Hüseyin AKIN
Hüseyin AKIN
HABER7 YAZARI
TÜM YAZILARI

Nazım Hikmet'in Dergâh'ı nasıl yıkıldı?

GİRİŞ 21.03.2011 GÜNCELLEME 21.03.2011 YAZARLAR

1967’de Sofya’da neşredilen ve Ekber Babaef tarafından derlenip Abidin Dino’nun resimlenen Nazım Hikmet külliyatının hatıralar bölümüne kulak verip Nazım Hikmet’in ağzından kendi şiir serüvenini bir dinleyelim.

 Şöyle söylüyor şair:

“Niçin şiir yazıyorum?...Bunu başka türlü sormak daha doğru: şiir yazmaya neden, nasıl başladım? Hatırlamaya çalışayım. 13 yaşlarındaydım. İstanbul’daydık. Büyükbabam şairdi, ama şiirlerini hâlâ anlamam. Dilini, Osmanlıca dediğimiz, yüzde yetmiş beşi Arapça, Farsça sözlerle ve Arap, Fars gramer kaidelerine uygun bir Türkçeyle yazardı. Bunlar didaktik, dogmatik dini şiirlerdi. Anlamıyordum onları. Ama ben şair bir büyükbabanın torunuydum.”

 Nazım’ın “şairdi” dediği büyükbabası Mevlevi tarikatına bağlı tasavvufi şiirler yazan Nazım Paşa’dır.

Nazım’ın şiire nasıl başladığını anlatırken, özellikle dedesinin şairliğine vurgu yapması bu anlamda bir soyaçekimi ne denli ciddiye aldığını gösteriyor.

Nazım Hikmet’in 1921’e kadarki şiirlerinde bu soyaçekimle beraber dededen tevarüs eden geleneğin etkisi vardır.

Nazım Hikmet her ne kadar dedesinden bahsederken “anlamıyordum onu” dese de yazdığı birçok şiirde aslında dedesini anlamanın da ötesinde nasıl içselleştirdiği açıkça göstermektedir. Bu şiirlere en önemli örnek Dergâhın Kuyusu” başlıklı şiirdir.

54 dizden oluşan ve hece vezniyle yazılan bu şiir 1923 yılında mekteplerdeki edebiyat kitaplarında yer alır, fakat nedense iki yıl sonra sakıncalı addedilerek ders kitaplarından çıkarılıverir.

Nazım’ın aynı zamanda çocukluk arkadaşı olan Vala Nurettin Bu Dünyadan Nazım Geçti adlı biyografik eserinde Nazım Hikmet’in Mevlevilik temayülünü ayrıntısıyla anlatır. Nazım’ın daha sokaklarda oynayan bir çocukken yazdığı tasavvufi şiirleri okuyanlar bu şiirleri onun yazabileceğine ihtimal vermez dedesi Nazım Paşa’nın yazdığına kanaat getirirlermiş.

Varlığından geçerek mistik bir karanlıkta dergâh kuyusunun duvarından tutan şair yaşadığı tecrübeyi aynı derinlikte anlatır:

“Burdan geliyordu o iniltiler!
Gönülde titrerken şüpheli bir yer

Allah'a yalvaran, Allah'ın adı
Beynimin içinde uğuldadı

Sanki bir dakika çarpmadı kalbim
Ey ulu Allahım, ey ulu Rabbim!

Kuyuda zikreden, ağlayan kimdi?
İçine eğildim... Anladım şimdi

İsm-i Celalini candan andıkça
Yer yer yükselerek çalkalandıkça

Kuyunun zulmette parlayan suyu...
Kuyu zikrediyor, ağlıyor kuyu”

Dede ile torun arasına ileride uçurum oluşturacak şekilde ne girmiş olabilir acaba? Dergâhın kuyusundan hayatın uçurumuna doğru sürüklenişte şairin anne ve babasının etkisi inkâr edilemez.

Hem anne hem de babanın geleneksel kültürle hiç ilgilerinin olmaması anne Celile Hanım’ın Fransa’da eğitim almış Fransız aydınlanmacılığının şiddetli savunucusu olması, babası Hikmet Nazım Bey’in ise yüzü dışarıya dönük batılı bir hayat sürmesi Nazım Hikmet’in düşünce serüvenin de çok etkili olmuştur.

1921’den önce yazdığı şiirlerle bu tarihten sonra yazdığı şiirler arasında hem belirgin bir fark hem de şairin ömrü hayatını trajik kılan bir şeyler vardır.

“Bu imansız muhitte öyle yalnızsın ki sen/ Bir arkadaş bulurdun ruhumu bulabilsen” diye seslendiği ‘Ağa Camii’ şiirinde, “Bir isyana dönmeden şimdi yalvaran âhım/ İlk önce beni öldür beni öldür Allah’ım” diye yalvaran “Delinin İkinci Duası” şiirinde ya da “Kalbe muhabbette buldum ilacı/ Ben de müridinim işte Mevlana” dizelerinin geçtiği ‘Mevlana’ şiirinde hep bu trajik yan kendini belli eder.

Çünkü belli bir tarihten sonra-Tevfik Fikret’te olduğu gibi- hissedilir tarzda bir kimlik ve kişilik parçalanması yaşamıştır şairimiz.

Nazım’ın bu zihinsel dönüşümünde 1921 sonrası Rusya seyahatinin büyük payı vardır. Rusya dönüşüyle birlikte şiirlerinde de bir dönüşüm başlamıştır. “Meşin Kaplı Kitap-Kitab-ı Mukaddes” bu tarihlere rastlar. 

‘Meşin Kaplı Kitap’la birlikte Nazım’ın hem dünya görüşünün hem de şiirlerinin içeriği değişmiştir. Bütün bu değişikliklere rağmen şair Mevlevi dededen kalan düşünsel mirasın izlerini kolay kolay üzerinden atabilmiş değildir.

Prof.Dr Mustafa Kara’nın ifadesine göre ‘Nazım Hikmet’in şiir damarlarını besleyen ana kaynaklardan biri de tasavvuf kültürü ve tekke edebiyatıdır. Arapçaya, Farsçaya ve Mevlevi kültürüne hakim olan bir dedenin torunu olan ve böyle bir ailede büyüyen Nazım için  bu çizgi sürpriz sayılmamalıdır.” (Tasavvufi Şiirin Gücü / Makale-Prof. Mustafa Kara )

Daha 18 yaşındayken vasiyetini bu tasavvufi minval üzere yazan Nazım Hikmet’in bu topraklara ve bu coğrafyanın değerlerine bağlılığının yanı sıra ölmek istediği topraklara duyduğu sevgi ve sıcaklığı inkâr etmek ne mümkün!

  “İstemezseniz eğer böyle gam çekmemizi
   Doymadan öldüğümüz Anadolu’da bizi
   Evliyalar mezarı tepelere gömünüz
   Bir şefaatçi bulur ahrette gönlünüz.”

Hüseyin Akın - Haber 7
akinakinhuseyin@hotmail.com

YORUMLAR İLK YORUM YAPAN SEN OL