Savaşa evrilmiş jeopolitik gerilim
-Savaş karmaşık bir süreçtir-
John Keane, Şiddetin Uzun Yüzyılı kitabında savaşın zamanla zararlarını azaltacak biçimde yarışmalara ve oyunlara dönüştüğünü anlatır. Elbette ki mutlak anlamda savaşsız bir barış dünyası mümkün görünmemektedir. Yazarın bu ifadesini “sportif yarışma ve oyunlar savaşın değişmiş barışçıl yüzünden biridir” şeklinde değiştirebiliriz.
Şu halde tekrar konumuza dönelim bu metafor üzerinden, savaş neye benzer? Savaş nedir? Birçok insan için savaş silahların konuştuğu kanın döküldüğü son anda yoğunlaşan bir olgudur. Halbuki bugün hepimiz daha fazla biliyoruz ve bilincindeyiz ki, savaş uzun ve ve karmaşık bir süreçtir. Bu birinci tespitimizi akılda tutalım.
İkinci olarak ise savaşın aktörleri veya bileşenleri sadece savaşanlardan ibaret değildir. Çağlar boyunca savaş savaşan kahramanların uhdesinde kalmıştır. Halbuki günümüzde asker veya savaşan aktörler savaşın aktörlerinden veya bileşenlerinden biridir. D. Eisenhower’ın İkinci Dünya Savaşı yıllarında söylediği “Savaşın şoven bir kahramanlık olarak görüldüğü dönemler geride kalmıştır” sözü tam da bunu anlatmaktadır. Sovyet- Alman Nazi savaşı sırasında sanayiinin özellikle de savunma sanayiinin Doğuya taşınmasında önemli rol oynayan Nikolay Alekseyeviç Voznesensky de Eisenhower’ı teyit etmektedir: “İkinci Dünya Savaşı bir motorlar savaşıdır. Kaybedilen bir uçağın veya tankın yerine yenisini üretebilen savaşı kazanır.” Gerçi geçmiş dönemlerde de bu fikrin farklı bileşenlerini ifade edenler yok değildir. Mesela Napolyon’un “Piyade karnı üzerinde yürür” sözü ile “Et yiyince başka savaşıyor asker” sözü tam da bu hususları anlatmaktadır.
Özellikle İki büyük dünya savaşında savaşın finansmanı önem kazanmıştır (Birinci Dünya Savaşı finansmanı ile ilgili D. Fromkin) İç ve dış piyasalardan borçlanabilme yeteneği (N. Ferguson; Paranın Tarihi), daha fazla devlet ile ticaret ortaklığı, vb savaşın özellikle ilerleyen süreçlerini etkilemiştir. Buna ilaveten cephelerdeki muharebelerden çok salgın hastalıklardan meydana gelen can kayıpları, açlık ve donanımsızlık gibi lojistik sorunları, nihayetinde yıllardır savaşan askeri birliklerdeki yorgunluklar ve eve dönüş arzusu cephelerin hiç de hesap edilmemiş sorunları haline gelmişlerdir.
Bu uzun girişi okuyup, savaşın konvansiyonel cereyanına dair yazacağımı düşünmeyin. Bu sunumu tersine mühendislikle algılayıp, savaş öncesi emareleri anlamaya ve yakalamaya çalışacağım. Zira bugünün şartlarında evimizde yaşarken, işyerlerimizde şu veya bu şekilde bir faaliyette bulunurken, dünyanın şu ya da bu bölgesindeki krizleri ve çatışmaları medyada izlerken birçok riskli işareti de kaçırmaktayız. Dünyanın her zamanki gibi olağan bir akış içinde olduğunu düşünmekteyiz değil mi? Sıradan vatandaşların böyle hissetmesi bir nebze normal ancak karar alıcıların, uygulayıcı kurumların böyle bir lüksü bulunmamaktadır.
SAVAŞ KARMAŞIK BİR SÜREÇTİR
İlk tespit üzerinden gidersek, savaşa giden karmaşık süreç bugün daha da tanımsız bir hale gelmiştir. Bunun önemli bir nedeni bugün askeri araçların dışında daha fazla enstrümanın savaşta kullanılıyor oluşudur. Her şeyden önce bir kısım yüksek teknoloji ürünü malzemelerin satış politika/ prosedürünün katılığı (CAATSA yaptırımları- Bunu ABD’nin değil liderlik yaptığı küresel sistemin yaptırımları olarak algılamak gerekmektedir) bilginin hiyerarşik paylaşımı (Güney Kore’nin bazı yüksek teknoloji ürünleri üretimi için yetkilendirilmesi ) veya hiyerarşik odaklanması (Yüksek teknoloji şirketlerinin çok büyük oranda ABD’de toplanması) gibi konular küresel güç mücadelesinin üst düzey konuları olarak ortaya çıkmaktadır. Hiç kuşkusuz bu küresel denklemin rekabete hatta savaşa dönüştüğü en üst düzey alanlardır. Dikkat edilirse bu başlık altında belirttiğimiz konularla ilgili savaş kelimesi veya iması geçmemektedir. Ancak, bu hususlar tam anlamıyla savaşın üst düzey icrasıdır. Nitekim buradaki bazı kavramları dünya kamuoyu son yıllarda daha fazla duymaktadır. Çünkü dünya in altum perfecto (Yüksek mükemmellikte) bir savaş halindedir.
C. V. Clausewitz’i hatırlarsak, “Savaş politikanın devamıdır” diyordu. Eğer savaş hasmın gücünün tamamen imha edilmesi ise ve politik olarak hasmın iradesinin teslim alınması hedefleniyorsa bu amaçlara sadece savaşla veya savaş formunda muharebeler ile ulaşılmaz. Başka formlarada savaş denenir, imhaya matuf başka yöntemlere başvurulur.
MİLLET SAVAŞIN İÇİNDEDİR ANCAK FARKINDA DEĞİLDİR
İşte sıradan güçlerle üst düzey güçler, yüksek askeri liderler ile sıradan olanlar arasındaki farklar bu noktada ortaya çıkmaktadır. Hele sıradan halk ile gerçek savaş liderleri ya da uzmanları arasındaki ayrım da bu noktadadır. Mesela bir millet ya da topluluk savaşın içindedir ancak bunun farkında değildir. Bu farkındalık bilinci ya da kavrayış gücü savaşlarda trajik büyük neticeler doğururlar: Alesia Savaşını ele alalım, Cesar’ın Roma mühendisliğine dayanarak Alesia etrafında kaydırdığı kuşatmacıların önündeki ve arkalarındaki hendekler, kuşatma kazıkları, vb o dönemin Galyalı savaşçıları için başlangıçta çok anlamsız görünmüş de olabilirdi. Ki bu kuşatma mutlak bir imhaya götürdü muzaffer Sezar’ı...
ÇİN CESARET EDEMEDİ
2003 yılında Küresel Savaş Riskleri üzerine bir makalede “Dünyada Ağır bir harp havası var” demiştim. O tarihten bu yana dünyanın bazı sınırlanmış bölgelerinde konvansiyonel savaşlar gördük. Bazı Batı metropollerinde ve bizim metropollerimizde asimetrik savaşın saldırılarına şahit olduk. Ancak, Ağır harp havasını tüm dünya milletleri teneffüs etmedi, ettiğini de anlamadı. Ancak, bugüne geldiğimizde olaylar silsilesinin ağır sonuçlarını gördük. Mesela Japonya ve Almanya dünya ekonomik sıralamasındaki yerlerinden geriye düştüler. Fransız İmparatorluğu parçalandı, hala da süreç devam ediyor. Avrupa Devletleri güç kaybettiler. Amerika kendi kendini tasfiye ederek hegemonya güçlerden birine dönüştürdü (Başka bir seçeneği de yoktu, en rasyonel yolu seçti.), boşalttığı süper güç angajmanlarını ise Çin yüklenmeye cesaret edemedi. Elbetteki bu basit bir psikolojik hadise değildir; aksine somut sayılar, istatistikler ve farklı parametrelere göre esaslı bir güç analizinden kaynaklanmaktadır.
Bugüne geldiğimizde artık bambaşka emareler görüyoruz, yani savaşın emarelerini. Bunun özellikle son dönemde gördüğümüz emarelerin en önemli sebeplerinin başında üst paragrafta sunduğumuz durum gelmektedir. ABD mutlak süper güç angajmanlarından kendini eşitler arasında birinci hegemonya güç düzeyine tasfiye etmiştir. Ancak, güç pozisyonunu devam ettirmek için küresel istikrarsızlık üzerinde bir politika izlemektedir. Oyun kurucu değil, düzen bozucu bir rol oynamakta, daha çok kaba güce başvurmaktadır. Çin ise ekonomik ve sistemik olarak bağımsız bir süper güce evrilmektedir, ancak düzen kurucu olma pozisyonunda değildir, kolay kolay olacağa da benzememektedir. Ancak, ABD ve müttefiklerine karşı meydan okuma potansiyeli olan bir güç olarak (Challenger power) ortaya çıkışı küresel düzlemde orta ölçekli güçleri (Ben raptor diyorum) agresif davranmaya ve en azından küresel düzenin büyük aktörleri arasında tercihli diplomasi yapmaya teşvik etmiştir. Bu mutedil ifadelerin özü şudur ki küresel düzen yara almıştır, kaos başlamıştır, kaos yarıklarından stratejik ve vahşi bölgelere sızan devlet dışı kontrolsüz unsurlar (terörist gruplar, özgürlükçüler, radikaller, vb şiddet grupları) da etkili olmaya başlamışlardır. Bütüncül açıdan baktığımızda bunların hiçbiri münferit, bağlantısız ve kendiliğinden olma olasılığı taşımamaktadırlar.
Hiç sözü dolaştırmadan söylersek, bütün bu olanların anlamı savaşın başladığı hatta şiddetlendiğidir! Eğer devlet ve millet olarak yaşamak istiyorsak, bu gerçeğe göre hareket etmek mecburiyetimiz vardır. Zira savaş geldiği an bütün sabiteler alt üst olur.
SAVAŞIN AKTÖRLERİ VEYA BİLEŞENLERİ SADECE SAVAŞANLARDAN İBARET DEĞİLDİR
Eğer bir güç geçmişte yaşanan benzer olaylardan ders alabilecek derecede bir akıl merkezine sahip ise savaşta savaşın bütün bileşenlerini içeren bir strateji ve icraya yönelir. Dolayısıyla günümüzün savaşan küresel güçlerini geçmişin birikimine sahip güçler olarak kabul ediyorum.
Savaşların farklı bileşenleri olduğu gerçeği ağır sonuçlar doğuran savaşlardan sonra anlaşılmıştır. 2. Dünya Savaşı öncesi “Almanya savaş girerse 6 aylık kaynağımız var” diyen korgeneralin raporu dönemin nazi üst yönetimi tarafından dikkate alınmamıştır. Ancak, savaş uzadıkça sofistike Alman savaş aygıtının hareket edemeyeceği acı bir şekilde ortaya çıkmıştır. Şu halde savaşın bileşenleri ve aktörleri nelerdir veya kimlerdir sorusuna açık ve sade cevaplar verelim (Bu elbette ki tamamlanmış bir kiste değildir. Tam liste başka bir yazının konusu olabilir).
SAVAŞIN AKTÖRLERİ/ BİLEŞENLERİ
Bu iki salt askeri alana münhasır konudan çok daha önce savaşın siyasi liderliğinin mahiyetini vurgulamak gerekir. Savaşların küresel veya bölgesel, yüzeysel ya da derinlikli, şiddet yoğun veya inşa yoğun keyfiyetleri belirleme gibi hususlarda nihai karar alıcı siyasi vizyondur liderlik savaşın bileşenleri ve aktörleri piramidinin en üst kısmında yer almaktadır. Unutmayalım ki, siyasi karar daha başta savaşın sonucunu etkilemektedir. Zira siyasi karar, savaşın tüm bileşenlerini değerlendirdikten sonra alınan rasyonel bir karar olmalıdır.
1. Kurmay kadro ve beşeri unsur: Savaşları iyi yetiştirilmiş ve senkronize olmuş bir kurmay kadro yönetebilir. Aynı zamanda savaşı yüklenebilecek ve kısa sürede seferber edilebilecek bir beşeri zemin de olmalıdır.
Kurmay kadro: Askeri alan başta olmak üzere savaşı kazanmaya matuf tüm teknik ve teknolojik alanlarda temel eğitim almış, saha pratiğine sahip bir kurmay ve yönetici sınıfa sahip olunmalıdır. İki ayrı alanda vurgu yapmak istiyorum: Birincisi büyük bölge dizaynını yapabilecek saha generalliği kadrosuna sahip olmak elzemdir. İkincisi ise özellikle David Patreus’un vurguladığı “Küçük Birlik Liderliği/ Komutanlığı” ihtiyacının karşılanmasıdır.
Beşeri Unsur: Her ne kadar günümüzde sanal zeka platformları kullanılmakta ise de büyük konvansiyonel savaşlarda yeterli beşeri unsura sahip olmak önemini korumaktadır. Halen bu durum savunma harcamalarını sıradışı artırmış olan Japonya ve Almanya açısından hayati ihtiyaçtır. Diğer yandan beşeri unsurun olması yanında seferber edilme keyfiyeti önemlidir. Günümüzde buna ilaveten teknolojik harp malzemelerini\ aletlerini kullanabilecek eğitim ve deneyime sahip eğitimli nüfus önem kazanmıştır.
2. İnovatif kapasite: Devletlerin büyüklüğü etkin olmak için yeterli değildir. Sivil ve askeri alanlardaki inovatif kapasite tarihte olduğu gibi bugün de belirleyicidir. Sanayii Devrimi sonrası Bilgi Çağına geçişten itibaren bazı harp malzemeleri ve cihazlarının bazı kısımlarının üretilebilmesi yanıltıcı olabilmektedir. Buradaki inovatif kapasite entegre inovatif kapasitedir. Yani bilgi ve teknolojinin gerçek mülkiyetine sahip olma keyfiyetidir. Bir kritik üretimin başlangıcından son ürün çıktısına kadar rekabetçi bir performansta gerçekleştirilmesidir. Günümüzde bilgi ve teknolojinin küresel hiyerarşisinin tam anlaşılamaması yanlış anlamaya neden olmaktadır. Burada hedef en üst düzey üretimin bilgisine sahip olmaktır.
3. Ekonomik/ finansal kapasite: Savaş ciddi bir ekonomik ve finansal alt yapı gerektirir. Özellikle topyekün ve uzun süren savaşlarda bu iki husus hayati önem taşımaktadır. Sivil ve askeri üretim altyapısı savaşı her aşamasında ihtiyaçtır. Üretim altyapısının ve diğer tüm askeri askeri üretimin gerçekleştirilmesinde ekonomik organizasyon ve finansal birikim belirleyici olmaktadır. Büyük güçlerin savaş durumlarını üretim röntgeni alındıktan sonra daha net tanımlayabiliriz.
Savaşın finansal yapısı üzerine bütüncül harp çalışmaları yapan uzmanlar daha fazla durmuşlardır. İnsan zihni ve devlet aklı geliştikçe bu konu daha da belirginleşmektdir. Rothschild ailesinin bir üyesinin dediği gibi “Biz parayla savaş yaparız, barış yaparız”. Finans kaynağı her iki durumda da temel bir koşuldur. Her iki büyük dünya savaşında da daha önceki İngiltere- Hollanda küresel savaşlarında olduğu gibi devamlı akan bir finansal yetenek belirleyici olmuştur.
Dünyanın bütünleşmeye başladığı zamanlardan itibaren savaş yapan gücün müttefiklerinin ekonomik ve finansal kapasitesi, yönelimleri, zaaf ve üstünlüğü de dikkate alınmıştır.
4. Diplomatik ve istihbari Kapasite: Diplomatik ve istihbari kapasite savaşın devletler veya tarafları olan aktörleri ve bileşenlerini duruma göre bir araya getiren ya da ayrıştıran, karşı ittifak sistemlerini ifsat eden, rakiplerin savaşma kapasitelerini analiz eden hatta işlevsiz kılan kıymetli bir kapasitedir. Bir bakıma güç zaaflarını belli bir dereceye kadar telafi etme kapasitesi vardır. Ancak, şu yanılgıya da düşmemek gerekir ki, bu nihai belirleyici değildir, yardımcı bir unsurdur. 16. Yüzyıl Hollanda diplomasisi ve ticari kapasitesini, Osmanlı gücünün devletleşme ve bölge gücü olduğu dönemdeki diplomasisini, SSCB’nin 2. Dünya Savaşı öncesi istihbarat kapasitesini (Cambridge Beşlisinin sızdırdığı hayati önemdeki belgeleri incelemenizi öneririm) örnek verebiliriz. Özellikle küresel savaşlarda ekonomik çoklu ortaklı yapıya dayanan güçler gibi diplomatik ve istihbari alanda da yayılabilme kapasitesi olan güçler daha avantajlıdır. Elbette bu konuda son önemli vurgu karşı istihbarat üzerinedir. Diplomatik ve istihbari açıdan nüfuz gücü arttıkça bu güce sızma riski de artmaktadır. Savaşın sonucunu zekaların eşitsizliği belirler. Bu açıdan, insan aklına dayalı güçler, yani insan aklının özgürlüğünü önde tutan güçler daha başarılı olmaktadırlar.
SAVAŞIN BİLEŞENLERİ KAVRAMININ KABULÜNÜN DOĞAL SONUCU
Savaşın bileşenleri ve aktörleri kavramını kullandığımız andan itibaren “Organizasyon” kavramı/ sorunsalı ortaya çıkmaktadır. Buna askeri anlamda “Topyekun Seferberlik Hazırlık Durumu” denilmektir. Başta topyekun kavramını özellikle bileşenleri vurgulamak maksadıyla kullandım. Topyekun seferlik hazırlık durumu denilince en güçlü vurgu savaşa hazırlık ve senkronizasyon zorunluluğu üzerinedir. Şunu belirtmekte fayda vardır, savaşta kaynaklara sahip olmak yeterli değildir, bu kaynakları senkronize ve etkili ve zamanında kullanmak gerekmektedir ki buna da lojistik yeteneği diyoruz. Savaş tam bir emir komuta birliği gerektirdiği gibi seferberlik hazırlıkları da savaşın tüm bileşenlerinin rasyonel birliğini gerektirir. Bunun savaş esnasında yapılanından farkı rasyonel birlik olmasıdır. Halbuki savaşta emir komuta bazen akıl sınırlarını farklı nedenlerle aşabilir.
Son yapılan büyük savaşlar göstermiştir ki, savaş öncesi bileşenlerin ve aktörlerin birliği savaşın sonucunu belirlemektedir. Savaşın askerlerle icra edilen son aşaması çok spesifik bir nihai prosedür ve olgudur.
SONUÇ YERİNE
Yukarıda sunduğum analiz süreçlerini hem geçmişteki büyük savaşlara hem de bugünkü duruma tatbik edebiliriz. Kısaca teorinin somut karşılıklarını işaret edip geçelim. 1990’ların sonundan itibaren küresel savaş mekaniği çalışmaya başlamıştır. 2000’li yıllar ise yeni küresel aktörlerin yer değiştirdiği bir hızlandırılmış sürece yataklık yapmıştır. Mesela 2005 yalında yayımlanan bir bölgesel güçler kitabında Çin bir bölgesel güç olarak yer almaktadır. Ancak bu durum hızla değişmiştir. Keza ekonomik büyüklüklerine göre yazılan sıralamada değişiklikler görülmeye başlanmıştır. Bu güç transferlerinin ve değişimlerinin sancısız olabileceğin, düşünmek mümkün değildir. Nitekim 2000’li yolların başında ABD’nin içindeki sembolik merkezler vurulmuştur, ki bu büyük dünya savaşlarında bile olmamış bir saldırıdır. ABD bu saldırılardan dolayı iki uzak ülkeye askeri operasyon düzenlemiştir.
Küresel sistemin yerleşik sınırları değişmeye başlamıştır. Bazı ülkelerde iç karşıklıklar, çatışmalar bazı ülkelerde ise devletler arası gerilimler artış göstermeye başlamıştır. Adına asimetrik terör, ayrılıkçı terör, ideolojik terör ne denirse densin artık çoğunun arkasında bir başka dominant gücün etkisi olduğu herkesin malumudur. Bugüne geldiğimiz süreçte ise Suriye savaşı, Ukrayna savaşı, Gazze savaşları büyük ölçüde küresel ölçekli sorunların dışavurumudur. Bazen vekiller aracılığıyla bazen de kısmi olarak asıl aktörlerle yayılan bu savaşların yayılma istidadı daha da güçlenmektedir. Nitekim en son İran’ın Kuzey Irak saldırılarını konulurken bir anda Pakistan ile olan karşılıklı füze saldırıları ve top atışları bu yayılma yönünü belirlemek konusunda biraz daha dikkatli olmamızı hatırlatmaktadır.
TOPLUMLAR ADIM ADIM SAVAŞA PRİSKOLOJİSİNE HAZIRLANIYOR
Başta ifade ettiğimiz bazı yaptırımlar, sınırlamalar yanında savunma sanayiine yönelik büyük güçlerde görülen üretim artışı ve dışa yönelik sınırlamalar bir savaş hazırlığının meşhut kanıtlarıdır. Keza devletlerarası bloklaşmaların sivil ekononomik işbirliği mantığından ziyade savaş hazırlığına matuf olduğu anlaşılmaktadır. Dünyanın belirleyici ülkelerindeki toplumlar adım adım savaş psikolojisine hazırlanmaktadırlar. Bu konuda medyanın haberlerine, devletlerin tavırlarına bakmak yeterli olur. Keza büyük devlet istihbarat ve diplomasi aygıtlarının faaliyetlerinin hızlandığına da şahitlik ediyoruz. Ülkemizdeki ve bölgemizdeki yabancı askeri ve istihbari güçlerin varlıklarının ve faaliyetlerinin artışının savaş ve sonuç odaklı olduğunu düşünmek lazımdır.
Ezcümle savaş gelir ve bütün sabiteleri değiştirir fikrimizi tekrarlamak istiyorum. Bu kısa yazı çerçevesinde kendi durumumuzu da analiz edebilmeyi gerekli görüyorum. Çünkü sanıyorum tam da savaşın ortasındayız.
-
Mustafa Akın 9 ay önce Şikayet EtGereksiz yere muğlak çok cümlen var; anlaşılmıyor. Kuantum fiziğinden veya derin bir felsefi konudan bahsetmiyorsun sonuçta, basit bir stratejiden bahsediyorsun. Basit, anlaşılır, kısa ve öz yaz. Bazı fikirlerinden emin olamadığından mı muğlaklaştırıyorsun yoksa?Beğen Toplam 1 beğeni
-
Dursun KARAAĞAÇ 10 ay önce Şikayet EtKalemine sağlık üstat.Beğen
-
Bedir 10 ay önce Şikayet EtGüzel yazıBeğen
-
Mehmet Kafi Emir 10 ay önce Şikayet Etİlginç bir analizBeğen Toplam 1 beğeni
-
a ha 10 ay önce Şikayet Etkafirin dağı yıkacak gücü olsa bile Allah onları hüsrana uğratır, biz şeytan olmuş isek vay bizim halimize.Beğen Toplam 2 beğeni