Nurettin Topçu bugünün öğretmenlerine ne söyler?
“Yaşama” zevkini bırakıp “yaşatma” aşkına gönül vererek, gösterişsiz ve nümayişsiz bir ömür süren, ruh cephemizin mimarlarından Nurettin Topçu’yu anlamak hem dünümüzü hem bugünümüzü hem de yarınımızı anlamak manasına gelmektedir.
Nurettin Topçu, bugünün öğretmenlerine ne söyler sorusunu sürekli sormamız icap eder. “Maarif Davamız” gibi bir şaheseri kaleme alan Topçu, Cumhuriyet döneminde eğitim meselesiyle yakından ilgilenen ve sorunlara dair çözümler üreten nadir entelektüellerdendir.
Maarif, muallim, mektep kavramlarına yüklediği anlamlar, hâlâ aşılamamış ve anlaşılamamıştır.
Çok yönlü bir şahsiyet olan büyük mütefekkirin özellikle öğretmen ve eğitim konusundaki muhteşem tespitleri, yıllar geçmesine rağmen güncelliğini korumaktadır.
Yüz yıldır eğitimin temel sorunlarına dışarıdan bakanların sunduğu kısmî reçeteler hiçbir derde deva olmamıştır. Çünkü eğitim dışarıdan bir gözlemle anlaşılabilecek bir mesele değildir.
Meseleye merkezinden yaklaşılmadıkça kabukta oyalanılır, bir türlü öze ulaşılmaz. Öze özgün fikirlerle içeriden bir bakışla ulaşılır. İşte Nurettin Topçu, eğitim meselemize daha doğrusu maarif davamıza içeriden bakan, meselenin merkezinde duran, her çağda uygulanabilir kalıcı öneriler sunan müstesna bir münevverdir.
Bu topraklarda neşet eden derdin dermanı yine bu topraklardadır. Topçu ve Mümtaz Turhan gibi entelektüellerin iç bakışlarına, derin tefekkürlerine ve müşahhas önerilerine kulak vermemiz, düzlüğe çıkmamız için elzemdir. Sadece merhum Topçu’nun Maarif davasını doğru anlayıp uygulayabilsek, Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına emin adımlarla girer, Yarınki Türkiye’yi güçlü bir şekilde kurar ve kurgularız.
Anmak anlamak mı?
Topçu gibi öncü şahsiyetleri biz Türkler, genelde bol bol anma programları yapmak ve haklarında övücü yazılar yazmakla harcıyoruz. Dertlerini anlamak, fikirlerini yorumlamak ve önerilerini bugüne uygulamak konusunda ne yazık ki başarılı değiliz. Bu öz eleştiriyi sağlıklı bir şekilde yapmazsak kaybeden biz oluruz.
Ülkemizde bayraklaştırılan her aydın, okunmamak ve anlaşılmamak gibi bir kaderi yaşamıştır. Çok bilinen, az okunan sayısız yazarımız var. Aslında dünyada da durum farklı değil. Prof. Dr. Ahmet Dağ dostumuzun bir yazısında okumuştum. Cavid İkbal, Babası Muhammed İkbal'in Pakistan’da okunmadığını veya okuyanlar tarafından doğru anlaşılamadığını şu cümlelerle ifade etmiş; “Milton hakkında meşhur Fransız yergi yazarı Voltaire'in bir sözü nakledilmiştir. Voltaire: Milton'un ünü gittikçe artacaktır. Çünkü kimse onu okumuyor! demiştir. Voltaire'in bu sözü Pakistan'da İkbal için geçerlidir.”
Milton ve İkbal için yapılan bu tespitler bizde kıymetli eserler üreten ve yeni fikirler ortaya koyan Nurettin Topçu için de geçerli değil mi? Maalesef geçerli. Törenlerde sözlerinden alıntı yaptığımız, adına okullar açıp özel sayılar hazırladığımız bu büyük şahsiyetin, bize ne söylemek istediğine dair yeterince kafa yorulmadı. Yeni nesiller kendilerinden önce yaşayanların tecrübelerinin ışığını takip ederek yollarını bulabilir. Geçmişte fikir ve pratik ortaya koymuş kişilerden istifade etmek, millet olarak bizi daha güçlü kılar. Bu sebeple Topçu’nun “Maarif Davası”nı anlamak gibi bir mecburiyetimiz var.
Çünkü anlamak gibi bir derdi olmayanlar, anlamlandırmak noktasında da problem yaşarlar.
Muallim, Millet ve Mesuliyet
Topçu maarif ve millet arasında ilginç bir bağ kurarak “Maarifin olmaması milletin ruhunun olmaması demektir. Maarif hangi yönde ilerlerse, milletin ruhu da o yönü takip eder. Kısaca millet demek milletin maarifi demektir” der. Milleti millet yapma mesuliyetini muallime yükler ve milletin millet olma vasfını kaybetmemesinin sorumlusu olarak yine Muallimi görür. Milletin toparlanması, ortak ruh ve ideal çerçevesinde birleşmesinin maarifle mümkün olduğunu savunmaktadır. Millet bilincinin verilmediği mektepler, aslî vazifesini yerine getirmemiş demektir. Millî olmayan maarif anlayışı kendi istikbaline yön veremeyen nesillerin yetişmesine sebep olacağı için, milletin bekası noktasında da büyük tehlike arz etmektedir.
Maarifin millî olması tercih değil zorunluluktur. Ülkenin ayakta kalmasının ve hayatiyetini devam ettirebilmesinin başkaca şansı yoktur.
Öğretmenlik Ruh İşidir!
Günümüzde mesleklere verilen değer, maddi boyutta ne kadar kazanç sağlandığına indirgenmiştir. Çok para kazandıran meslekler kıymetli, düşük para kazanılan meslekler değersiz görünmektedir. Bazı mesleklerin kıymetinin maddeyle ölçülemeyeceğini düşüncesi zayıflamıştır. Topçu bu hususta da maaşın azlığına ya da çokluğuna bakarak mesleğe kıymet vermenin, mesleğin kutsiyetinin farkına varamamaktan kaynaklandığının altını çizer.
Ruh işi olan öğretmenliğe maddi açıdan yaklaşmanın, meselenin ruhuna vakıf olamamaktan kaynaklandığını vurgular.
Kendisiyle defalarca program yaptığım, uzun yolculuklara çıktığım, sözünden sohbetinden istifade etme şerefine erdiğim Muhterem Emin Işık Hoca’nın bizlere aktardığı şu hatıra Topçu’nun yüksek karakterini ve öncü bir muallim oluşunu anlamamız açısından gayet manidardır:
“Mahir İz’in müdür olduğu zamanlarda Topçu; din felsefesi, din psikolojisi, din sosyolojisi derslerine girer. Okulun muhasebecisi Merhum İz’e der ki; “Bütün hocalar ders ücretlerini aldılar, Nurettin Bey almadı. Üç aydır benim çekmecemde. Lütfen gelsin alsın.” Mahir Bey, Nurettin Bey’in yanına gelip, “Ücretin üç aydır bekliyormuş.” deyince Topçu der ki; “Ben buraya ücret almak için gelmiyorum. Ben buraya, ibadet etmek için geliyorum.” Mahir Hoca, “Hocam tahakkuk ettirilmiş. Kadının zimmetinde duruyor. Sen imzalayıp al da biz fakirlere veririz.” Deyince de “O parayı alıp zimmetime geçirdikten sonra ister harcamışım ister fakire vermişim, bir şey değişmez ki! O zaman para ile ibadet yapmış olurum!” der. Mahir İz’in bütün ikna çabalarına ve ısrarına rağmen imzayı atmaz, parayı da almaz. Dört sene son sınıfların dersine bir kuruş para almadan gelir.”
Gençlere Değer
Nurettin Topçu da bütün ufuk şahsiyetler gibi umudunu her zaman muhafaza eder ve bu umudu çevresine de yayar. Özellikle gençlere güvenir, onlar hakkında umudunu diri tutar.
Hareketi gençlerin başaracağını, buna inanmayanların gençliği iyi tanımadıklarını belirtir. Eğer bugünkü neslin zaafları varsa, bunlar neslin mürebbilerine aittir der. En büyük hatanın, gençliğe değer vermemekten doğduğu yorumunu yapar.
Gençlerin dilini yakalamak da bir ustalıktır. Gençler her söze aldırmaz, her tavsiyeye uymaz. Güzel konuşanları değil, anlattıklarını hayatına tatbik edenleri örnek alırlar. Bu sebeple Hocalık mesleğinin büyüklüğünü nefsinde yaşatabilenler, gençliğe önder olabilir. Topçu’ya göre Hocanın şahsiyeti, körpe ruhlara aşı vermesini bilmelidir. Bunu yapmayan hoca mesleğinin insanı sayılmaz, belki o sadece mevkiinin bekçisidir.
Nurettin Topçu’nun hayatında ve kitaplarında, öğretmenlerimizin olduğu kadar gençlerimizin de istifade edeceği ibretlik örneklikler mevcuttur.
Gençlik yıllarında kendisine sunulan ödül teklifine verdiği destansı cevap çok mühimdir. Şöyle ki:
“Doktora çalışması Sorbonne Üniversitesi Felsefe Jürisi tarafından yılın en başarılı doktora tezi seçilir. Üniversitenin geleneklerine göre birinci olan öğrenciler mutlaka ödüllendirilmektedir.
Bunun üzerine yetkili Profesör, Topçu’ya ödül olarak talebinin ne olduğunu sorar:
-Bir altın saat mi? Amerika veya Kuzey Avrupa’ya bir yolculuk mu? Bugün hangi gence teklif edilse cazip gelecek bu tekliflere genç Topçu’nun cevabı: ‘Sorbonne Üniversitesi’nin giriş ve çıkış kulelerinde yirmi dört saat ay yıldızlı Türk bayrağının dalgalanmasını istiyorum’ olur.
Batıyı hiçbir zaman kaçıp kurtulacak yer olarak görmez. Onun bütün rüyalarında Anadolu vardır, Anadolu’nun çocuklarına hizmet etmek vardır. Yerli ve mili bir duruş sergileyerek batıda eğitimini tamamladıktan sonra, ülkesine gelir ve yıllarca tarihinden medeniyetinden haberdar, yerli ve şuurlu nesil yetiştirmeye kendisini adar.
Ahlak Adamı Olarak Öğretmen
Tarihin anlam ve anı tabakaları sinmiş olan okulların dilsiz şahitliğinde nice ilim irfan sevdalısı idealist öğretmen, karşısındaki genç dimağlara zihinlerindeki hazineleri sunar. Her biri meselelerin farklı bir boyutuna odaklanırken, olaylara ahlak üzerinden bakar Topçu. Öğretmeni bir ahlak adamı olarak görür.
O, öğretmenlik ve ahlak kavramlarını en güzel şekilde sahsında taşımış, bizi biz yapan değerleri hayatına hâkim kılmıştır.
Nurettin Topçu da Mehmet Akif gibi karakter abidesidir. Son yüzyılımızda abide şahsiyetler arasında yer almasını sağlayan en önemli etkenlerden birisi de hayatının her anını tutarlılık içerisinde yaşamasından kaynaklanmaktadır.
Ruh Sanatkârı
Topçu, Öğretmenliği “ruhların sanatkârlığı” olarak görmüş, “medeniyetlerin güçlenmesinde en tesirli güç” olduğunu vurgulamıştır. Bu yönüyle kendisini ruh sanatkârı olarak anmak yerinde olacaktır.
Genel olarak Nurettin Topçu, muallimlerde bulunması gereken ve bulunmaması gereken vasıflar olarak bazı tanımlamalarda bulunmaktadır.
Topçu’ya göre muallim, gençlere bilmediklerini öğreten bir nakledici değildir, ruhlar sanatkârıdır. Sadece zekâların değil, beşaretlerimizin müjdecisidir. Hayatımızın sahibi olmaktan ziyade sanatkârdır. Kullanıcısı değil yapıcısıdır, seyircisi değil aktördür. Hepimizin her an muhtaç olduğu doktordur. İman ve anlayış vasıtaları ile bizi tedavi eder.
Hocalar kuvvetli ruha sahip insanlardır. Bu soylu ruhlar, tarih boyunca büyük kahramanlar yetiştirmiş, çağların akışını değiştirmiştir. Fatih’in yanında, Akşemseddin’in, Yavuz’un yanında Zembilli Ali’nin de hangi misyonu yürüttüğünü anlamak için hocalık ilminin sırrına vakıf olmak gerekir.
Bu sırrı çözen Topçu kendisini ziyarete gelen bazı talebelere topluma örnek şahsiyetler olmalarını tavsiyesinde bulunur. Vatanseverler, ahlaklı, imanlı ve aydınlık gençlerin tarih, felsefe, edebiyat öğretmeni olmak istedikleri zaman Türkiye’nin kurtulacağına inanır.
“Anadolu'nun kurtuluş savaşı, ruh cephesinde henüz yapılmamıştır.” sözüyle de tarihî bir hakikate işaret eder. Anadolu’nun beklenen kurtarıcısı silahsız, servetsiz, yalnız faziletle ilim havarisi olacak öğretmenlerdir, der.
Mabede girer gibi
Bugüne kadar okullara çeşitli anlamlar yüklenmiştir. Bu hususta Topçu, çok derin bir anlam yükleyerek okulları bir mabet olarak görmüş ve bütün duvarlara asılacak çağlar boyu nesilden nesle taşınacak şu sözü söylemiştir: “Kırk yıl boyunca öğretmenlik yaptım. Okula, mabede gider gibi gittim. Hiçbir derse abdestsiz girmedim.”
Okula bakışı böylesine derin olan Topçu, sadece Allah’ın evinin cami olmadığını, aynı zamanda okulun da Allah’ı ilim yoluyla aramanın bir vasıtası olduğu için ona da bir kutsiyet atfedilebileceğini savunur.
Kaybettiğimiz bütün değerleri bize yeniden kazandıracak olanların öğretmenler olduğunu dile getiren Nurettin Topçu, kendisi gibi bu toprakların kara sevdalısı olan memleketin meselelerine kafa ve yürek yoran Ali Fuat Başgil’in Karacaahmet’teki mezar taşı için şunları yazar:
“Kırk yıl Türk milletine ilim ve irfan aşılayan, ilmi asarından, şahsı ilminden, kalbi âlemden büyük, Anadolu’nun asil evladı Ali Fuad Başgil burada Rabbi’nin eşiğine ulaştı. Ruhu için Fatiha istiyor.”
Başgil için yazdığı metin aslında kendisini de çok iyi anlatmaktadır.
Önden gidenlere rahmet olsun.
-
Bestami Yazgan 1 yıl önce Şikayet EtKaleminize sağlık azizim.Beğen
-
Semendire 2 yıl önce Şikayet EtSagolun Allah razi olsun . Bu fenerleri ilham almalıyız.Beğen
-
Ahmet 2 yıl önce Şikayet EtKaleminize sağlık, güzel tespitler...Beğen
-
reis 2 yıl önce Şikayet Etgönlüne bereket aziz dostum. çok güzel bir yazı olmuşBeğen Toplam 3 beğeni
-
24 erdoğan 2 yıl önce Şikayet EtALLAH razı olsun hocam yüreğine sağlık çok güzel bir yazı olmuşBeğen Toplam 2 beğeni