Kutup ayıları üşümesin diye dua eden şair!
Dün gece işten geç döndüm. Yağmurda ıslanmanın yanına yorgunluk da eklenince vücudumun direnci düştü.
Sahura kadar kendime verdiğim okuma sözünü tutmak için elime kitap alıp okumaya başladım.
Zihnimin de bedenim kadar yorgun olduğunu görünce okumayı yarıda bıraktım. Sabah namazından sonra saati erkene kurup uyumaya çalıştım.
Olumsuz bir haber alacağım zamanlarda sürekli gelen bir ağırlık göğsümün tam ortasına gelip otururdu. Kendi kendimi okudum fakat ağırlık geçmedi.
Sabah çalar saat çaldığında yataktan kalkacak takati kendimde bulamadım. Ağırlık ve yorgunluk hâli devam ediyordu. İşyerinden öğleye kadar izin aldım.
Biraz daha uyumaya çalıştım. Bir ara uyanıp zorla da olsa gözlerimi açmaya çalışarak telefona baktım. Edebiyat dünyasından ona yakın arama vardı.
Eyvah yine bir dostumuzu kaybettik dedim. Son yıllarda hep böyle olurdu. Birikmiş cevapsız çağrılar bir vefatın habercisi oldu. Hemen toparlanıp çağrılara geri dönüş yaptım.
İlk aradığım dostum acı haberi verdi. Bülent Parlak uçmağa varmış. Şaşkınlıkla şaka mı bu diye sordum. Meğerse bu soruyu çok kişi birbirine sormuş. Şaka değil gerçekti. Hem de buz gibi bir gerçek. İçimden bir şeyler koptu…
Bülent’in telefonumda çok sayıda mesajı var. Onları tekrar okudum. Farklı zamanlarda ruh haline göre bir şeyler yazmış. Onu tanımayan birisi okusa bazı mesajlarını anlamlandırmakta zorlanır. Ama tanıyanlar mesajların Bülent Parlak’tan geldiğini hemen anlar.
Sevgili huzursuzluğu
Bülent’i uzun yıllardan beri tanırım. Edebiyat dünyasında kendine has bir dili ve tavrı vardı. Birbirimizi sert eleştirsek de sonunda hep kucaklaşarak ayrılırdık.
Tok sesiyle mutlaka Üsküdar’a gel çay içelim derdi. Dünyadaki saadetlerinden birisi de Üsküdar’da çay içmekti sanki.
Son yolculuğuna çok sevdiği Üsküdar’dan uğurladık. Edebî istirahatgâhı da Üsküdar oldu.
Sevgili huzursuzluğu onu dünyada hiç yalnız bırakmadı. Cennete saklanmış bir huzur, onu ebedi yurdunda bulsun inşallah.
Özgün projeler
Kafasında her zaman ilginç ve özgün projeler vardı. İnsanlar o projeleri anlamadı hatta dinlemedi.
Edebiyata, dergilere, gençlere daha çok vakit ayırmak için bazı taleplerde bulundu.
Resmî mesaisinde vaktinden ve bedeninden daha çok, fikrinden ve birikiminden istifade edileceği bir düzen kurmak için uğraş verdi.
Ehliyet ve liyakat fakiri nicelerine açılan kapılar ona açılmadı.
Bir seferinde Yazarlar Birliği’nde konuyu Muzaffer Doğan’a açtı. Makam mevki istemiyorum, sadece potansiyelimi kullanacağım bir alan dergimi çıkaracağım zaman istiyorum, dedi.
Muzaffer Hoca her zamanki eylemciliğiyle hemen telefona sarılıp, dönemin Milli Eğitim Bakanını aradı durumu iletti. Bakanın talimatıyla bir dönem rahat bir ortamda çalıştı.
Hoca’ya bir arkadaşımız ne zamandan beri tanıştıklarını sordu. Hoca kendine has üslubuyla, yardımcı olmam için eskiden beri tanımama gerek yok, yiğit bir arkadaşa benziyor, şiirleri de kaliteli, dedi. Bu sahneyi hiç unutamam. Muzaffer Hocayı çok severdi. Muzaffer Hoca da onu çok sevdi.
“Kutlu’ya laf söyletmem!”
Sultanahmet’e yakın çalıştığı dönemlerde Türkiye Yazarlar Birliği’nin bahçesine sık gelirdi. Bazen kendi içine çekilir, yanından geçenleri bile görmezdi.
Muhtemelen gönlüne doğan bir ilhamla baş başa kalmanın keyfini sürerdi. Bir gün çok öfkeli girdi TYB’nin kapısından. Ayrıntıyı sormadım ama Mustafa Kutlu’yu eleştirmiş bazı şairler. Onlara bozulmuş. Kutlu’nun hepimizin üzerinde hakkı var, ona laf söyletmem, dedi.
Şiire başlama hikâyesindeki Kutlu’nun katkısını anlattı.
Ağır yaralar
“Yaram var diye konuşmaya başlarsanız bir kısmı yaranıza bakmaya gelir, bir kısmı yaranızı taşlamaya. Ama yara aynı yerde kalır.” sözünü ancak ağır yaralılar söyleyebilir. Hiç kimseye açmadığı yaraları vardı muhakkak.
Şiirleri okunduğunda bu yaralar açıkça görülür. Şair şiirinde kendisini ele verir. Bülent, yaralarını dile getirmese de şiirinde yaralı yerlerini göstermiş okuyucuya.
Dostun omzuna yaslanmak yerine okurun gönlüne yaslamış yaralarını.
Bülent’in dünyaya meydan okuyan haline de dünyayı boş vermiş haline de aynı gün hatta aynı saat içinde şahitlik edebilirdiniz. Hiç kimsenin dert etmediği sıradan konuları kendisine dert ettiği de olurdu, herkesin dert ettiği büyük meselleri takmadığı da.
Cenab-ı Allah onu muhteşem şiirler yazması için hep bir şeylerden mahrum etti. Bir şeyleri çok şeyler olarak da okuyabilirsiniz.
İsmet Amca
Çaycıları, çiçekçileri, çingeneleri, mazlumları ve mağdurları severdi. Onlarla arasında ilginç bir bağ vardı. TYB İstanbul Şubesi’nin uzun yıllar çaycılığını yapan İsmet Amcaya çok takılır, oturup ona Türk Şiirinin geleceğini anlatırdı.
İsmet Amca da Bülent’e takılmayı severdi. İstanbul Edebiyat Festivali’nde ağır konukların olduğu bir gün, Bülent kürsüde şu şirini okudu:
“Merhaba
Sözlerime küfürle başlamak istiyorum
Yani ben Hiroşima’yı duyunca Japon olan ben
Tombul ve yüzü kırışmış kadınları görünce üzülen ben
Kapı pervazlarından geçerken besmeleyi unutunca
Yüzü kızaran köylü adamlardan olmak isteyen ben
Elleri üşüyünce nereye koyacağını bilmeyen ben
Geceleri yatarken kutup ayıları üşümesin diye
Dua eden ben”
Şiirin tam bu kısmında İsmet Amca bağırarak, ‘Ulan Bülent TYB’nin kaloriferleri parasızlıktan yanmıyor, dizlerim romatizma oldu, sen bana üzüleceğine gidip kutup ayılarına üzülüyorsun, dedi.
Bülent bunu yıllarca gülerek anlattı.
Özgüven sahibi
Oturduğu masaya çok ilginç gündemler koyardı. Dışarıdan birisi duysa ne kadar boş konuşuyorlar diyeceği meseleleri ciddi ciddi tartışırdı.
Yıllar önce Anadolu’da katıldığımız bir şiir şöleninde, şiire benzemeyen metinler okuyanlara bozulmuş, şairlikten istifa kararı almıştı.
Biz de onu bu kararından vazgeçirmek için epey dil dökmüştük. Yine dışarıdan bakanlar önemli bir konuda onu ikna ettiğimizi sanıyordu. Kendisiyle dalga geçebilecek bir özgüvene sahipti.
Aykırı işler yaptı
Her zaman aykırı oldu. Aykırı işler yaptı. Sıradan olana yüz vermedi.
Çıkardığı dergiler, yayımladığı kitaplarla edebiyat dünyamıza değerli hizmetlerde bulundu. Kişisel gayretleriyle yürüttüğü yayıncılık vesilesiyle birçok gencin elinden tutarak onları edebiyat âlemine kazandırdı.
Çok sayıda edebiyat heveslisinin ilk kitaplarını bastı, ilk ürünlerini dergisinde yayımladı.
Arkasına herhangi bir holdingin desteğini almadan, İzdiham Dergisi’ni uzun yıllar ayakta tuttu ve binlerce gerçek okura ulaştı.
Türk şiirinde genç yaşına rağmen iz bırakmayı başardı.
Müteşebbis bir ruha sahipti. Batacağını bile bile kafe açtı.
İzdiham okuma hareketini kurarak gençlerin eline kitap değmesine vesile oldu.
Kıt imkânlarla zoru başardı. Belki de hiçbir zaman hayallerini gerçekleştirecek kadar maddi bir rahatlığa ulaşmadı. Ama manevi lezzetini aldığı işlerini istikrarla sürdürdü.
Sitesi, dergisi, yayınevi faaliyetleri sosyal medya hesapları gündemden hiç düşmedi. Gençlerin dilini yakalamayı başardı.
İsraf düzeyinde boş işlere harcanan kaynaklardan yararlanamadı.
Ama o yılmadan yorulmadan yürüyüşünü sürdürdü.
Telefonuna ulaşamadığı devlet yetkilileri, randevu vermeyen belediye başkanları, dergisini tanımayan kültür müdürleri kısaca zor zamanda yanında durmayan bütün etkililer ölümünün ardından edebi paylaşımlarda bulundu.
Millet Meclisi’nde şiiri okundu. Televizyonlar ondan bahsetti. Gazeteler onu yazdı. Sosyal medyada iki gün boyunca TT oldu.
Ne diyelim…
Bu böyledir…
Bundan sonra da böyle olacaktır.
Yola çıkanlar zaten bunu böyle olduğunu bile bile yola çıkarlar.
Bülent Parlak da bunun farkında bir ömür sürdü.
Ne demişti Faruk Nafiz:
“Onlar ki bugün gökte birer kasra çekildi,
Devrinde fakat hangisi mes'ûd olabildi?
Varsın seni ömrünce azabın kolu sarsın
Şâir! Sen üzüldükçe ve öldükçe yaşarsın!”
Türkiye Yazarlar Birliği’nin birçok faaliyetinde birlikte olduğumuz sevgili dostumuza Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyorum.
-
özden yılmaz 2 yıl önce Şikayet Etamin başkanım amin inşaalah.Beğen