Özdenören Anısına
Türkiye Yazarlar Birliği’nin Sultanbeyli Belediyesi’nin katkılarıyla düzenlediği İstanbul Edebiyat Festivalinin bu sene on dördüncüsü gerçekleşti. Onlarca kişinin emeği ile hazırlanan program çok başarılı geçti.
Edebiyatseverlerin yoğun ilgisiyle şehirde dört gün boyunca adeta edebiyat bayramı yaşandı. Her sene olduğu gibi bu sene de gençler aktif olarak katıldı. Şiirler okudular türküler söylediler. Okudukları kitapları sevdikleri yazarları anlattılar.
Edebiyat dersi verip edebiyat zevki veremediğimiz çocuklarımıza bu faaliyetler edebi hazinemizin güzelliklerini sunmak açısından önemli bir fırsat sunuyor.
Sevmeyen sahiplenmez. Bilgi aktarmakla sorumluluğumuzu yerine getirmiş olmuyoruz. Bilmek yetmez içselleştirmek de gerekir.
Türk edebiyatının zirve isimlerinin muhteşem eserlerinden habersiz yetişen nesiller dünü anlama bugünü yorumlama yarını kurma konusunda bocalama yaşıyor.
Bu konuda daha fazla kafa yormalı daha fazla çalışmalıyız. Kültürel çalışmalar edebi faaliyetlerle gençlerimizi değerlilerimizle buluşturup tanıştırmalıyız.
Bu kaygılarla İstanbul edebiyat Festivali her yıl bir öncü edebiyatçı anısına düzenleniyor.
Bu sene Usta yazar Rasim Özdenören’e adanan festivalde onlarca oturum gerçekleşti. Özdenören’in hayatı ve eserleri üzerine derinlikli konuşmalar yapıldı.
Merhumu daha iyi anlamak ve tanımak isteyenler için zengin bir edebi sofra kuruldu. Bütün oturumlara katılmaya çalıştım. Dostlarının dilinden dinlediğimiz Rasim Özdenören’i daha çok sevdim.
Merhum hepimizin hayatına bir şekilde dokunmuş. İz bırakan bir yazar olarak eserleriyle yeni nesilleri de etkilemeye beslemeye devam edecek.
Programın bir bölümünde ben de güzel adama dair hatıralarımı paylaştım.
Rasim Özdenören ismiyle ilk defa İslami çalışmalar yapan bir vakfın kütüphanesinde karşılaşmıştım. Edebiyat öğretmenimizin bile adını hiç duymadığı Özdenören’in lise yıllarında kitaplarını okumak benim için büyük zenginlik oldu.
Okullarda tanınmasa da vakıflarda çok meşhurdu. Müslüman gençlerin başucu eserleri arasında onun kitapları mutlaka bulunurdu. İlk gençlik yıllarımızda tanıştığımız her arkadaşa “Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler” kitabını okuyup okumadığını sorar, okumamışsa ısrarla tavsiye ederdik.
Derdi olan derneklerimizin gençlik çalışmalarında bu eser, merkeze alınarak okuma halkaları kurulurdu. Türk öyküsünün zirve isimlerinden olmasına rağmen biz onun fikir kitaplarından daha çok beslendik. Öykücü Özdenören’den önce fikir adamı Özdenören’le tanıştık. Tabi ki öykülerini de sonrasında zevkle okuduk.
Sohbet Ehli
Lise yıllarında okuru olmaktan mutluluk duyduğum usta yazarla üniversite yıllarımızda bizzat tanışma imkânı buldum. Fildişi kulesinde yaşamayan sanki yıllar önce yarım kalan bir sohbete kaldığımız yerden devam ediyormuş hissine kapıldım.
Yazıları ne kadar resmî ve ciddiyse ikili ilişkilerinde samimi ve mesafesizdi. Edebiyat dünyasında kendisiyle en kolay dostluk kurulan gençlerin en kolay diyaloga geçtiği bir isim olmasında bu samimiyetin etkili olduğunu düşünüyorum.
Her ne kadar öğrencilik yıllarımızda rahmetli Asım Gültekin, “Rasim Baba” demek noktasında psikolojik baskı uygulasa da “Ağabeylik” kavramı üzerinde fazlasıyla güzel duruyordu.
Baba daha çok karşılıksız verendir. Ağabey ise paylaşandır. Rasim Özdenören’in ilk dikkatimi çeken yönü bilgisini birikimini hatıralarını cömertçe paylaşması oldu.
Kendisinden öğrenmek istediğiniz bir meselenin başlığını hatırlatmanız yeterliydi. Muhteşem hafızasıyla yarım asır önceki yaşadığı bir hatırayı ayrıntılarıyla anlatırdı. Kendisiyle uzun söyleşiler yaptım. Farklı şehirlerde çok sayıda programa katıldım. Kafama takılan her konuyu rahatlıkla sordum. Her seferinde karşımda, başka sorun varsa alabilirim diyen bir derya buldum.
Sevdiği insanlardan bahis açılınca yüzüne yayılan mutluluk tebessümünü izlemekten keyif aldım. Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, Akif İnan, Cahit Zarifoğlu gibi isimlerle daha önce yazılarında geçmeyen özel hatıraları, özel sohbetlerinde dinledim. Bu güzel adamların yollarının keşişmesi tamamen nasip kavramıyla açıklanacak bir durum. Erdem Bayazıt’ın hastalandığında evinde ziyaret etmiştik. İki dostun birbirine muhabbetle sarılması sohbet etmeye doyamaması hâlâ gözlerimin önündedir. Bu isimler sadece edebiyatta öncü olmadılar dostluk nasıl olur konusunda gelecek nesillere örnek oldular. Bir nevi dostluğun kardeşliğin yol arkadaşlığının da öğretmeni oldular. Geriye kıymetli dostluk menkıbeleri bıraktılar.
Özdenören kendisiyle barışık olduğu için herkesle barışıktı. Düşmanı var mıydı bilmiyorum ama düşmanıyla bile sakince tartışabilecek incelikteydi. Farklı dünya görüşüne sahip yazarlarla diyalog kurduğunu, onların önyargılarını kırdığını biliyoruz.
Büyükle büyük küçükle küçük olabilmek büyüklere has bir haslettir. Kamil olmanın işaretidir. Özdenören kendisini telefonla arayan lise öğrencisine de yanına giden üniversite talebesine de vakit ayırır, saatlerce sohbet ederdi. Öğrencilerin bin bir hevesle çıkardığı okul dergilerine en çok röportaj veren yazarlardan biriydi. Bu dergilerden çoğunu inceleme fırsatı buldum. Büyük bir gazeteye, köklü bir dergiye nasıl konuşmuşsa aynı ciddiyette çocuklara da konuşmuş. Dergiyi çıkaranlara iltifat ederek okumak üzerine tavsiyelerde bulunmuş. Bu çok kıymetli bir durum. Gençleri meşgule atmak yerine, onların yazdıklarıyla dertleriyle meşgul olmak herkesin yapacağı bir meziyet değil.
Özdenören’le tartışmak
Rasim Özdenören’i sevmek için onun her fikrine katılmanız gerekmezdi. Nitekim merhumla birçok konuda aynı düşünmediğimizi zaman içinde görmüş oldum. Her seferinde saygılarımı sunarak bazı fikirlerini eleştirdim. İlk hararetli eleştirimi tezkere konusunda yapmıştım. O dönem biraz gençliğin de verdiği heyecanla sert sayılacak bir üslupla karşı çıkmıştım. Buna rağmen tezkerenin geçmesinin faydalı olacağını sakin sakin anlatmıştı. Türkiye’nin sahada olması gerektiğini, tezkere geçmediği takdirde büyük devletlerin ülkemize sonrasında söz hakkı vermeyeceğini belirtmişti. Nitekim haklı çıktığı yanlar oldu. Ama o dönem çoğumuza bu bakış açısı ağır gelmişti. Son nefesine kadar da tezkere konusunda aynı çizgide durdu.
Bazı düşüncelerini sert eleştirseniz bile bir sonraki görüşmenizde aynı muhabbetle, aynı tebessümle sizi karşılardı. Bu da Onun gönlünün yüceliğinin işaretiydi. Özdenören’le tartışırken de edebi zevk alırdınız. Her söylediğini mutlak doğru kabul edenlerden değildi. Farklı fikirlere açıktı. Ben de bu yönünden cesaret alarak bazı yazılarına ve düşüncelerine dair rahatça tenkitlerde bulunurdum.
Rasim Beye katılmadığım en önemli konulardan biri Akif’e dair eleştirileriydi. İstiklal Şairine yönelik katı bakışı hiçbir zaman esnemedi. Akif’in görüşlerinden dolayı Türkiye’de Müslümanların gelişmesinin önünün tıkandığını düşünüyordu. Bu görüşüne dayanak olarak da Akif’in “Batının ilmini fennini alalım, ahlakını almayalım” sözünü gösteriyordu.
Akif’in fikirleri kadar şiirlerine de eleştiri getirirdi. Akif’in şiirden ziyade manzum hikâye yazdığını, dolayısıyla yazdıklarının çoğunun şiir olmadığını söylerdi. Bu eleştiriler bir yere kadar kabul edilebilir olmasına rağmen, Rasim Beyin Akif’in ırk kavramına yüklediği anlam konusunda aynı düşünmemiz mümkün değildi.
İttihatçıların referanslarının ırkçılık olması dolayısıyla Akif’in İttihatçılara yakın durmasından, onun da ırkçılığı mazur gördüğü gibi bir yorumda bulunmuştu.
İstiklal Marşı’nda geçen ‘Sana yok ırkıma yok izmihlal’ mısraında geçen ırk kavramından yola çıkarak da Akif’i eleştirdi. Akif’e dair Sezai Karakoç’un yaptığı gibi yaşadığı dönemin şartlarını da göz önünde tutarak makul bir değerlendirmede bulunamadı. Sezai Karakoç’un Akif’e bakışıyla, Rasim Beyin Akif’e bakışı arasında uçurum vardı. Ben bu hususta Karakoç’un bize çizdiği Akif portresinin daha adil, daha hakkaniyetli olduğunu düşünenlerdenim.
Kaderin cilvesine bakın ki nasıl Mehmet Akif ağır eleştirilerde bulunduğu Sultan Abdulhamit Han’a dair katı tutumundan hiçbir yumuşa emaresi göstermeden göçtüyse, Rasim Bey de büyük şaire dair sert düşüncelerinden vazgeçmeden göçtü.
Akif’in ahlaklı olmasına herhangi eleştirisi olmasa da fikirleri bakımından her zaman hedefinde oldu. Büyük şahsiyetler arasındaki ihtilaflar, iki tarafı da birden sevmemize engel değil. Ben Akif’i de Abdülhamit’i de Rasim Beyi de birbirleriyle kavgalı diğer büyüklerimizi de hep sevdim. Ama günlüme kabul ettiremediğim noktaları da dile getirmekten vazgeçmedim.
Köşe Yazarlığı
Rasim Özdenören köşe yazarlığında da uzun yıllar sebat etti. Güncele bulaşmadan her zaman okunabilecek yazılar kaleme aldı. Hararetli polemiklere girmeden, politik alana bulaşmadan köşesini edebiyat sanat ve kültür üzerine kalıcılığı olan ürünlere ayırdı. Bir nevi kendi gündemini kendi belirledi. Milli Gazete’de baş yazar olmasını isteyen Erbakan Hoca’yı nazik bir dille reddettiğin tebessümle anlatmıştı. Hoca diretince, “Efendim, bendeniz kültür sanat alanında yazılar yazıyorum, başyazılar güncel olur, politikayı takip gerekir, ben ne yazayım?” deyince Hoca, merhum her zamanki nüktedanlığıyla “Rasim Bey, solcuların hâkim olduğu gazetelerin başyazarlarını okursunuz, bir gün sonra onların yazdıklarının tersini yazarsınız olur biter.” diye kendine has üslubuyla pratik bir cevap vermiş.
Erbakan Hoca, her karşılaştıklarında köşe yazılarında ısrarla parti faaliyetlerinden bahsetmelerini istese de Özdenören kararlı davranır ve parti politikasında dair yazı kaleme almaz. Uzun yıllar yazdığı Yenişafak Gazetesi’ndeki köşesinde de kendi gündemine sadık kalarak ufuk açıcı yazılar kaleme aldı.
Yazı merkezli bir hayat
Uzun yıllar Rasim Beyin de yazarları arasında olduğu bir derginin editörlüğünü yaptım. Her ay düzenli olarak kendisini arayıp dosya konusunu bildirdiğimde, “tamam inşallah” der, kısa bir süre sonra yazısını yollardı. Ben Rasim beyi tanımadan, mütemadiyen yazı masasının başında duran bir kalem efendisi olarak kafamda canlandırırdım. Tanıyınca bu düşüncemde haksız olmadığımı anladım. Yazı merkezli bir ömür sürdü. Sanki kafasında binlerce taslak oluşturmuş, masanın başına geçip onları kâğıda geçiriyor gibiydi. Gönderdiği yazılarda editörü yoracak, uğraştıracak bir yan bulunmazdı. Her alandaki titizliğini yazılardan görebilirdiniz. Bir seferinde toy grafikerimiz işgüzarlık yapıp son kontrolü yapılmış dergiye, matbaaya gitmeden müdahalede bulunmuştu. Rasim Beyin yazısındaki salık vermek ifadesini “salık ne ola ki olsa olsa sağlık olur, editörün güzünden kaçmıştır” düşüncesiyle salık vermeyi sağlık vermek olarak değiştirmiş. Dergi matbaadan geldiğinde, kontrol ederken hatayı gördüm. Üzüntüyle Rasim Beyi arayıp durumu anlatıp özür diledim. Anlayışla karşıladı ve daha önce başından geçen tashih hatıralarını anlattı.
Yazar Kampı
İki binli yılların başında, İzmir Çeşme’de yazarlara yönelik kamp düzenlemiştik. Rasim Bey değerli eşi Ayşe Hanım’la katılmıştı. Geniş sohbet imkânı bulmuşken fırsatı değerlendirip, edebiyat dünyasından yakından tanıdığı nerdeyse bütün şahsiyetlerle ilgili görüşlerini dinlemiştim. Neredeyse hepsiyle zaten yaşanmışlıkları vardı. Orada dikkatimi çeken husus, bugün öncülerden sayılan birçok yazarın takıntılı yönlerini, kaprislerini, evhamlarını, korkularını, hırslarını, kırdıklarını döktüklerini sansürsüz doğal bir şekilde anlatmasıydı. Ben o yılların saflığıyla hepsini zihnimde belli bir yere konumlandırdığım için, onların insan olmaktan kaynaklı eksiklikleri ve hataları olabileceğini düşünmemiş, hiçbirine toz kondurmamıştım. Rasim Beyden büyüklerin küçük halleri olabileceğini ve bu yönlerinin onları sevmemize engel olmadığını da öğrendik.
Rasim Beyin en büyük şansı
O kampta kıymetli eşinden Rasim ağabeyi dinlemek istedik. Ayşe Hanım sorularımıza cevap verirken, Rasim Bey sık sık araya girip Ayşe Hanım’a iltifatlar etti. Yazdığı eserleri ona borçlu olduğunu söyleyerek, Maraş’tan misafir olarak gelen ve uzun sayılacak bir süre kalmak durumunda olan akrabalarıyla hep Ayşe Hanım’ın ilgilendiğini, rahat yazabilmesi kendisine daima yardımcı olduğunu belirtti. Ayşe Hanım’la görücü usulüyle evlendiklerini, yazılarını ve kitaplarını eşinin okumasa bile bütün yazılanların arkasındaki kahramanın Ayşe Hanım olduğunu söyledi. Gerçekten de Ayşe Hanım’ın fedakârlığı olmasa Özdenören çok sayıda kitabı kaleme alabilir miydi bilemiyoruz. Annesinin hatırına kıramadığı için, evlendiği eşinin kendisine yaptığı hizmetleri noktasında her zaman şükrettiğini görmüş olduk. Daha sonraki yıllarda bazı yazarlarla umre ziyareti yaptık. Rasim Beyi de davet ettik. Rahatsızlığı sebebiyle katılamadı, eğer uygun görürseniz Ayşe Hanım katılabilir, dedi. Memnuniyetle kabul ettik. Seçkin bir kafileyle gittiğimiz kutlu yolculukta Ayşe Hanım yol arkadaşımız oldu. Türkiye’ye dönünce, Ayşe Hanım’ın memnun olmasından mutluluk duyduğunu belirterek defalarca teşekkür etti.
Öyküde öncü
Rasim Bey’in yazı hayatına baktığımızda, gençlik yıllarından itibaren öyküde otorite isimlerden sayıldığını görüyoruz. Gençlik dönemi eserleri hakkında yazılanları incelediğimizde, edebiyat dünyasında erken yaşta saygın bir yer edindiği ortaya çıkıyor.
Gençken de olgun bir karaktere sahip olan Rasim Özdöneren öyküye dair kendi belirlediği hedefinden hiçbir zaman taviz vermemiş. Sezai Karakoç başta olmak üzere herkes öyküde kararlı bir şekilde yürümesini, istikrarını bozmamasını tavsiye derken, sadece bir kişi ilginç bir şekilde öykü yazmamasını söyler:
O konudaki hatırasını şöyle anlatmıştı:
“Fethi Gemuhluoğlu bana, “Sen artık hikâye yazma!” dedi. Elbet onun bu talebi karşısında şaşırdım. Müphem de olsa, “Acaba çok mu kötü yazıyorum veya acaba Fethi ağabey beni ne kadar anlıyor?” diye düşünürken sözünü tamamladı: “Yazmayı bırak, çünkü senden sonra geleceklerin önünü tıkıyorsun. Sen bırak ki onlara yol açılsın.” Bu iltifat gibi telakki edilebilir. Ama yol açma susmakla nasıl gerçekleştirilebilirdi bu alanda, onu bilemiyorum. Yazmayı sürdürüyorum; çünkü her öyküden sonra yazmam gerekeni halen başaramadığımı görüyorum. Onun üstesinden gelmeye çalışıyorum.”
Son yıllarında başarmanız gerekeni başardığınızı düşünüyor musunuz, sorusu soruldu mu, sorulduysa cevabı ne oldu bilmiyorum ama artık Özdenören ismi Türk hikâyesinin önemli bir ismi artık.
Geleneğe bağlılık.
Özdenören Müslüman yazarların mesaj verme kaygısıyla kaleme aldıkları metinlerin yaygın olduğu bir dönemde dahi edebi ve estetik kaygılarından taviz vermedi. Hamasi yazılar yazmadı. Düşünceyi ihmal etmedi. İrfanî geleneği ustaca metinlerine yansıttı.
Özdenören’in bir yandan batılı yazarları takip etmesi diğer yandan geleneğe bağlığını sürdürmesi önemli bir durum.
Günümüz edebiyatçılarının en büyük eskiliği bu olsa gerek. Kompleksli bir şekilde batılı entelektüelleri okumanın sonucunda kendi merkezlerinden kopuyorlar. Pergelin bir ucunu bu topraklara sabitlemeyen yazarların, yazılarındaki ve yaşantılarındaki savrulmayı çok rahat görebiliyoruz. Rasim Bey bu manada özellikle tasavvuf okyanusundan istifade etmeyi başarmış bir yazarımız. Tasavvufu uçma kaçma olarak gören aydınların aksine, Özdenören bu ufku Amentü’nün rükûnlerini içselleştirme olarak görüp İslam’ın özü olduğu hakikatiyle yaklaşmıştır. Tekkeleri irfan ocakları olarak görmüş ariflerinden istifade edilmesi gerektiğini vurgulamış, yanlış örnekler üzerinde tasavvuf kurumunun yıpratılmasının anlamsız olduğu söylemiştir.
Bazı kesimlerin Tasavvufun İslam’a sonradan eklemlendiği iddiasını kabul etmemiştir. Kendisiyle bulunduğumuz bir mecliste Erzincanlı mânâ önderi Abdurrahim Reyhani Hazretleri’nin rehberliğinden istifade ettiğini hiç çekinmeden açık bir şekilde söylemişti.
“Reyhani Hazretleri’nin yazdıklarına dair bir tavsiyesi olup olmadığını” sorduğumda, “tasavvuf kavramını anmadan tasavvufu yazın” buyurduğunu dile getirmişti. Yani tasavvufun önemi gibi klasik başlıklarla yazılar kaleme almaktansa “yazdıklarınızda tasavvufun neşvesini yansıtın” tavsiyesi...
Özdenören’in eserlerini incelediğimizde bu tavsiyeye uyduğunu görürüz. Benim aklıma ilk gelen “Bir Kapının Önünde” öyküsüdür. Bu öyküde dervişlik yolunu seçen bir genç anlatılır. “Çekirgeler”, “Ölünün Odaları”, “İskelet” ve daha birçok öyküsünde tasavvufi motiflerin belirgin olduğu öykülerdir.
Hiçbir eleştirmen Özdenören’in tasavvuf propagandası yaptığını iddia edemez. Çünkü yazar hayatın doğal akışı içinde yazdığı öykülerine tasavvufu, edebi ve estetik bir titizlik içinde nahif bir şekilde serpiştirmiştir.
Bu konudaki hassasiyetini “Su Kasidesi” üzerinden şöyle dile getirmiştir: “Fuzuli’nin “Su Kasidesi” bize Müslüman için Peygamber sevgisinin gereğinden, anlamından, öneminden söz açmaz. Fakat o kasideyi okuyan kimse bu sevgiyi yaşar.”
Özdenören öykülerinde geleneğe atıfta bulunduğu kadar modern insanının bunalımlarını, sıkıntılarını, karamsarlıklarını, zihnî dağınıklığını, ruhî kaymalarını ve çözülmelerini de başarıyla yansıtmıştır.
Bir yazar olarak coşku ve neşe dolu biri olmasına rağmen, öykülerindeki karakterlere koyu karamsarlık halini başarıyla vermiştir.
Batı bunaltır, gelenek ferahlatır. Özdenören’in sadık bir okuru olarak şunu net bir şekilde söyleyebilirim ki Rasim Bey’in beni etkileyen öyküleri, tasavvufi öğelerin serpiştirildiği öykülerdir. Bunalıma, kaosa, karmaşaya öyküde bile olsa fazla dayanamam. Bu konular sanatsal zorunluluk icabı mutlaka olmalı vs. denilebilir. Yazarın tercihi olduğu kadar okurun da tercihi vardır ve ben bir okur olarak tercihimde hürüm.
Türk öykücülüğünde tasavvufun saf kaynağından faydalanmak konusunda Özdenören örnek bir duruş sergilemiştir.
Bazı kitaplarınızda mistik yoğunluk var, diyenlere mistisizm kavramını seküler kültürün bir kavramı olması hasebiyle kabul etmediğini ama “yazılarımda tasavvuf yoğunluğu var, bundan da rahatsız değilim.” demiştir. Tasavvufun insanın iç dünyasını terbiye eden yönünü öykülerinde işlediği, dikkatli okurun zaten gözünden kaçmaz. Tasavvufun yol açtığı zengin mazmunlar dünyasının hazine değerinde olduğunu, Cumhuriyet döneminde Müslüman şairlerin bu derinliğe henüz ulaşamadığı eleştirisini yapmaktan çekinmez. Tabi bu eleştirisine Sezai Karakoç dahil değildir.
Kıymeti Bilindi!
Rasim Özdenören’i tanıyan ve okuyan herkesin onun hakkında anlatacakları sayısız hatıra vardır. İz Yayınlarından çıkan kitaplarıyla yüreklerde ve zihinlerde silinmez izler bıraktı.
Bütün yazılarında okuyucuyu elinden tutup uzun yollara çıkardı. Onun kelimeleri ve cümleleriyle yolculuk yapmanın zevkini tadan okurları yeni eserlerinin de takipçisi oldu. Bundan önce olduğu gibi bundan sonra da Özdenören okunmaya devam edecek ve eserleriyle nice nesillerin yolu aydınlanacaktır.
Arkasında bıraktığı onlarca kitaba baktığımızda, dolu dolu yaşanmış bir ömür görüyoruz. Ne mutlu ki yaşarken kıymeti bilindi. Hem devlet hem millet ona sahip çıktı. Tabiri caizse yazarlığının mürüvvetini gördü.
Birçok yazarın öldükten sonra kıymeti anlaşılmış isimleri, kütüphanelere, okullara, sokaklara, caddelere verilmiştir.
Rasim Bey hayattayken ismi kurumlara verildi hayatı dizilere yansıdı adına belgeseller çekilip hakkında özel sayılar yayımlandı. Cumhurbaşkanlığı kurullarında yer aldı. Eserleri akademik çalışmalara konu oldu. Türkiye’nin birçok şehrinde Saygı geceleri yapıldı. Her gittiği şehirde Şeref misafiri olarak ağırlandı.
Bütün bunlar yaşarken kıymetinin bilindiğinin açık göstergesidir.
Mekânı Cennet olsun.
-
Ömer 1 yıl önce Şikayet EtDilinize sağlık. Güzel faydalı bir yazı olmuş.Beğen
-
Kaan 1 yıl önce Şikayet EtEllerinize sağlıkBeğen
-
Salih EREN 1 yıl önce Şikayet EtKaleminize sağlık, Üstadın mekanı cennet olsunBeğen
-
Süleyman 1 yıl önce Şikayet EtÇok güzel bir yazı olmuş. Yazara teşekkür ederiz.Beğen