Kitap fuarında Türkiye derdi!
Türkiye Diyanet Vakfı’nın öncülüğünde Sultanahmet’te büyük bir heyecan ve aşkla başlayan kitap fuarı bu sene kırkıncı yılına girdi.
Kırk yıl dile kolay. Bizim camiada geleneksel hale gelen ve uzun yılları deviren faaliyet bir elin parmakları kadar. Oysa ki kültür gelenekle oluşur. Bir hevesle başlayıp biten çalışmalar iz bırakamaz.
Türkiye’ye has bir hastalık var. Bir makama gelen kişinin başlattığı bir projeyi kendisinden sonra gelenler devam ettirmiyor.
Sanki o projeyi devam ettirirse giden kişinin başarı hanesine yazılacak gibi bir düşünceye mağlup olunuyor.
Aynı dünya görüşüne sahip aynı partinin atadığı bürokratlarda bile bu hastalık sıkça görülüyor. Koltuğa oturan her şeyi sıfırdan başlatıyor.
O sebeple gelenekselleşemiyor çalışmalar. Türkiye bu hastalık sebebiyle sürekli sıfırlanıyor. Sıfır çarpı sıfır elde var sıfır.
Az da olsa bu vahim durumu aşan güzel çalışmalar da yok değil.
Türkiye Diyanet Vakfı’nın organize ettiği kitap fuarı bu kör talihi yenmeyi başarmış özel ve özgün bir organizasyon.
Merhum Şair Hüseyin Emin Öztürk’lerin alınteri dökerek başlattıkları Fuar kırkıncı yılında yeni isimlerle yoluna devam ediyor.
Sultanahmet Camii’nin restorasyonda olması sebebiyle Fatih’te düzenlenen fuar bu sene çok canlı geçti. Bütün katılımcılardan tam not aldı.
Bence bundan sonra Sultanahmet yerine Fatih’te devam etse daha iyi olur. Fuara katılan yayıncıların da görüşü bu yönde.
Fatih Belediyesi de organizasyona tam sarılırsa ortaya muhteşem bir iş çıkar. Fatih’in şanına layık Fatih’le anılacak bir fuara belediyemizin desteğini artırması çok önemli.
Gelenekselleşen bir faaliyeti büyütmek sıfırdan bir fuara başlamaktan kırk kat daha hayırlıdır. Bazen belediye başkanlarımız yanlarındaki birkaç kişiyle istişare etmenin sıkıntısını yaşayabiliyor.
O kişiler de genelde meseleye geniş yaklaşamıyor. Dar dairelerde evrensel ufuk olmaz.
Şehirlerin kültür politikasına yön veren belediye Reislerimizin özellikle kültürel konularda daha geniş bir istişare halkası kurması o şehrin faydasına olacaktır.
Kültürel faaliyetlerin memur kafasıyla yürütülebilmesi mümkün değildir. Bağımsız düşünen entelektüellerin kültür adamlarının birikimlerinden istifade etmek gerekir.
İstanbul’da taşra bakışıyla kültürel üretimde bulunmak kimseye fayda sağlamaz. İstanbul’da kültür yönetimi uluslararası bir ufukla yürütülmelidir.
Bu manada Fatih’te düzenlenen Kitap ve Kültür Fuarı’nın gelecek yıllarda daha da görkemli olacağına inancım tamdır.
Bu sene TYB İstanbul vesilesiyle fuara her gün gitme imkanı buldum.
Değerli yazarlarımızın iştirak ettiği birçok söyleşide kâğıdım kalemim elimde hazır bulundum. Hepsinde de altın değerinde notlar aldım.
Açık üniversite haline gelen platform kültürel söyleşiler üzerine kurgulanmıştı. Fakat ülke gündemine dair de önemli konuların altı çizildi.
Özellikle Nedim Şener korkusuzca ve mertçe terör örgütleriyle muhalefetin ittifak kurmasına dikkat çekerek vatandaşları uyardı.
Vatanseverlerin uyanık olması gerektiğini belirten Şener dünyanın hiçbir ülkesinde terörün aktif siyasette aktör haline getirilmediğini bizdeki durumun da normal olmadığını söyledi. Türkiye kritik bir süreçten geçerken bunların konuşulması gerekiyordu.
Ülkenin yanlış bir kararla yangın yerine sürüklenme riski varken çiçek böcek edebiyatı yapmak olmazdı. Özellikle bugünlerde kurulan her platformda bu tip uyarıcı programların yapılması gerek.
Dün de fuarda hayatını ilme irfana adayan İhsan Süreyya Hocamızı dinleme şerefine erdik. Akıcı üslubuyla dinleyenleri mest eden muhterem hocamız akademik kariyerini Abdulhamit üzerine yaptığını ve ulu sultanla ilgili ilk çalışmayı yapan isimlerden birisi olduğunu söyledikten sonra sarsıcı bir konuşma yaptı.
Abdulhamit döneminde yaşananların tekrar ettiğine benzer tezgâhların kurgulandığına parmak bastı. Batı gazetelerini günlük olarak takip ettiğini söyleyen İhsan Hoca içve dış hainlerin boş durmadığını uyanık olmamız gerektiğini vurguladı.
Gerçekten de Abdulhamit devrini dinleyenler o dönemde yaşananların günümüzde yaşananlardan hiçbir farkı olmadığı konusunda hemfikirdi
“Abdülhamit’i anlamak, her şeyi anlamaktır.” diyor Necip Fazıl. Bugünlerde İhsan Hocadan Abdulhamit’i yeniden okuyup anlamaya çalışmalıyız.
Zira Onu anlayınca Türkiye üzerinde oynanan kirli oyunları çevremizi saran ihanet çemberini uluslararası arenadaki ekonomik ve nüfuz savaşlarını daha iyi anlamış olacağız.
19. Yüzyılın hemen başında bir zamanlar tarihin akışına göre yön veren koskoca Osmanlı imparatorluğu Avrupalıların içimizdeki hainlerle iş birliği neticesinde perişan hale getirildi.
Sultanın tahttan uzaklaştırılmasından yaklaşık on sene gibi kısa bir sürede ülke çökertilerek parçalandı.
Osmanlı topraklarında gözü olan ve onu parçalamak için fırsat bekleyen Avrupa devletlerini biliyoruz.
Peki, bunların yerli destekçileri, iş birlikçileri kimlerdi? İçlerinde gafil de vardı hain de. Bugün olduğu gibi İslamcı da vardı içlerinde batıcı da.
Tarih tekerrür ediyor. Şimdilerde millet ittifakı çevresinde toplananlar dünün işbirlikçileriyle aynı rolü üstelenmiş durumdalar.
Ah ki Ah… 100 yıl sonra değişen hiçbir şey yok. Aktörler değişse de tezgâhlar aynı. Ülke olarak Abdulhamit’in dün verdiği mücadeleyi bugün yine veriyoruz.
İttihatçıların devamı sayılan partinin gözü dönmüş bir şekilde bütün tuşlara basıyor. Tayyip gitsin de ne olursa olsun çılgınlığıyla ne kadar Türkiye düşmanı varsa hepsiyle yatağa girmiş durumda.
Bir de bunların peşine takılan sefil muhafazakârlar ve milliyetsiz milliyetçiler var. Kişisel kinleri yüzünden ülkeyi yakacak kadar gözleri dönmüş. Allah onları bildiği gibi yapsın.
Rabbimiz son kalemiz aziz vatanımızı bu ihanet cephesinin şerrinden muhafaza buyursun.
-
aaaa 1 yıl önce Şikayet Etmüslüman çok uyanık olmalıBeğen Toplam 3 beğeni