Hüseyin AKIN
Hüseyin AKIN
HABER7 YAZARI
TÜM YAZILARI

Üniversiteyi kazanmadan yapılacaklar

GİRİŞ 25.03.2011 GÜNCELLEME 25.03.2011 YAZARLAR

ÜNİVERSİTEYİ KAZANMADAN EVVEL YAPILMASI GEREKENLER

Okul ne işe yarar?

Bu soru üzerinde İvan İllich’in tezlerini yeniden sıralayacak değilim. Fakat ömrümüzün büyük bir bölümünü, üstelik en dinamik çağlarını okullarda geçirdiğimize göre bir hayat muhasebesi yapmamız da çok görülmemeli.

İlköğretim yıllarını ele alalım. Sekiz yıllık kesintisiz eğitimle (öğretim demek daha doğru olur) birlikte çocuklar engelli bir koşunun içerisinde buluyor kendilerini.  Bütün mesele sadece iyi bir liseye girebilmektir.

İyi bir liseye girmekten maksat ise iyi bir fakülteyi kazanma ihtimalini yüksekte tutmaktır aynı zamanda.

Öğrenmenin ve bilmenin tek nedeni vardır, hedeflenen noktaya ulaşmak için malzeme olmak. Bilgi ne çocuklukta ne de gençlikte hayatı çekip çeviren bir kılavuzlama aracı değil, hayali kurulan mesleğe ulaşmanın malzemesidir

Lise öğrenimini geçtik üniversite tahsilinin bile bugün entelektüel dünyamıza katkısı tartışmalıdır.

Üniversite sayısının çoğalması, okullaşma oranının artması sadece kemiyete hizmet eden bir gerçektir. Şayet keyfiyetli bir sonuç oluşmuş olsaydı bilimle birlikte bilinç düzeyimizde ve kültür-sanat dünyamızda tezahür ederdi.

İlköğretim süreci bireye sağlıklı bir çocukluk, lise süreci de uyumlu ve kendisiyle barışık bir gençlik bahşetmiş olsaydı başka bir şeye gerek bile yoktu. Çünkü istikbali kazanmak adına hedeflenen diğer şeyler kendiliğinden gelecektir.

Lise ve üniversite sınav sistemi bilginin değerini pratik kullanımına paralel olarak daraltıp aşağılara çekmiştir. Maratoncu olması gereken beyinler yüz metreye uyarlı hale getirilmiştir.

Böylesine kısa mesafe koşuculuğuna mutabık yetişen kuşak için daha ilerisi diye bir şey yoktur. Olsa bile gereksizdir.

Üniversite kapıları önündeki yığılma evrensel bilgiye susamış gençliğin fotoğrafı olmuş olsaydı elbette böyle konuşmazdık.

Liselerde son sınıf öğrencilerinin çarpan kalbi, atan nabzı ve artan telaşı şayet eşik atlamak için değil bilmek yurdundan bulmak ülkesine açılmanın heyecanıyla olmuş olsaydı yazımızın başlığı bile bu sevince iştirak ederdi.

Pazar günü üniversite sınavının birinci basamağına girecek öğrenci manzaralarına bakınız. Aramızda yaşıyorlar mı bundan bile emin değiliz. Ortada asap bozucu bir sessizlik var. Yanlış anlaşılmasın, bu gerilimin hepsini bu gençler oluşturmuyorlar kuşkusuz. Gerilim tohumları adeta gençlerin ayak bastığı her köşeye serpiştirilmiş...

Sırf üniversite sınavı sebebiyle saatlerin bir gün gecikmeli olarak ileri alınacağının söylenmesi bile kalp atışlarını artırıyor. Art arda gelen uzman tavsiyeleri, sınavdan evvel şunu yemeyin şunu içmeyin, sınavdan sonra sakın şunları şunları yapmayın gibi uzayıp giden tavsiyeler ise can sıkacak boyutta.

Öte yandan geçmiş yıllardaki kopya hadiselerinden dolayı en ince ayrıntısına kadar alınan sıkı önlemler adrenalini iyice artırıyor. Bu kadar stres ve bu kadar abartı niye?

İnsanın dünyası önemsediği şeyle doğru orantılı olduğu için, gençleri bilmek ya da bulmak değil sadece bir yere girebilmek heyecanlandırabiliyor.

Ne de olsa gençlere gösterdiğimiz dünya böyle minyatür bir dünya. Daha fazlasını göremeyen hâlihazırdakini sabit ufuk addedecektir elbet.

Üniversite sınavına girdiğim günü hatırlıyorum. Evdekilerin hepsi Pazar uykusundayken tek başıma çıkıp gitmiştim sınava gireceğim okula. Okulun önü ana baba günüydü. Fakat bu benim için geçerli değildi tabii. Hiçbir zaman annemi ve babamı da sınav günü yanımda götürmek aklıma gelmediği için bizimkiler orada yoktular. Ne salonumu ne de salonda oturacak yerimi önceden görmemiştim. Elimde sadece kendinden silgili ikinci el bir kurşun kalemden başka bir şey yoktu. Saat takmak bile aklıma gelmemişti. Sınavdan çıktıktan sonra sınav sonuçları belli oluncaya dek sınavımın nasıl geçtiğine dair hiçbir şey konuşmamıştım. Sonuç açıklanıp bir fakülte kazandığım belli olduktan sonra da evin gündemini değiştirecek bir durum yaşanmamıştı.

Bu soğukkanlılığın sebebi sınavlara çok alışkın olduğumdan dolayı falan değil elbet. Hiçbir şeyi ölüm kalım mücadelesine dönüştürmemek gerektiğini yaşayarak öğrenmiştik bir kere. Sokak ve ailenin yanı sıra okuduğumuz kitaplar gizli gizli hep bize bunu fısıldadı. Hareketlerimizdeki cinsliklere bakıp da okuduğumuz kitaplardan yola çıkarak “hep bu kitaplar sizin beyninizi yıkıyor!” diye çıkışanlar gerçekten haklıydılar. Bu kitaplar bizim beynimizi yıkamıştı. Çünkü bize üniversite sınavına girdiğimizde şayet kazanırsak kazandığımız şeyin sanıldığı ve söylendiği gibi çok büyük bir kazanç olmadığına, kaybettiğimiz takdirde de kaybımızın kesinlikle öyle büyük bir kayıp olmadığına inandırmıştı. İzafi değerlerin tortuları temizlenip gitmişti kafamızdan.

Eğer beyin varsa bir insanda onu yıkayacak kitap her zaman bulunur.

Hüseyin Akın - Haber 7
akinakinhuseyin@hotmail.com

YORUMLAR İLK YORUM YAPAN SEN OL