İsmail Öz
İsmail Öz
ALINTI YAZAR
TÜM YAZILARI

Kültür, dil ve siyaset

GİRİŞ 17.04.2023 GÜNCELLEME 17.04.2023 YAZARLAR

Kavramlarla düşündüğümüze göre onlardan bağımsız herhangi bir alan da düşünemeyiz.

Teoman Duralı Hoca’nın o meşhur sorusunu mealen biz de soralım.

Eğer kavramlar/kelimeler şirazeden çıkmış ise düşüncenin şirazede kalması mümkün olabilir mi?

Yakın tarihimiz dilin, kavramların ne demek olduğunu bize, dilimize yapılanların çok acı bir sonucu olarak gösterdi.

Gücünü köklerinden alan kavramlarımız, “dilde sadeleştirme” gibi hareketlerle âdeta soykırıma uğratıldığından beri hayatın her alanında çok şiddetli kavgalar yaşıyoruz.

Bizi konuşturamayan, ortak duygularımıza tercüman olamayan köksüz, yüzer-gezer, nev-zuhur bir o kadar da saçma-sapan kavramlar derinlikli, sakin düşünceyi şirazeden çıkardı.

Bu şirazeden çıkış, dilin kendi doğal seyri ve hür iradesiyle olmadı elbette.

Dönemin iktidarının araya girerek bu doğal akışa çok sert bir şekilde müdahale etmesiyle yaşandı bütün bunlar. 

Kültür, dil ve siyaset ilişkisindeki bu yakın ve belirleyici tarafı görmeden konuyu izaha kalkışamayız.  

Demek istiyorum ki iktidar değişimleri, sadece ekonomik dengeler üzerinden yorumlanamaz.

Oy vermeye karar verdiğin partinin eğitim, kültür ve dil politikasında neleri referans aldığına da çok iyi bakman gerekir.

Sonrasında karşına çıkarılacak sanattan, müzikten, eğitimden, sinemadan sorumlu olmayacağını iddia edemez ve şaşırma hakkına sahip olmazsın.

“Bugün her şey mükemmel yapılıyor” iddiasıyla değil elbette.

14 Mayıs’ta karşımıza gelecek olan ve her biri bir diğerine taban tabana zıt partilerin bahsettiğim alanlardaki temel politikalarının nasıl bir kafa karışıklığı oluşturabileceğini de ayrıca değerlendirmek gerekiyor.

Sonuçlarının seçim sloganlarındaki heyecanlı ve spotlaştırılmış hâlinden farklı ve dramatik olacağını tahmin etmek zor değil.

Peter Gay, Weimar Almanya’sını tarif ederken, “Bir tarafta antidemokratik güçler, diğer tarafta ise Moskova’nın talimatlarını izleyen komünistler vardı.” diyor.

Birinci Dünya Savaşı’nın aynı tarafında yenilgiyle yüzleşmiş iki imparatorluk bakiyesinde çok farklı travmalar oldu.

Bu travmalı zihinlerin -büyük bir kompleks ile- ilk sorguladığı şeyler dil, din, sanat ve kültürleriydi.

Bizdekiler de ihya yerine taklitçi bir inşayı seçince, olanlar oldu elbette.

Kökünden sökülenler yüzer-gezer hâle gelince, nereden nereye sürüklenecekleri kestirilemez hâle geldi.

Türkiye’de siyasi karar vericilerin bu temel değerlere yaptığı neşter operasyonlar, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra iyice belirginleşen ADB etkisiyle çok daha üzücü sonuçlar çıkardı.

Artık kendi kelimeleriyle düşünemeyen yeni nesiller, bir de her şeyi kendi boyasıyla boyayan Batı etkisine maruz kaldı.     

Dil ve elbette kelimelerimiz, müziğimiz gönderilince onların inşa ettiği her şey de gitti.

Geçmişle bağ kurabilen zihinler, yerini yenilerine bıraktıkça kopma çok daha vahim hâle geldi.

Bırakınız bin yıllık metinleri, yüz yıl öncekileri anlamaktan bile aciz bir hâle geldik.

Sıradan kelimelerle derin bir felsefi metin üretmek mümkün olamayacağı için düşünme hâlimizi de zayıflattık.

Kendimiz -geçmişteki biz- gibi düşünemeyince, dayatılan kimlik adına düşündük hep.

Uzun bir aradan sonra bize yeniden o geçmişteki bizi hatırlatan, eziklikten arındıran yepyeni bir süreci yakalamış ve büyük de bir özgüven inşa etmişken, yeni bir yüzleşmenin şafağındayız.

14 Mayıs inşa’Allah son viraj.

Ya olacağız ya olacağız.

Önemsiz olmasa da geçici olduğunu bildiğimiz bir sorun olan soğana ve ete değil, kalıcılığı ve geleceği temsil eden Kızılelma’ya, MMU’ya, TOGG’a TCG Anadolu’ya Karadeniz gazına ve daha nicelerine bakacağız…

Yeterince açık değil mi?

DİRİLİŞ POSTASI

YORUMLAR İLK YORUM YAPAN SEN OL