Sandığa gitmek
Seçim dedikse hemen aklınıza sandık gelmesin.
Tercihleri teke indirgemek siyasetin ne denli hayatımıza egemen olduğunu da gösteriyor bir yandan.
Sandıktan ne çıkar bilmiyorum, ama durum yine de sizin sandığınız gibi değil.
En önemlisi hayat siyasetten ibaret değil.
Her meseleyi siyasete tahvil etmek bize özgü toplumların bir alışkanlığı.
Türk toplumu böyledir, en çok kaçtığı şeye yaklaşma temayülü gösterir.
Hatta korktuğuna yaklaşmak gibi bir tavrı bile vardır.
Üç şey karşısında postasını koyan bir milletiz: Edebiyat, felsefe ve siyaset.
Geriye ne kaldı diyebilirsiniz.
Kitle için hayat hep magazin bir akışa kendini uydurur.
Geçim derdi seçim derdinin her zaman üzerindedir.
Biraz kafiyeli secili konuşmaya kalksanız karşıdan alacağınız tepki bellidir: Edebiyat yapma! Hani kendinize doğru inişler yapıp şöyle ontolojik, epistemolojik cümleler kurmak isteseniz aynı ses yine karşınıza dikilir: Felsefe yapma!
Yanlış giden şeylerden şikâyet etme hakkınız da yoktur.
Memlekette ters giden şeyler hakkında ortalık yerde ‘nerde bu devlet?’, ‘nerde bu millet?’ diye söylenmeye kalksanız alacağınız cevap yine aynı tondadır: Siyaset yapma!
Edebiyat, felsefe ve siyaset birbirine bağlı üç kanal.
Bu üç kanalla insan arasındaki irtibatı kestiğinizde rahatlıkla insan kümelerini sürüleştirebilirisiniz.
Çünkü ihtiyar vasfını insan bu üç şeyle kazanır.
İhtiyar olmak bizde yaşlanıp güçten düşmek gibi bir anlama sıkıştırıldığı için sözüm yabana atılabilir.
Oysa ihtiyar hayırlı olanı seçme kabiliyetidir.
Hayırlı olanı hayırsız olandan ayırt etmeyi sağlayan tefrik mekanizması edebiyat, felsefe ve siyasetle harekete geçer.
Toplum ne denli az düşünür ve çekip çevirme işine ne denli az burnunu sokarsa itiraz yeteneği o denli kontrol altına alınmış, uysallaştırılıp ehilleştirilmiş olur.
Her üç alan da kol kola girip birbirlerine omuz verdiğinde muhalefeti ve yerini yadırgamayı besler.
Felsefe sorgulama gücü verirken edebiyat bu soruyu nasıl sorunsuz(muktezayı hale uygun olarak) aktarabileceğimiz konusunda felsefeye yordam öğretip yardım eder.
Siyaset felsefe ile edebiyatın birbirini onaran bu ilişkisini kuvveden harekete geçirir.
Siyaset imkânların nasıl ve ne şekilde mümkün kılınabileceğinin pratik yollarını gösterir.
Ne yazık ki bu ülkede siyaset kelimesi geçmiş yılların, meşum evrelerin ve talihsiz dönemlerin yaşattığı olumsuz sonuçlar, ödettiği bedeller yüzünden hep tedbirli ve temkinli yaklaşılan bir sözcük olarak algılanmıştır.
Sanki edebiyat aktif bir şekilde uğraştığımız bir saha, siyaset ise bizi etki alanı içerisine alan ve iç içe yaşadığımız bir atmosfermiş gibi görülüyor.
Hâlbuki her üç kavramın dünyamızdaki yeri onlarla kurduğumuz ilişki biçimine göre şekilleniyor. Felsefeye de edebiyat ve siyasete de şekil veren biziz.
İstersek siyasete kendisinden uzak durulması gereken ayak kaydırma ve manipülasyon sanatı olarak yaklaşabiliriz.
Aynı şekilde dilersek insanların zihnini bir anda edebiyatın gereksizliği ve laf kalabalığı olduğu konusunda şartlandırabilir ve böyle bir intibaya genel geçer doğru muamelesi pekâlâ yapabiliriz.
Sandığa gitmeden evvel insan önce kendine gelmeli.
Sandık böylesine rezervler olmadan gidilebilecek bir yer de değildir.
Gençlerimiz reşit olma coşkusuyla gözünün üstünde kaşını hilal zannedebilir.
Bu onlar için çağları icabı çok da görülmemelidir.
Ama ihtiyarlar için böyle bir esneklik söz konusu değildir.
Eğer ihtiyar olmayı bir tür yaşlılık çeşidi olarak görmüyorlarsa yaşını başını almışlarımız içlerine dönerek tercihlerini yapıp seçimlerini gerçekleştirebilirler.
Beklentim ve sözüm yeni yetme modern ve liberal ihtiyarlar için değil, hâlâ kişisel ve kültürel hafızasını koruyabilmiş muhafazakâr ihtiyarlar içindir.
Ayrıca unutmamak gerekir ki maharet ve marifet oy pusulasındaki yerini bulmak değil, yaşadığı yaşı ve geçirdiği ömrü kullanarak hayattaki ağırlığını ve yerini tespit edebilmektir.
Hüseyin Akın - Haber 7
akinakinhuseyin@hotmail.com