İsmail Öz
İsmail Öz
ALINTI YAZAR
TÜM YAZILARI

Kendi kendini yenen güç…

GİRİŞ 29.01.2021 GÜNCELLEME 29.01.2021 YAZARLAR

İlk bakışta “Nasıl yani, bir güç neden kendini yenmek istesin?” diyenleriniz mutlaka olmuştur…

Haksız da değiller; böyle düşündükleri için…

Lakin burada kast edilen şey, “bile isteye” bir şey değildir zaten…

Süper güçlerin, belirli bir aşamadan sonra kontrol edemedikleri gücünün, kendi kendine zarar vermeye başlamasıdır; önlerinde durabilecek hiçbir gücün var olmadığı düşüncesiyle…

Montesquieu’nun da kendilerine “hak” etmediği değeri verdiği, dünya tarihinde kendini tartışmasız otorite olarak gören “hikmetsiz hüküm” sahibi bütün despotlar, toplumlarını sadece bu “ulaşılamaz” olduğuna inandıkları güçlerinin korkusuyla yönettiklerini/yöneteceklerini zannettiler…

Lakin bunun böyle olmadığını/olamayacağını, yaşanmış pek çok örnek bize ispatlamıştır…

İktidarların ömrünün uzun olmasında, gücün tesirini de inkâr etmeden, hakkını teslim etmemiz gereken en önemli şey-belki ilk sıradaki şey- dindir…

Çünkü kuru bir güce hikmetli, adaletli, merhametli, ölçülü bir bakış sağlayan şey dindir; burada “din” ile kastedilen şey, her toplum için “din” neyi ifade ediyorsa odur…

Fasit-despotlar çağının en meşhur karakteri olan Hitler çok önemli örnektir, dini boşaltılmış bir devletin içinin, propaganda ile doldurulmuş haliyle neler yapabileceğini gösteren…

Almanya daha sonra küllerinden doğmuş olsa da, Hitler’in onu nasıl öldürdüğünü çok iyi teşhis etmek oldukça önemlidir…

Hitler, Almanlara yollarının üzerindeki bütün dikenleri kaldıracağını ve onları yeniden bir dünya imparatorluğuna taşıtacağını vadederken elindeki tek silah, insanların özgürlüklerini elinden alan ve etrafına dehşet saçan korkuydu…

Hitler bu korkutuculuğunu kendine vehmettiği, kanun şemsiyesiyle de güvence altına aldığı sınırsız gücünden alıyordu; tıpkı bizdeki faşist, despot, vesayetçi darbeciler gibi…

Ya sonra ne oldu?

Olan şey çok açık: Almanların özgürlüğünün mutlak efendisi, hareketlerini kontrol eden bir tekel; öyle ki o canlılığını yitirdiğinde etrafındaki her şey de canlılığını yitiriyor, o uyuduğunda her şey de uyuyordu; ne neticede o öldüğünde de her şey öldü…

Ve bir güç, kendine vehmettiği bütün hastalıklı halleriyle, öngörüsüzlükleriyle kendi kendini böylece yenmiş oldu…

Sonradan üzerine zafer görüntüsü vermek üzere basan postal, aslında kendi kendini öldürmüş bir despota aitti…

Bu duruşun güncel sembolü olarak, bütün dünyada “süper güç” formunda kendisini pazarlayan, her türlü değeri yok ederek sadece korkuyla otorite sağlamaya çalışan ABD’yi de Trump, çok net bir çıplaklıkla bize gösterdi; Noam Chomsky’nin, “Trump, asla mukayese edilemese de bana Hitleri hissettiriyor” ifadelerinin açtığı zihinsel pencereden baktığımızda…

Bu savruk, öngörülemez ve gücüyle körleşmiş Trump’ın, bir dönem daha seçilmesini işte bu gerekçeyle çok istemiştim; kendi gücüyle kendini yenmesini beklediğim ABD’ye, belirli bir ivme kazandırdığı için…

Evet, ABD belki dışarıdan bir güçle yenilemeyecek kadar güçlü olabilir; ama kendi gücüne yenilmeyecek kadar güçlü değildir…

Değerlerini kaybeden, adaletleri sorgulanan, otoritelerini korku üzerine kuran bütün despotların kaçınılmaz sonunu-iflah olmayacaksa eğer-ADB’de er ya da geç yaşayacaktır…

Tıpkı yumuşak gücünü kaybettikçe yozlaşan, yozlaştıkça da kendi gücüne yenilen Roma ve diğerleri gibi…

Kendi kendilerini yenen, toplumlara sadece kılıcı gösterenlerin ihmalinin özeti: 

Haksızlığa uğratan, inancını-vicdanını yitiren, adaletten şaşan bir kanun, öncelikle kendine şiddet uyguladı; kendini sorgulattı…

Kendini sorgulatan yasanın ahlâki gücü azaldı; sorgulandıkça da zamanla dayanamayıp ve pes etti…

Bu pes ediş, aslında yasanın değil, onu çıkaran ve doğru düzgün uygulayamayan iktidarların, despotların pes edişiydi…

Bu yüzden adalete “mülkün temeli” dendi…

DİRİLİŞ POSTASI

YORUMLAR İLK YORUM YAPAN SEN OL