Mehmet Ali Bal
Mehmet Ali Bal
HABER7 YAZARI

İttifaklar Üzerine

GİRİŞ 16.07.2024 GÜNCELLEME 18.07.2024 YAZARLAR

9- 11 Temmuz 2024’te Washington, DC, ABD’de yapılan NATO devlet ve hükümet başkanları zirvesi son yıllarda hızla değişen küresel dengeler, gerilimler ve yeniden yapılanma çalışmaları açısından dikkatle izlenmesi gereken zirvelerden biri oldu. Zirvenin magaziner ya da bizzat zirveyle ilgili olmayan olaylarını, haberlerini ve yorumlarını bir kenara bırakırsak günümüzün tartışmasız en etkili ve hiyerarşik siyasi gücü de barındıran askeri teşkilatı olarak irade ettiği kararlarını üyelerine dikte ettirdi.

Sonuç bildirgesinde yer alan dikkat çekici hususlar farklı basın organlarında yer aldı. O yüzden ayrıntıya girmeden kısa bir özet yapıp ittifaklar konusuna dair düşüncelerimi siz değerli dostlarımla müzakere etmek, paylaşmak istiyorum. Basına da yansıdığı gibi Bildirgede İttifakın Ukrayna’yı NATO üyeliği de dahil olmak üzere Avrupa Atlantik İttifakına entegrasyonunda dönüşü olmayan yolda destekleyeceği vurgulanmıştır. Ukrayna’nın yeri NATO içindedir denilerek, 40 milyar avroluk askeri yardım finansmanı sağlanmasının planlandığı belirtilmiştir.

Rusya işgalinin BM Şartını ihlal ettiği ifade edilerek Rusya'nın yanında yer alarak savaşın uzamasını kolaylaştırdıkları gerekçesiyle Çin, Belarus, Kuzey Kore ve Iran devletleri zikredilmiştir. Ayrıca Çin'e stratejik Riskleri azaltma çağrısı yapılmıştır. Terörle Mücadele konusu genel ifade olarak yer almıştır. Bölgesel barış ve güvenliği desteklemek amacıyla Batı Balkanlar ile siyasi diyaloğun devam edeceği kaydedilmiş; 1936 Montrö Antlaşmasına atıf yapılarak Karadeniz'in de güvenliğinin sağlanmasına yönelik destek teyit edilmiştir. Ayrıca İttifakın Ürdün'e bir ofis açması planlanmıştır. Gelecek yıl zirvenin Hollanda'da sonraki yıl ise Türkiye'de yapılacağı belirtilmiştir.

Ülkemizde en fazla eleştirilen ittifaklardan biri olan NATO ile ülkemizin milli çıkarlarının ne kadar uyuştuğu/ veya uyuşmadığı kolektif hafızamızda ve devlet hafızamızda kolay kolay tebellür edeceğe benzememektedir. Bunun hem muhataplarımızın tutumları hem de bizim algı ve çıkarlarımızın sürekli yer değiştirmesi ile daha da belirsizliğe gittiği aşikardır. Ancak, somut ve nihai gerçek şudur ki, devlet olarak NATO ittifakının içindeyiz, Ülkemizde çok sayıda açık ve gizli NATO ve ABD üssüne/ unsurlarına ev sahipliği yapmaktayız ve alınan kararlarda bizim de onayımız vardır. Bunun dışındaki siyasi beyanatların ne yazık ki bir kıymeti harbiyesi bulunmamaktadır.

 Alman H. Kohl Enstitüsü orta ölçekli güçleri tanımlarken oluşturduğu 20’den fazla kriter içinde “Bölgesel ve küresel ittifak ve iş birliği sistemlerinin tarafı olma” ölçütünü de saymaktadır. Ancak, bu noktada ittifak üyesi olmak kadar ittifak içindeki pozisyon da fevkalade önem taşımaktadır.

İttifakları kendi nesnel yapıları itibariyle anlamak ve buna göre doğru bir hareket tarzı belirlememiz icap eder. Bir ana çerçeve çizmek gerekirse ittifaklar çok farklı motivasyonlarla oluşturulmuş devletlerarası birlik organizasyonlarıdır. Şunu ifade edelim ki, ittifakların ana kaynağı karşılıklı güven olmakla birlikte hem başlangıçta hem de sonrasında başka motivasyon, amaç ve çıkarlarla beslenebilirler. Bunlar arasında elbette ki en tercih edileni karşılıklı güvene, korumaya ve yardımlaşmaya dayalı olanıdır. Ama insanın doğası gibi devletlerin doğası da -insan doğasından hatta daha fazla- yaşama içgüdüsüne, çıkar motivasyonuna ve üstünlük kurma, yönetme iradesine sahiptir. Böyle olunca ittifakların başlangıç ve devamlılık ilkeleri çeşitlenebilir.

Mesela güçlü devletler açısından ittifaklar bir küresel yönetim hatta savaş aracıdırlar. Barış döneminde sınır ötesi veya küresel yönetimi sağlama ve en üst vergiyi toplama hakkını (!) ön plandadır. Savaşa evrilen dönemlerde ise tıpkı konvansiyonel savaşta Ordu birliklerinin konuşlanması ve mevzileri tutması gibi devletler arası savaş nizamında savaşı kazandıracak pozisyonları elinde tutmasıdır. Büyük ve küçük müttefiklerini düşman ve rakiplerini hareket edemez ve saldıramaz durumda güç satrancını da yerleştirmesidir. Bu genellikle akıllı büyük güçler tarafından savaş öncesi tanzim edilir ki, savaş hiç yapılmaksızın zaferler silsilesi kazanmaya matuftur.

Küçük güçler açısından ise ittifaklar bir anlamda bazen sığınılacak mevziler haline gelirler. Bu noktada büyük güçlerin motivasyonundan farklı olarak korku ve yaşama içgüdüsü daha ön plandadır. Ancak, akıllı küçük güçler ya da kadim siyaset kültürü olan devletler küçük veya zayıf olmalarına karşın içinde bulundukları ittifak sistemlerinde daha büyük rol oynayabilirler. Güçlerin denge oyununun sonuçlarını önceden teşhis edebilirler. J. Nye’ın belirttiği yumuşak güç unsurlarını kullanarak ittifak sisteminde karlı ve verimli bir siyasi sonuç üretebilirler. Ancak, bu büyük ölçüde ittifakın başat gücünün iknası ya da bizatihi uygun görmesi şartını gerekli kılar.

İttifak sistemlerinde bazen iç içe geçen ilişki kümeleri de olabilir. Ancak bu dikkatli yürütülmesi gereken bir siyasi süreçtir. Her an düşman durumuna geçmek riski vardır. Diğer yandan, ittifakta başka bir güç adına bulunmak durumu da söz konusudur. Bu da incelenmeye değer bir konudur.

İttifaklar üyelerini mutlak korunmuş kılar mı sorusunun cevabı kolaydır. Kesinlikle mutlak garanti sağlamaz. Hatta en başta, bizatihi İttifakın “Primum inter pares’i” karşısında küçük üyeler tehdit altındadırlar. Mesela 1. Dünya Savaşında biz İtilaf Devletleri ile savaştık ancak Kuzey Afrika’da, Mezopotamya'da, Azerbaycan'da Alman komutanlarla da mücadele verdik. Kudüs geri alındığında Alman ordugahında da dini kutlama yapıldı. Varşova Paktı ordularının Pakt üyesi Macaristan ve Çekoslovakya’yı işgalleri yakın tarihin hafızasındadır. İmre Nagy ve Budapeşte’de “Nem nem sona” (Hayır, hayır, asla) sloganı atan Macar milliyetçilerinin haykırışları hala duyulabilir.

Bir ittifak için artık bütünüyle mütecanis yapı diyebilir miyiz? Elbette ki hayır. İttifaklar içinde Eşyanın doğasıyla uyumlu biçimde daha etkin, güçlü karar alıcı güçler ile daha etkisiz ve zayıf güçler bir arada bulunurlar. Güçlü ittifak üyeleri diğerlerini de bir anlamda yönetirler, bazen baskılar hatta stratejik hedefleri gerektirirse işgal ederler. Ne yazık ki tarih büyük işgallerin yaşandığını bize göstermektedir. Mesela II. Dünya Savaşında Almanya ve SSCB İşgalleri karşılıklı stratejik hamlelerdir, işgal ettikleri birçok ülke onlar için birincil amaç değildir. Keza ABD savaşa girdikten sonra dünya üzerinde 50’den fazla ülkeyi işgal etmiştir. Bunların çoğundan izin alınmamış, bilgi verilmemiştir.

Şu iyi bilinmelidir ki, elbette ittifaklar içinde yer almak faydalıdır, önemlidir. 1. Dünya Savaşı öncesi İtilaf veya İttifak devletleri ittifak sisteminde yer almak için nasıl çaba sarf ettiğimizi Talat Paşa hatıralarında anlatır. İngilizler bizi ittifaka almazlar. İ. Ortaylı ise Almanya’nın da bizi ittifaka almak istemediğini, ancak Avusturyalı generallerin İmparator II. Wilhelm’i “Osmanlı ordusunun savaş yeteneğini belirterek” ikna ettiğini ifade etmektedir. Rasyonel açıdan baktığımızda elverişsiz bir ittifaka bile kabul edilmek bazen aranır durumdur, her zaman kolay da değildir. Diğer yandan savaş riski ortaya çıktığında ittifak ilişkileri inşa etmek zorluğu açıktır. Hazal Yalın’ın Rus belgelerine dayanarak hazırladığı “1939- Avrupa, Sovyetler Birliği, Türkiye” kitabı belirtilen güçlerin kendi içlerinde ittifak kararlarının nasıl gelip gittiğini göstermesi açısından ilginçtir, ibretliktir.

Diğer yandan, ittifakların en değerli olanları devletlerin kendi bağımsız iradeleriyle içinde bulundukları durumu idrak ederek kuracakları ittifaklardır. Ancak,karşılıklı güvenin tesisi, geleceğin öngörülmesi gibi hususlar hiç de kolay değildir. Bu konuda örnek bir olay olarak (Case Study) Osmanlı- Lehistan imparatorlukları ittifak görüşmelerini ve nasıl başarısız olduklarını, sonucunda da neler kaybettiklerini tarihin dilinden okumanızı öneririm. (Değerli bilim insanı Prof. Hacer Topaktaş Üstüner Osmanlı ve Lehistan belgelerine dayanarak bu başarısız ittifak görüşmelerini adeta yaşamış gibi anlatmaktadır.) Bu tarz ittifakları kurabilecek büyük devlet adamlarıdır.

Bu genel düşünceleri günümüze intikal ettirirsek aslında birçok sorunun cevabının ortaya çıktığını görebiliriz. Bunlara ilaveten aşağıdaki düşüncelerimi de paylaşmak isterim. Bildiğimiz üzere yine NATO gibi çok eleştirilen ancak yerine küresel düzlemde alternatifi ikame edilememiş olan BM de benzeri bir üst şemsiye kuruluşudur. Her ikisi de - her ne kadar Savaş öncesi Cemiyeti Akvam gibi bir küresel kuruluş varsa da- 2. Dünya Savaşı sonrası bugünkü kimliklerini kazanmışlardır. Her ikisi de bir küresel savaşın sonucudurlar. Savaş veya savaş düzeyinde bir mücbir sebep olmadan değiştirilmeleri çok zordur.

İttifak Sistemlerinin bizi veya dünyada gerçekten mağdur ve mazlum toplumları, milletleri koruyacaklarına dair mutlak bir garanti elbette yoktur. NATO da bu anlamda mutlak garanti vermemektedir. Ancak ittifak dışında kalmaktan iyi bir durumdur ya da henüz alternatif güce erişilmiş değildir. Mutlak garanti olmasa da ittifak sistemleri belli bir karşılıklı güven ve garanti üzerine tesis edilirler. Bu durum bugüne kadar çözülmüş değildir.

İttifaklar daraldığı oranda daha etkili olmaktadırlar. Özellikle siyasi ve askeri etki oluşturacak askeri karakterli ittifak sistemlerinin gücü diğer ittifaklar ve küresel kuruluşlar üzerinde bir yerde durmaktadır. Bu ittifakların daralmaya başlaması ise başka büyük olayların, savaşların habercisi olabilir.

2. Dünya savaşının bitiminde (Mart 1946) ABD ve Birleşik Krallık arasında imzalanan ve bu iki ülkenin isimlerinin birleşimiyle anılan (United Kingdom – United States of America Agreement - UKUSA), elektronik istihbarat işbirliği anlaşması bu anlamda kritik bir anlaşmadır. Bu anlaşmaya göre. Dünyanın tamamını gözetleyecek devasa kulaklar, sistemler küresel kritik noktalara konuşlandırılmıştır. Bu anlaşma, Echelon sistemi ya da Beş göz olarak, Duncan Campbell isimli bir gazetecinin 90’lı yıllar başındaki kitabıyla kamuoyu tarafından öğrenilmiştir. Bu anlaşmaya daha sonra Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda da dahil edilmiştir. O tarihten bu yana içinde Anglosakson devletlerin dışında batılı müttefiklerin bile olmadığı bu grubun devasa sistemleri dünyanın her tarafındaki signal, klasik dalga, mail bey telgraf haberleşmesi, her tür haberleşme, her tür hava kara ve deniz hareketliliğini izlemektedirler. Bu konuya ilişkin Modern Devlet Ve Güvenlik kitabımızda ayrıntılı bilgi verilmiştir. Bu anlaşmanın taraflarından üç ülke (ABD, İngiltere, Avustralya) ilaveten 15 Eylül 2021 tarihinde askeri nükleer kapasiteyi geliştirmek, Pasifik’te Çin’i dengeleyecek bir askeri ittifak antlaşması (AUKUS) yapmışlardır. Bu anlaşmanın ilk meyvesi (!) Avustralya’nın Fransa’ya verdiği devasa denizaltı ihalesinin iptali olmuştur.

Sonuç olarak, Türkiye; NATO’daki yerimiz ve bağlılığımız her ne kadar tartışılsa da başka bir tercihe imkân bırakmayacak şekilde devam etmektedir. Yukarıda sorulan sorulara verilen cevaplar NATO konusunda da geçerlidir. Ancak, bırakalım NATO gibi çok daha kurumsal bir teşkilatı, daha az hiyerarşik ve hatta askeri nitelikli olmayan diğer yapıların majör ve başat güçlerinin bazıları Türkiye’ye kuşku ile bakmaktadırlar. Türkiye içinde yer aldığı kampta diğer kampın manipüle ettiği bir güç durumuna düşmeden kendi gücünün kalitesi ve kantitesi oranında bağımsız politikalar geliştirmelidir. Ayrıca özellikle yakın coğrafyamızdaki olaylara, krizlere, yapılanmalara, askeri konuşlanmalara, vs. karşı duyarlı olmalıdır. Bu duyarlılık, en basitinden bölgesinde bir barış yapıcı rol üstlenmesi, bölgesel ticari ve sosyal entegrasyonunu yumuşak gücüyle desteklemesi, hard power anlamında ise kendi içinde stratejik bir gelişme programı uygulaması bölgesinde ise mümkün olduğunca yumuşak gücüyle kendini göstermesi (Burada devam eden askeri ve istihbarat faaliyetlerini devam ettirmesi, bu faaliyetler ile diğer alanlardaki etkinliğimizin bire dokuz oranına (Bir askeri faaliyet , dokuz diğer alanlarda devlet etkinliğimiz şeklinde) yükseltilmesi kastedilmektedir), her tür gelişmeyi izleyebilecek etkin bir istihbarat kabiliyeti göstermesi gibi tasarrufları içermektedir.

Bu konuda elbette söylenecek çok söz vardır. Ancak, geri kalanı değerli okuyucularımıza bırakıyorum.

 

Mehmet Ali BAL - Haber7

YORUMLAR 6 TÜMÜ
  • Ekrem 4 ay önce Şikayet Et
    Benim düşüncem Türkiye'nin NATO dan çekilmesi ve Avrupa birliğinden müracaatının da çekilmesinin sonu geldiğinin kanısındayım.Ve Akabinde Türk devletleri Rusya/Çin /Kuzey-Kore ile işbirliğine giderim.
    Cevapla
  • Ferid 4 ay önce Şikayet Et
    İttifakların hedefte olmaya göre zorunlu olarak kuruldu kurulmaya da devam ediyor Rusya kader birliğimiz var dönemezsin diyor ABD bana yanlış yaptın seni adam edeceğim diyor Abd yönetmek hüküm sürmek için bahane arıyor Türkiye’yi hedefe koyuyor Ortak hedef her halükarda anadolu Türkiye ve en önemlisi İslam ve İslamın hamisi olan Türkiye Coğrafya olarak da tehdit olarak da hedefteyiz
    Cevapla
  • Okur 4 ay önce Şikayet Et
    Eşelon deyince 4 bilinmeyenli 3 denklem nasıl çözülür geliyor akla gidip bu 3 denklemi güney kipriste görebiliyon ingiliz üssünde.Nezaman kurulmuş barış harekatından önce mi sonra mı bilmem ama özellikle mısıra suriyeye lübnana eski sömürge topraklarına karşı kullanıldığı rusa karşı görüntüsü verip uzunbacak tek çalışır eminim yunan türkve itrael masaları da vardır abd işbirliği azdır
    Cevapla
  • Kerem 4 ay önce Şikayet Et
    Çok güzel bir yazı olmuş.
    Cevapla
  • Hakan Sönmez 4 ay önce Şikayet Et
    NATO üsleri tamam ama Amerikan üsleri kapatılabilir mesela. Bunu düşünmek gerekir. NATO'da zaten birlikteyiz, ABD üsleri gereksizdir, denilebilir. Kamuoyu ne derse o olur diyerek hükümet buna göre adım atabilir.
    Cevapla