Jeopolitik Enigma
Üzerinde çok konuşulduğu için “Jeopolitik Enigma” başlığı sizi yazıdan uzaklaştırmasın. Bu yazıda, teorik olmaktan kaçınarak, Jeopolitik kavramların sahadaki izdüşümleri üzerinde duracağız: Almanların İkinci Dünya Savaşındaki şifreli askeri haberleşme makinesi “Enigma” metaforu üzerinden, jeopolitik kavram ve proseslerle sahadaki olayların birbirine tekabül eden noktalarını tespit ederek bir Jeopolitik Enigma Anahtarı oluşturmaya çalışacağım. Bunu yapmaktaki önde gelen amaçlarımdan biri bu köşeyi takip eden, yorumlayan kıymetli okurlardan benzeri jeopolitik okuma kılavuzları ve şifre anahtarları oluşturmalarını teşvik etmektir.
Hiç teorilere ve kavramlara girmeden ilk tespitimi paylaşmak istiyorum. Başlangıçta yüksek bir dinamizme erişen Alman Gücün teorisyenleri tarafından sistematik hale getirilen bu kavram dizgesi başlangıçta siyasi coğrafya, hayat alanı gibi sabit mekanları biçimlendirici ve genişletici bir rol oynamıştır. Günümüze doğru ise bölgeler arası ilişkiler, irtibatlar, ticaret yolları, stratejik lojistik hatları gibi daha da dinamik veçheler üzerinde işlevsel olmaya başlamıştır. Özellikle uzak okyanusları aşan deniz ve hava araçlarının gelişimiyle bu hatlar ve ağlar üzerine kurgulama önem kazanmıştır. Küçük bir örnek vermek gerekirse geçmişte ticaret yolları üzerindeki bir boğaz, dağ geçidi, bir kavşak şehir önem taşırken günümüzde bu noktalardan geçen ticaret veya stratejik güzergahlar, koridorlar, hatlar öncelik kazanmıştır. Kesişim noktaları, stratejik noktalar aranacaksa bu güzergahların kesişim veya tamamlayıcı noktaları ve uzantıları jeopolitik değerleri oluşturmaktadır.
JEOPOLİTİK DEĞER ARTIK İNSAN ZEKASININ VE ÇABASININ BİR ÜRÜNÜDÜR
Bu çerçeveden bakıldığında Alman Helmuth Kohl Enstitüsünün bir orta ölçekli güç için belirlediği 20 civarındaki kritere artık küresel ticaret koridorları ve lojistik ağları ile maksimum irtibat kriterini de saymak gerekecektir. Bu durum tıpkı 19. Yüzyıl öncesi karasal bir devletin denize açılma ihtiyacı neyse onunla eşdeğerdir.
Bu bize bazı ezberlerin değişmesi gerektiğini empoze etmektedir. Mesela 19. Yüzyıla kadar stratejik bir değere sahip olan coğrafyaların aynı değerlerini koruduklarını düşünmek hata olur. Jeopolik değer yerkürenin içinden dışarı çıkarılmıştır, değer fiziksel parçasından koparılmıştır. Bu tıpkı Goya’nın renkleri bağlamından kopararak, soyutlayarak özgürleştirmesi ve sanat şaheserlerini yaratması gibidir. Bunu merhum üstat Karakoç’un sanat teorisi gibi de düşünebiliriz. Ezcümle jeopolitik değer artık insan hayalinin, zekasının, becerisinin ve çabasının ürünüdür; sabit bir nokta değildir, sabit coğrafya değildir; iç içe geçmiş ticaret ve stratejik lojistik güzergahlarının ağlarıyla örülen yeni bir güç kompozisyonudur, yeni bir coğrafya yaratılmaktadır. Bu yeni olguyu anlamış olmayı ümit ediyorum. Çeşme Faciası sonrası Rus Donanması nasıl Akdeniz’e indi diyerek aklı daralmış Divanı Hümayün devletlülerine benzemek talihsizliğini yaşamak da muhtemel çünkü.
ABD'NİN 'ERİŞİLMEZLİK CREDOSU' BÜYÜK HASAR GÖRDÜ
Bu talihsizliği sadece bizim yaşamadığımızı da belirtmeliyim. Mesela 19 yüzyıl öncesinin Rus coğrafyasının derinliğini ve absorbe edici gücünü idrak edemeyen Napolyon gibi bir dahi muhteris ve Hitler gibi bir narsist muhteris ile arkalarındaki devasa karargahları bunun en yerinde örnekleridir. Ama jeopolitik dinamizm Bowman’ın öngördüğünden daha fazla dinamizm ve hareketlilik kazanmış durumdadır. Mesela bu yüzyıla kadar Rusya’ya güven veren ihata edilemez bir jeopolitik büyüklük artık risk altındadır, kıtaya sığmayan nüfusuyla Çin bu jeopolitik sabiteyi değiştirmiştir. Keza 2000’in başına kadar Amerikalıların gururla ve sonsuz inançla taşıdıkları jeopolitik erişilmezlik credosu 11 Eylül saldırıları sonrasında büyük hasar görmüştür.
Keza Çin’in Kuşak Yol Projesinin önemli bir bileşeni olan Birmanya Çin ile Hindistan arasındaki stratejik pozisyonunun tersine bir duruma gelmiştir. Bu stratejik önemi olduğunu düşünen devletlerin ciddi düşünmesi gereken bir konudur şüphesiz. Sahip oldukları jeopolitik değerden dolayı rakip büyük güçlerden birinin işgaline maruz kalabilirler. Dikkatsiz bir sarkaç diplomasisi böyle bir ülkeyi cephe ülkesi durumuna düşürebilir.
Evet, modern zamanlarda güç satrancı satranç tahtasının kareleri üzerinde oynanmamaktadır; güzergahlar üzerinde, petrol ve boru hatları içinde, deniz yolları ve karasal koridorlarda iç içe geçmiş karmaşık savaş, ticaret, kültür, vb mücadeleleri, ağları ve süreçlerinin toplamından oluşmaktadır. Tıpkı fiziki boru hatları, ticari güzergahlar ve farklı ulaşım yolları gibi büyük güçlerin çekim gücünü tecessüm ettiren bu devasa küresel sistem diğer devletlerin zati değerlerinden daha fazla önem kazanmış bulunmaktadır. Bir anlamda bu yol ve koridor ağları kendi içlerinde bir varlık kazanmış ve işlevsellik kazanmışlar, fiziksel coğrafya üzerinde hüküm icra etmeye başlamışlardır. Her an yerkürenin bir denizi, bir dağı, vadisi, ovası yok hükmüne geçebilmektedir. Tabii ki bu acı demektir, kaybolan ve yok hükmüne geçen coğrafyanın toplulukları da bu dramdan nasiplerini almaktadırlar.
ÇİN'İN ÇÖZEMEDİĞİ KRONİK SORUNLAR
Bu yeni ve karmaşık süreçlerin dakik bir zamanlamayla kayıtlı olduklarını belirtmekte yarar vardır. Mesela yükselen Çin gücü önümüzdeki 20- 25 yıl içinde momentumunu koruyabilir; daha şimdiden bazı kronik sorunlarının tamamıyla çözülemediğini, yeni dönemine ilişkin ise yeni sorunlarla yüzleşmeye başladığını görmekteyiz. Bu çerçevede, işçi ücretlerinin yükselmesi, yeni orta sınıfın beklentilerinin artması, gençlik kesimlerinin inançlardan kopuşu, Çin’de üretim yapan küresel sermayenin bazı çevre ülkelere yönelmesi gibi hususları sayabiliriz. Buna ilaveten, diğer bir doğal sorun şudur ki, yeni yükselen güçlerin de bu sürede yeni bir merkezi güç oluşturmaları öngörülebilir. Dinamik ve devingen süreç sadece bir güç için değil, her güç içindir. Özellikle bugünün dünyasında sadece bir gücün değil genel güç sisteminin devingenliğine dikkat etmek gerekmektedir. Küresel ekosistem içinde her güç adeta kendi kaderini yaşamaktadır. Bunu yaşarken diğer farklı ölçekteki küresel güçlerle değişen oranlar, farklı nitelikler ve keyfiyetlerle ilişkileri bulunmaktadır. Bu değişen ilişkiler sistemi aktör devletlerin yerini almaktadır.
Son olarak, dünyanın ihatasını etkileyen faktörler üzerinde durmak gerekmektedir. Şöyle ki, bugünün henüz genel algıları, jeopolitik şablonları geçmiş yüzyılı açıklayabilmektedirler, ancak bugün daha fazlasına ihtiyaç vardır. Zira uzay çalışmaları ve Kuzey Kutup bölgesinin daha fazla seyrüsefer imkanı tanıması hidro karbon rezervleri gibi birçok konu görece yenidir. Günümüzün bir kısım jeopolitik değerlerin kaynağı coğrafi mekanların kendi konumları olmayabiliyor. Başka jeopolitik uzak merkezler ve aralarındaki her tür ulaşım, taşıma ve interkonnekte sistemler tali coğrafyaları önemli kılmaktadırlar. Arktik bölge küçük İskandinav devletlerini bir anda küresel jeopolitik rekabetin ve gerilimin merkezine oturtmuştur. Çin’in yükselmesi ve ABD’nin stratejik konuşlanma tercihiyle birlikte küçük Güney Asya Devletleri ve Okyanustaki ada devletleri bir anda küresel gerilimlerin tam simetrik coğrafyalarına oturmuşlardır. Dolayısıyla bugünün yerel ve bölgesel çatışmaların şifrelerini çözerken ana açıları alan dışı merkezlerden ve ilişkilerden çizilen değerlerle çözümlemeye odaklanmamız gerekir.
Bu değerler anahtarını kullanarak merkezinde Türkiye olan fiziksel coğrafyanın uzantılarındaki olayları, gerilimleri ve çatışmaların reel karşılıklarını analiz denemesine girişebiliriz.
YUNANİSTAN CİDDİ BİR ABD KARA ÜSSÜNE DÖNÜŞTÜ
Ortadoğu’ya eğilmeden önce Türkiye’nin ilişkili olduğu Balkanlar’daki olaylara bir göz atmakta yarar vardır. Berlin Duvarının çökmesi ve ardından SSCB’nin dağılma sürecine girmesiyle birlikte tek süper güç ABD’nin tekrar Avrupa ve Balkanlar coğrafyasına giriş inisiyatifleri görülmektedir. Buna bir de Almanya, Fransa ve İngiltere gibi 19. Yüzyılın küresel bu yüzyılın bölgesel güçlerinin müdahalelerini ilave etmek lazımdır. Bulgaristan’da yaşanan kimliklerin ve dillerin reddi politikalarının zulüm gören kesimi Türkler ise de bunun sonuçlarını yönetecek olan küresel güçlerdir. Nitekim Yugoslavya’da yaşanan savaşlar, katliamlar sonrası ABD ve Avrupa bölgeye yerleşmeye başlamıştır. Varşova Paktı dağıldıktan sonra bölgedeki küçük devletlerin bir kısmının NATO ve AB üyelik süreçleri başlamıştır. Ardından da ABD askeri olarak bölgede konuşlanmaya başlamıştır. Türkiye Balkanlar’da yaşanan bu kargaşada eski Osmanlı Mirasının asli temsilcisi olarak sahnede ışıltılı bir kimliğe bürünmüş ise de sonradan gelişen olayların, şekillenmelerin, yapılanmaların dışında kalmıştır. (Şunu da anekdot olarak aktaralım ki, Balkan devletlerinin haritalarının çizildiği Birinci Dünya Savaşı sonrası Paris Konferansında ABD’den gelen heyetin haritacı subayı Bowman etkili olmuştur.) Buna itiraf edelim ki, bizzat kendisinin yanlış ve dar perspektifli politikaları da kolaylaştırıcı rol oynamıştır. Bugün o dönem farklı konumda bulunan Yunanistan bile ciddi bir ABD kara üssüne dönüşmüştür.
Ortadoğu’ya ABD müdahalesi Balkanlardaki çatışmalarla aynı tarihlerde gibi görünüyorsa da bu başlangıcı itibarıyla böyledir. 91’deki Irak’a ABD müdahalesi o dönemin içinde yükselme momentumu yakalamış Almanya ve Japonya’nın enerji hammadde tedarikinin maliyetini artırma, Rusya’nın dağılma sürecinden faydalanarak bölgede alan tutma amaçlarına matuf görünmektedir. Ancak, Balkanlar’da büyük ölçüde Amerikan etkisi sağlandıktan sonra ABD artık kara birlikleriyle Ortadoğu’nun kilit ülkelerine giriş yapmaya başlamıştır. Hele Arap Baharına geldiğimizde ABD sivil kurumlarıyla da bölgede etkin olmaya çalışmıştır. Arap Baharında başlangıçta İhvanın etkili bir rol oynuyormuş görünmesi yanıltıcı olmuştur. Zira Arap Baharı sonrası Tunus hariç tüm ülkelerde eski rejimler ya aynı isimler ya da küçük değişikliklerle konsolide edilmişlerdir. Bugünkü zeminden baktığımızda Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerindeki isyanlar, toplumsal tepkiler elbette sanal değil gerçektirler, her biri de kendi iç dinamiklerine sahiptirler. Ancak, küresel jeopolitik uzamın tamamını ihata etmekten uzaktırlar. Dolayısıyla bölgedeki her ülkenin ve her olayın karşılık bulduğu küresel güçler arasındaki ilişkiler ve çatışmalar çoğunlukla yerel koordinatların dışındadırlar. Gerilim ve çatışmanın Enigma anahtarında farklı semboller ve olgularla karşılık bulmaktadırlar.
ORTADOĞU SAVAŞI MI KÜRESEL SAVAŞ MI?
Bugün geldiğimiz noktada Ortadoğu’da yaşanan çatışmaların kendi iç dinamikleri olmakla birlikte esasen süregiden bir küresel rekabetin ve şafağında bulunduğumuz büyük çatışmaların ön hazırlıkları ve stratejik mevzi kazanma amacını taşıdığını görmekteyiz. Soğuk Savaş döneminde SSCB etkisindeki Irak, Suriye gibi ülkeler ile devrimle rejim değiştiren İran gibi ülkeler ABD’nin hedefi haline gelmişlerdir. Bu ülkelerden İran’a doğrudan müdahale olmamış (Çevresi kuşatılmış, içinde örtülü operasyonlar gerçekleştirilmiş, uzun vadeli bir yıpratma savaşı tercih edilmiştir), diğer ikisine askeri müdahale yapılmıştır. Ortadoğu uzun bir dönemden beri belirleyici değil, belirlenen bir coğrafyadır. Bugün gördüğümüz sahada mevzi kapma önceki dönemlerde var olan dengeler ile ilgilidir, dolayısıyla bu konumlanma nihai bir durum olmayacaktır. Nitekim Rusya çok iyi bir Suriye ve Doğu Akdeniz dönüşü yapmış, Irak ise büyük bir kısmı itibarıyla yumuşak ve sert gücünü kullanan İran etkisine girmiştir. Her biri İngiliz sömürgelerini andıran körfez ülkeleri ise hem ABD ordusunun üsleri hem de ekonomik olarak agresif tasarruflar yapan ülkelerine dönüşmüşlerdir.
Tabii ki bölgenin artık yeni bir küresel gücün nüfuzunu hissetmeye başladığını da görmekteyiz: Çin. Kuşak Yol’un önemli bir partneri ve enerji hammaddesi kaynağı İran üzerinden Çin daha Güneye inmektedir. Her ne kadar 7 Ekim 2023’te başlayan süreçte ciddi hasar alsa da Çin’in arabuluculuğunda İran - S. Arabistan barışı, Suriye’nin egemenliğinin mümkün olduğu nispette korunarak sona varılması, Irak ve İran ile ciddi ticari kapasite ve projeler, Ortadoğu’yu ihata edecek şekilde Doğu Afrika’da üsler kurma, Doğu Akdeniz’de donanma bulundurma hatta tatbikatlar icra etme, vs Çin’in artık bu bölgede var olmaya devam edeceğinin ipuçlarıdır. Buradaki savaş aktörlerin rekabet güçlerinin tükenmesi veya aktörlerden birinin başka alternatif ticaret yolları ve koridorları bulmasıyla normale dönecektir. ABD’nin kısa vadede vazgeçmeyeceği aşikardır. Zira ekonomisi 2050’de dünyanın üçüncü büyük ekonomisidir ve askeri gücü de birinci gücüdür. Çin ise ekonomik gücüne karşın henüz küresel ittifak sistemine sahip değildir. Keza askeri gücü de henüz performans açısından süpergüçler arasında birinci güç değildir. Şanghay İşbirliği Örgütü ve BRICS gibi küresel sisteme ayrıksı iki yapıda da Çin’in rakibi ülkeler mevcuttur. Orta vadede Afrika, Güney Amerika, Ortadoğu ülkelerinde, Kuzey Kutbunda, uzak Asya'da Rusya ile tam uyumlu işbirliği mümkün görülmemektedir. Bu her taraf açısından kaotik ve öngörülemez durumun nasıl bir savaş süreci doğuracağı hala meçhulümüzdür. Tek bildiğimiz şu an yeni mevziler kazanılmakta, berkitilmekte, savaşa hazırlanılmaktadır. Başlığımıza bir yorum getirecek olursak, Ortadoğu’nun herhangi bir ülkesinde yürütülen savaş salt Ortadoğu savaşı değildir, küresel savaşın izdüşümüdür.
Bu bağlamda İsrail üzerinde de durabiliriz. İsrail 20 yüzyıl jeopolitiğinin ve iki dünya savaşının özellikle de ikinci dünya savaşının gayrı meşru çocuğudur. Çocuk İngiltere'ye ait gibi görünse de güçlü vasisi Amerika’dır. İngiliz Filistin Mandası tasarımı tamamen İngilizlerindir. Ancak, kurulan İsrail devleti artık ABD bağlantılıdır. Hangi devlet burada hangisini kullanmaktadır? Bu karşılıklı olmakla birlikte, daha çok İsrail’in ABD küresel ve bölgesel çıkarları için daha fazla fedakarlıkta bulunduğunu söyleyebiliriz. İkinci Dünya Savaşından sonra Ortadoğu’daki Klasik İngiliz yapımı Fransız ortaklı sınırlar çok değişmemiştir. Ancak, sınırlar değişmeden ülke içi rejimler değişmiştir. Mesela Suriye’de Baas’ın kuruluşu 1947, Irak Baas Partisinin kuruluşu da 1951 tarihlidir. Daha sonra 1962 Cezayir’in bağımsızlığını kazanması tarihidir. Diğer İngiliz sömürgelerinde de bağımsız devletlerin kontrollü doğumu her zaman mümkün olmamıştır. Mısır’da ise Arap milliyetçisi Cemal Abdünnasır’ın yönetimi vardır. Böylesi bir bağlamda İsrail başta İngilizlerin sonrasında ise ABD’nin ileri karakolu haline dönüşmüştür. Zira çevresinde SSCB etkisinde yönetimler oluşmuştur (Bu durumu küçümsememek gerekir, Suriye Baas Yapılanması hala çözülememiştir)... Nasır’ın Süveyş Kanalını kamulaştırdıktan sonra İngiltere’nin gizli ve etkin liderliğinde cezalandırılması İsrail saldırısıyla olmuştur (Marc Ferro). İsrail bu saldırıyı üstlenerek Fransa’dan nükleer teknolojiyi de alma iznine kavuşmuştur. Konuyu uzatmadan söylemek gerekirse bugün ABD’nin İsrail’in arkasında durması meselesi başka veçhe kazanabilir, İsrail ABD’nin istikrarsızlık merkezli küresel politikasının ileri cephe askerine dönüşebilir. Nitekim Ukrayna’da da durum aynı değil midir? Silah, mühimmat ve finans ABD ve İngiltere’den savaşmak Ukrayna’dan! Güneydeki İsrail Filistin savaşı da Kuzeydekinin “versüsü” niye olmasın? Ancak, şunu da ifade edelim ki, günümüzdeki ittifaklar eskisi gibi tek hat üzerinde değildir; ülkelerin kendi içlerinde başka devletlerin uzantılarını bulundurdukları hesaba katılmalıdır. Diğer yandan bazı ittifaklar özellikle askeri nitelikli olanlar her zaman gönüllü ve özgür iradeyle olmayabilir, icbar edilmiş müttefikler bir vâkıadır.
Ayrıca, ittifaklarda ast üst ilişkisi geçerli olmayabilir, Mesela ileri cephe hattında (Filistin) İsrail ile küresel merkezdeki (ABD) yahudi bileşenleri farklı kazanımlar elde ediyor olabilirler. Bu nedenle, İsrail’in bütün toplumsal küresel tepkilere rağmen zombi tarzında Filistinli masumlara saldırmaya devam etmesinin ardında başka garantiler olabilir. Bu tıpkı Beşar Esad’ın ve ülkesinin Rusya tarafından bir egemenlik sahası gibi korunmasına benzemektedir. Burada Rusya’nın Suriye’deki varlığı Suriye dostluğundan ziyade Rusya’nın stratejik çıkarlarının, ki Esad bu çıkarları savaş öncesi baskılara rağmen korumuştur.
Bu savaş nereye uzanacak sorusuna elbette net cevap vermek zordur. Ancak, küresel koridorlar ve ağların günümüzün challenger gücünün (Çin) eline geçmesini engelleyebileceği son ana kadar devam edeceği açıktır. Benzeri bir durumu örnek vermek gerekirse, Çin’in Kuşak Yol Projesinin Güney bileşeni olan Çin- Hindistan- Bangladeş-Birmanya koridorunun Hint Okyanusu limanı tam işlevini yerine getiremez duruma gelmiştir. Ortadoğu’daki karmaşa İran - S. Arabistan üzerinden Çin’in kuşak yol projesinin en ciddi alt projesini olumsuz etkileyecektir. Keza 10 yıl öncesinin Çin tarafından finanse edilecek Eylat- Aşdot ulaşım ve enerji nakil hattı projesinin de mülkiyeti değişecektir. Ancak, bu senaryonun arka yüzündeki Rusya Suriye, Ukrayna, Baltık Cumhuriyetleri, Uzakdoğu ve Orta Asya’da ve başka bağlısı ülkelerde biraz rahatlayacaktır. Afrika’daki Wagner darbelerine, Doğu Akdeniz’deki varlığına kerhen onay verilecektir. Ancak Avrupa savunmasına önem verilecek, savunma sorumluluğu ise bir Avrupalı güce yüklenecektir.. Bu bağlamda, Eski Doğu Avrupa ve Baltık Cumhuriyetlerinde Alman nüfuzuna özellikle askeri varlığına onay verilecektir/ verilmiştir de. Avrupa ülkelerindeki İsrail’i kanayan devletlerin ve Birlik kurumlarının perspektifinde ise Filistin Devletinin Batı Şeria'daki yapı tarafından tesisi bulunmaktadır (Borrel’ın açıklamaları). Halihazır olaylar ve ittifaklar göstermektedir ki, bölgedeki çatışmanın, hem iç dinamikler hem de dış dinamikler göz önüne alındığında devam etme olasılığı çok yüksektir.
TÜRKİYE’NİN TUTUMU
Gerek küresel dengeler gerekse bölgesel dengeler istikrara bulmuş değildir. Dolayısıyla hem bölgedeki savaş hem de küresel gerilimler kuvvetli devam etme riski taşımaktadır. Türkiye tarihi, kültürü, beşeri yapısı, geçmişten gelen politikaları, yakın ve uzak menfaatleri açısından bölgedeki her ülke ile ayrı ayrı ilişkilere sahiptir. Ancak, müşterek değerler ne olursa olsun, asıl önemli olan sağlıklı devlet politikalarıdır. Bu politikalar derece derece savaşa yaklaştığında doğru siyasi ve askeri politikaları zorunlu kılar.
Savaş ve felaketlerde en temel talimat ile başlamak istiyorum. Türkiye büyük küresel plakaların arasında sıkışmaya başlamış bir bağlantı plakasına benzemektedir. Dolayısıyla ilk projesi kendisinin hayatta kalma projesi olmalıdır. Bu sıkışmadan. Mütevellit kriz bölgelerinden atılan veya kaçan nüfus ülkemize yerleşmektedir. Büyük güçlerin ön cephesinde olmak diplomasiyi çok zorlamaktadır. Bu tür durumlarda istikrarlı politikaların izlenmesinde yarar vardır. Aşırı istikamet değiştirme risk doğurabilir. Keza büyük güçlerle sarkaç diplomasisi bir anda ülkeyi ön cephe ülkesine çevirebilir. Türkiye küresel ABD, ÇİN, RUSYA VE AB MİHVER güçleriyle tam angaje olmadan ancak güvensizlik de yaratmadan makul bir bağımsız politika izlemelidir. Türkiye büyük güçlere rakipmiş izlenimini vermemeli, ancak birinci dereceden muhatap olmalıdır.
Bölgesel çatışmaların Türkiye içine taşınmasından kaçınmalıdır (Ortadoğu’da taraf tutarak hakem rolümüzü yitirmemiz, içeriye kriz bölgelerinden masif nüfus taşınması, vb. hususlar Türkiye’yi Ortadoğu’nun bir parçası yapmaktadır). Muteber bir hakem ve mutemet bir devlet olmalıdır. Böylelikle de Türkiye varlığını büyütecek, ana güçler arasında hazmedilemeyecek edilemeyecek derecede bir büyüklüğe sahip olacaktır.
Küresel erişim, ulaşım, ticaret ve lojistik ağları ile kritik bağlantılar oluşturmalıdır. Her bağlantının bir siyasi ve askeri sonuç doğuracağı unutulmamalıdır. Dolayısıyla geçmişten beri var olan petrol ve doğal gaz boru hatları ile Irak Kalkınma Yolu gibi açıklanan projelerin iyi değerlendirilmesi gerekir. Şöyle ki bu projeler küresel ve bölgesel ağlarla bütünleşme potansiyelinde olmalı (Bu tarz projelerin “ebter” olmamasına dikkat edilmelidir), dostlarımızda beklenti uyandırmalı (Irak kalkınma yolunun Kuzey Irak Özerk Yönetimini by-pass ediyor olması bizi bölgedeki önemli bir ticari, siyasi müttefikimizden uzaklaştırabilir), rakiplerimizde ise yüksek risk düşündürtmemelidir (Özellikle İran faktörü). Tabii ki, proje bileşenlerinin rasyonel olarak belirlenmesi elzemdir. Egemenlik ve karar iradesi büyük güçlerin kontrolünde olan devletler üzerine büyük projeler tasavvur ve tesis etmek büyük bir ihmal sayılabilir. Sonuçta küçük ülkeler vakti gelince sahiplerine dönmektedirler. Diğer yandan, ittifak sistemimizde başka devletlerin hulül etmiş olduğu devletlere de dikkat etmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Fiziksel Coğrafya itibarıyla zor olsa da jeopolitik kazanılmış değerleriyle kendi gücünü konsolide etmeli, rakiplerini (Uzun menzilli ve etkili silahları veya başka kozlarla) erişilmez olmaktan yoksun bırakmalıdır.
“Jeopolitik Enigma” anlayabildiğim kadarıyla tam olarak tarafımızdan çözülebilmiş değildir. Bu teorik olarak da böyledir, jeopolitik düzlemde karşılıklarını bulma anlamında da böyledir. Dünyanın büyük güçlerinde farkedilir bir harp hazırlığı dikkati çekmektedir. Bir an evvel küresel rekabet ve ilişkilerin, ticari ve askeri ağların, finansal çıktıların, küresel algıları biçimlendiren fikirlerin, vb yarattığı karmaşık sistemi ve işleyişi çözmeliyiz vesselam.
Mehmet Ali Bal - Haber7
-
Turan ÇAKAR 10 ay önce Şikayet EtSessizce her anlamda milli olarak güçlenmeliyiz her türlü olumsuzluga karşı tedbirli olmalıyız.HER ŞEYE KARŞI HER ZAMAN ÖDEVİNİ YAPMIŞ HAZIR OLARAK BULUNMALIYIZ.Beğen
-
Türk Emeklisi 10 ay önce Şikayet EtE tamam hocam da on beş dakkamı ayırdım yazını okumak için; içinde emekli maaşları ile ilgili hiç bir açıklama yazı yok. Onun için yazının makaleninde değeri yok. Türk Emeklisi aç aç aç.Beğen Toplam 1 beğeni
-
İbrahim Alkılıç 10 ay önce Şikayet EtTeşekkürler, iyi bir araştırma makalesi olmuş. Böyle makalelerin hazırlanması ve yazılması bir hayli zaman alır. Yazarımız güzel bir konu seçmiş ve emek vermiş. Üç satırlık köşe yazısında bunları anlatmak ve anlamak tabii ki mümkün değildir. Ayrıca böyle makalelerin herkes tarafından anlaşılmasını beklemek gerekmez. Selam ve dua ile...Beğen
-
misafir 10 ay önce Şikayet EtÜretim üretim üretim üretemez isen pazar olursun ambargoda yok olursun...Beğen Toplam 3 beğeni
-
Asd 10 ay önce Şikayet EtMakaleniz çok iyi.Beğen Toplam 2 beğeni