27 Nisan e muhtırası unutulur mu
Uydurulan bir 367 garabeti sonrasında Meclis 11’nci Cumhurbaşkanı’nı seçememişti.
Ayrıntısını anlatacak değilim.
Tam işte o günlerde günlerden 27 Nisan 2007 Cuma gecesiydi ki Genelkurmay Başkanlığı’nın resmi internet sitesine konan bir metin memleketin en az 10 yılına mal olacaktı ki…
O güne kadar alışık olmadığımız bir hükümet refleksiyle Türkiye’deki sivil devrimin önü açıldı.
27 Nisan e muhtırası’nın yıl dönümünde o muhtıranın içeriği konusunda söz söyleyecek değilim.
Sadece iki hususu hatırlatıp geçeceğim:
1- Muhtıra metni basına sızdırıldıktan sonra televizyonlarda boy gösteren pek “muhterem” köşe yazarlarımızın bir kısmı bugün 28 Şubat soruşturmasının “bir yerde” durması gerektiğini savunuyorlar. Anlayacağınız “nato mermer nato kafa!”
2- Ertesi günü Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek diliyle, hükümet o bildiriyi püskürtmeseydi, bugün artık vakayı adiye sayılan birçok soruşturma ya da mahkeme süreci hayal olurdu!
Bilmem anlatabiliyor muyum?
Demirtaş Washington’dan Barzani’ye ayar verirse!
Başbakan Erdoğan, geçtiğimiz haftalarda BDP’ye üstü örtülü çağrıda bulunarak, “Terörle aranıza mesafe koyun. Bizim muhatabımız seçilmiş meşru siyasetçilerdir” demişti hatırladınız mı?
Açıkçası, son dönümde doğu ve güneydoğu sınırımızdaki komşularımızla yaşadığımız sıkıntılarla birlikte; terör örgütü PKK ile mücadelede de yeni bir döneme girildiğinin farkında olan herkes Erdoğan’ın bu çıkışının ya da çağırısının nasıl bir karşılık bulacağını merak ediyordu.
Çağırıya cevap Washington DC’den geldi; ilginç!
Bu cevaba geçmeden önce Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani’nin Türkiye temaslarında ilk kez yüksek perdeden seslendirdiği, “Topraklarımızda silahı teröre müsaade etmeyeceğiz” anlamına gelen ve PKK’ya açıkça uyarı anlamı taşıyan sözlerini de hatırlatmak isterim.
Zira Washington DC’den yükselen ses, Barzani’ye de “ayar vermeyi” ihmal etmemiş görünüyor.
Hele bir de Uludere vak’asında vurulan sadece kaçakçı çocuklar değil aynı zamanda Mesut Barzani ya da Kuzey Irak Yönetimi’nin de olduğu hatırlandığında, Washington’dan gelen sesin anlamı bir başka oluyor bilesiniz!
BDP heyeti bir dizi temaslarda bulunmak üzere Washington’da birkaç gündür.
Ve Türkiye’de “terörle aranıza mesafe koyun” çağırısına, okyanus ötesinden Eş Başkan Selahattin Demirtaş’in dilinden şu cevabı veriyor:
“PKK terör örgütü değildir. Doğru teşhis bizimkisidir. Tüm dünya aksini söylese de..!”
Aynı isim, Barzani’yi de (ki yıllarca hamilik yapmış olduğu halde) şu sözlerle tehdit ediyor:
"Elbette ki Irak'taki halkların yeni bir statüyle kendisini yönetmek istemesi, eğer barışçıl yöntemlerle gerçekleştirilecekse, sonuçta oradaki insanların hakkıdır. Ama bu, bölgesel düzeyde daha kanlı savaşlara, etnik çatışmalara yol açacaksa, böyle bir risk varsa, bu konuda çok daha dikkatli olunması lazım. Elbette şu anda Suriye, Irak, İran'daki gelişmeler bütün ve birbiriyle bağlantılı olarak ele alındığında, böyle bir risk vardır" dedi.
Şimdi soru şu:
İran, PKK’nın İran kolu olarak bilinen PEJAK’ı teslim aldıktan sonra, PKK ile hangi ölçülerde bir ilişki geliştirdi?
Suriye’deki BAAS rejiminin doğal müttefiki haline gelen PKK’yı terör örgütü olarak göremeyen ve fakat doğru teşhisin kendi görüşleri olduğunu söyleyene BDP yönetimi, yıllardır hami olarak gördükleri Mesut Barzani’yi ne karşılığında tehdit etmektedir?
Irak’ın parçalanması durumunda kanlı savaşlara işaret ederek aba altında sopayı Barzani’ye taa Washington’dan gösterilmesinin karşılığı nedir?
Yoksa bütün bu “Kürtlerin hakları söylemi”nin savunucuları “taşeronluğa” soyundu da biz yeni mi fark ettik!
Artık bir sorunu sadece sınırlarımız içinde ya da sınır dışındaymış gibi tartışma dönemi çoktan geçmiş görünüyor!
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun dünkü Meclis’teki Suriye bilgilendirme konuşmasına bakmak bile gözümüzü açmalı.
Öyle değil mi?
Kalın sağlıcakla.
Hasan Öztürk - Haber 7