile dolaylı ve alt düzeyde ilişki geliştirdiğini biliyoruz.

Bu mekanizmanın hadi “Astana süreci” diyelim... Astana sürecinin Suriye’nin toprak bütünlüğü ve Türkiye’nin çekincelerinin de ortadan kalkacağı şekilde sonuçlanması beklentimiz. Bu sürecin bir ayağı da “Anayasa komisyonu”nun çalışmaya başlamasıdır.

Yakın gelecekte isimler üzerinde varılan mutabakat ile birlikte anayasa çalışmaları başlarsa, Rusya, Türkiye, İran ve dolaylı olarak Suriye rejimi oluşturulan zeminde uzlaşma şansı yakalayacaktır.

İşte tam da böyle bir zeminin olgunlaşmasından rahatsızlık duyan Amerika ve koalisyon ortakları Suriye’nin kuzeyi ile ilgili “dayatma” peşinde. İkide bir Ankara’ya çıkarma yapıyorlar. En son Trump’ın Suriye Özel Temsilcisi Jeffrey’in “5-10 km derinlikli güvenli bölge” ile Amerika- Türkiye ortak devriye önerisini getirmişti. (Bu önerinin PYD/YPG-PKK’yı Türkiye ile muhatap etme amaçlı olduğunu daha önce burada dile getirmiştik. HÖ) Önerileri şiddetle reddeden Türkiye’nin talep ve çekincelerini bilen Amerikan tarafı yine Ankara’ya geliyor.

Bu kez nasıl bir öneri ile geleceklerini bilmiyoruz. Ne var ki Türkiye’nin güvenli bölge konusundaki olmazsa olmazlarını biliyoruz.

Öncelikle, PYD/YPG-PKK teröristlerinin uzaklaştırılacağı ve yer yer 32 km derinliğe kadar varabilecek Cerablus’tan, Kamışlı’ya kadar uzanan “Barış koridoru” fikrinden vazgeçmiş değiliz.

Bu fikriyatı hayata geçirmek için Amerika ve koalisyondan taleplerimiz var. O talepler yerine gelmezse kendi göbeğimizi kendimiz keseceğiz.

İş başa düştüğünde de Amerika ve koalisyon ortaklarından “lojistik destek” alabilirsek, Suriye’nin kuzeyinde bir barış koridorunu inşa edeceğiz. Alt yapısıyla, üst yapısıyla yeni şehirler, yeni kasabalar, yeni köyler inşa edeceğiz.

Bu inşa edilen alanlara da misafir ettiğimiz Suriyelileri yerleştireceğiz.

Ve bütün bunları yaparken de Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygı duyduğumuzu göstereceğiz.

Bir yurt dışı seyahatinden dönüşte Cumhurbaşkanı Erdoğan uçakta bizlere şöyle demişti, “Suriye’de parselizasyon yapılmış.”

Bu cümlenin anlamı, “Taraflar kendilerince bir harita çalışması yapmış ve herkes alacağını vereceğini biliyor.”

Peki bizim elimiz armut mu topluyor. Toplamadığını Afrin ve El Bab’ta dünya aleme gösterdik.

Böyle bir tabloda, Türkiye’nin çıkarlarını kimsenin vicdanına bırakamayız. Zaten devletlerin de vicdanı olmaz. Çıkarları olur. Türkiye’nin toprak bütünlüğünü doğrudan ilgilendiren, güvenliğini doğrudan ilgilendiren bir meselede Türkiye onurlu, ahlaklı ve ilkeli bir tutum sergiliyor.

Sergilemeye de devam edecek.

O yüzden bugünlerde içeride Suriyelilerle ilgili bugüne kadar sesi soluğu çıkmayanların ileri geri konuştuklarına şahit oluyoruz.

O yüzden bugünlerde “aynı inanç ve sosyoloji” üzerinden kendini tanımlayanların hükümete karşı “parmak salladığını” görüyoruz.

O yüzden bugünlerde her alanda durdurulması gerektiğine inanılan Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı “yakın çevreden” muhalefet örgütlendiğini görüyoruz.

Türkiye’nin “açıkça” ilan ettiği tezlerini bilmeyen yok. Bu tezlere rağmen hala Amerikan çıkarlarıyla örtüşen tezleri bu millete satmaya kalkışıyorlar.

Her şey gözümüzün önünde oluyor. Ve sonuç adım adım yaklaşıyor.

Sahi, sonbaharda siyasette yaşanacak dalgalanma ile Suriye krizi arasında ilişki hiç mi yok?

Sahi, Suriyelilerle ilgili “yalan” üzerinden yapılan propagandanın Türkiye’nin iç politikasına yönelik hiç mi yönü yok?

Allah aşkına Suriyelileri orantısız sevmek ile orantısız nefret etmek üzerine geliştirilen iki perspektifin de yanlışlığını hala anlamış değil miyiz?

Yenişafak

YORUMLAR İLK YORUM YAPAN SEN OL