Stratejik Güzergahı Mistisizmden Arındırmak -İsrail’in Son Saldırıları Karşısında
Aslında yazmayı çok da istemediğim bir yazı bu. Ancak bu yazıyı yazmadan önceden planladığım Levant- Biladü-ş Şam yazısını yazamayacağımı anladım. Eksik de olsa son İsrail Saldırıları üzerine düşüncelerimi paylaşmak istiyorum. Zira Hamas’ın 7 Ekim saldırısından itibaren başlayan süreç bugüne kadar yaşananları anlamamıza, deşifre etmemize yarayacak bir mikro kesit sunuyor bize.
Bu kesitin bizim idrakimize sağladığı en büyük imkan şudur ki; akli çabalarımız için adeta örnek olaylar ve örnek süreçler şeklinde uzun bir süreci kısa bir zaman diliminde adeta laboratuvar içinde deney yaparcasına çıplak gözlerimizle gördük.
Yoğunlaşarak incelersek daha önceden de İsrail’in hem Ortadoğu’daki devlet merkezinde hem de küresel akıl içinde var olan bir stratejisi adım adım uygulanıyordu. Bu konuya daha önceki yazılarımızda kısmen değinmiştik. Bölgedeki güçlerin ve devletlerin her biri İsrail konusunu farklı çıkarları nedeniyle ikincil değerde proses ederken, İsrail hem bölgedeki devlet faaliyetlerini hem de küresel etki çalışmasını birincil değerde tutuyor, somut olarak ölçümlüyor, somut ve stratejik çabalarında yoğunlaşıyor, zamanı geldiğinde de her ne pahasına olursa olsun uyguluyordu.
Bir dostum şöyle demişti. “Bugünkü İsrail planı Theodor Herzl’in günlüklerinde yazılan plan. Plandan sapma yok!”. Elbette ki, var olan ve uygulanan plan başka birçok faktörün, vektörün ve aktörün katkısıyla oluşan bir stratejinin ürünüdür. Dostumun yaptığı bu genelleme tamamıyla işin gerçeğini kuşatmıyor. Ama ciddi fikir veriyor. Ben de aynı kanaate I. Pappé’nin Modern Filistin Tarihini okurken ulaşmıştım. Ama benim ulaştığım kanaatleri daha ziyade İsrail’in bölgede devletleşmesini tamamlaması, coğrafyayı İbranileştirmesi ve daha çok toprak daha çok nüfus şeklinde özetleyebiliyorum. Ana strateji daha büyük ve kapsamlıydı.
Kısa bir hafıza tazelemesi yaparsak, Hamas yönetiminin aldığı bir kararla Hamas savaşçıları İsrail’e toplu, bazı açılardan Holywood sahnelerini andıran bir şekilde kapsamlı - Ancak ciddi askeri stratejik sonuç da doğurmayacak- saldırı yaptılar. Bu kararın arka planı, hazırlıkları, stratejik hedefi, nihai amacı, destekçileri gibi konularda hala bir bilgi eksikliğimiz vardır.
Ancak, bu saldırıda yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğu ilk günden belliydi. Dünya kamuoyuna servis edilen bazı resim ve videolar -Kadınların çırılçıplak soyularak gezdirilmesi, bazı orantısız şiddet olayları- sonraki günlerde işlenecek cinayetlerin psikolojik altyapısını oluşturacaktı. Bugün bile küresel sanal platformlara girdiğimizde 7 Ekim Saldırısı ile ilgili olarak karşımıza mesela Netiv HaAsara Katliamı çıkmaktadır. Bir İsrail moşavı olan Netiv HaAsara’da bazı durumlarda aynı ailenin üyeleri dahil olmak üzere en az 20 kişinin Hamas tarafından öldürüldüğü yazılmaktadır. (Wikipedia; Netiv HaAsara Katliamı, 29 Eylül 2024). Bu sadece küçük bir örnektir. O günlerin dünya medyasına bakarsak Hitler Almanyasının tabiriyle söylersek “Makinenin” yani propaganda makinesinin nasıl bir şiddetle çalıştığını görürüz.
Ardından Gazze Şeridine İsrail Ordusunun başlattığı harekat ile tarihin en büyük zulüm ve katliamlarından biri uygulanmaya başlanmıştır. Bu katliamlar, özellikle ABD başta olmak üzere Batılı ülkelerin metropollerinde ve üniversitelerinde derin etkiler doğuracak şekilde protesto edilmiştir. Ancak, bu protestoların her ülkede ayrı ayrı karşılaştıkları riskler olmuştur.
Örneğin bu daha ziyade sivil toplum ve örgütlülüğü güçlü olmayan kesimler oldukları için merkezi devlet ve örgütlü ve derin lobilerin operasyonlarına maruz kalmışlardır. Bir kısmı kendi kendilerini manipüle ederek içinde bulundukları toplumlardan izole edilmişlerdir. Ayrıca Amerika Birleşik İsrail Devletleri kurumları çok sert tedbirler almışlardır. İsrail’in kara operasyonu (Sözümona operasyon ancak gerçekte soykırım) bütün vahşetiyle devam etmiştir.
Bu İsrail ordusunun katliamları devam ederken İslam Dünyasının orta ölçekli devletleri, bölgesel güçleri ne yazık ki, baştaki Hamas saldırısına giden süreci ve saldırı sonrası olayları stratejik olarak anlamlandıramadıkları gibi devam eden İsrail ordusu harekatını da yorumlamakta zayıf kalmışlardır.
Ne yazık ki, bu ülkeler farklı çıkarlarından dolayı İsrail ile ilişkilerine devam etmişler, Gazze katliamlarıyla ilgili yeterli ses yükseltememişler, hatta bazı ülkelerde toplumların tepkileri dizginlenmiştir. Bunun dışında tarihte de çöküş zamanlarında örneğini gördüğümüz mistik yorumlar ve sorumluluğu başkasına yükleyen rahatlatıcı hamaset yaygın olarak görülmüştür. Bunun en yakıcı iki örneğine değinip geçeceğim. Birincisi İslam dünyasında Siyonizm karşıtı şiddetli propagandasıyla öne çıkan devletler (İran gibi) ve İslam dünyası liderleri aşırı kutsanmışlar, özellikle liderlere Mesîhi bir anlayışla başka kutsal makamlar izafe edilmiştir.
Ancak bu güçlerin ve liderlerin İsrail ile gerçek bir mücadele stratejileri ve somut çalışmaları olup olmadığı genellikle sorgulanmamıştır. Keza direniş ekseni (kavramsallaştırma mükemmel, insanın daha büyük güç izafe edesi geliyor) içindeki örgütlerin (Hamas, Ensarullah, Hizbullah) kapasiteleri aşırı abartılmıştır. Hatta Gazze Şeridindeki tüneller, Ensarullahın üniformalı askeri sözcülerinin görüntüleri, Hizbullah’ın karizmatik liderleri, El Kassam Füzeleri gibi silahları, Kudüs Gücü yapılanmaları, vs yine Müslüman toplumlar içinde abartılarak sunulmuştur. Ben bilinçli veya bilinçsiz, böylesi yaklaşımların İslami toplumların dirençlerini uyuşturduğunu, mistik stratejiler ile bu toplumları gerçekten kopardıklarını, İsrail’in vahşetine karşı bir sanal kutup yaratarak kanıksadıklarını ve küçümsediklerini, ötesinde de İsrail’in gerçek gücünü analiz etmekten uzaklaştıklarını düşünüyorum. Özellikle son iki hususun asıl tedbir alması, mücadele yöntemleri geliştirmesi ve uygulaması gereken Müslüman devletlerin kurumlarında da yer bulması büyük facialara, hezimetlere davetiye çıkarmıştır/ hala da çıkarmaktadır.
2024 yılına girerken İsrail’in operasyonları daha spesifik ve nokta operasyonuna dönüşmeye başlamıştı. Mesela 2 Ocak 2024’te Hamas lider yardımcısı Salih Aruri Lübnan’ın Dahiye banliyösündeki bir ofiste yine hava saldırısıyla öldürülmüştü. Özellikle Salih Aruri’ye yapılan saldırı dikkat çekiciydi. Bir binada sadece Aruri ve arkadaşlarının bulunduğu kat vurulmuştu. Operasyon nokta operasyonu idi, kesin bilgiye dayalı olarak yapılmıştı. Ardından 1 Nisan 2024 tarihinde İsrail Şam’daki İran Konsolosluğunun bir eklentisini vurdu. Bu binada toplantı halinde olan Devrim Muhafızlarının Kudüs Gücü Komutanı Tuğgeneral Muhammed Rıza Zahidi ve beraberindeki yedisi (7) devrim muhafızları subayı olmak üzere 16 kişi hayatını kaybetti.
Dünya kamuoyu İsrail’in Gazze Saldırılarının devamına alışmış, bölgesel müslüman devletler tedirginlik yaşamakla birlikte İsrail’in bizatihi kendisinin geliştirdiği savaş konseptinden uzaklaşarak kendi içlerine döndükleri (Zaten hep kendi içlerine dönük değil miydiler?) bir aşamada İran’da İbrahim Reisi ve Abdullahiyan’ın ölümünden sonra başka bir süreç yaşanmaya başladı.
Yerine seçilen reformcu cumhurbaşkanı Mesut Pezeşkiyan’ın yemin merasimi gecesinden önce Lübnan’da Amerikan Deniz Piyadeleri karargahına saldırıyı planlayan Fuat Şükür Beyrut’ta Hizbullah’ın Şura Konseyinin bulunduğu mahalle yakınlarına düzenlenen bir hava saldırısında öldürüldü. Bu saldırının ertesi günü İsrail daha büyük bir suikast gerçekleştirdi. Hamas Siyasi Lideri İsmail Haniye’yi İran’da güvenli bölgede öldürdü.
Ancak, İsrail’in operasyonları hız kesmedi. 18 Eylül 2024 tarihinde gerçekleştirdiği Hizbullah’ın üst ve orta kesimine dağıtılmış çağrı cihazlarını patlatarak yaptığı saldırıda en az 37 kişi öldü, binlerce kişi yaralandı. Ertesi gün cenaze töreninde Hizbullah güvenlik görevlilerinin kullandıkları telsizleri de patlattı. Telsizlerin patlatılması nedeniyle 20 Hizbullah militanı daha hayatını kaybetti, 450 kişi yararlandı. Her iki olayda Lübnan'daki Hizbullah mensupları ve İran yetkilileri kadar Suriye’de sahada bulunan Hizbullah ve İranlı subaylar da zarar gördüler. Mesela İran’ın Beyrut Büyükelçisinin gözlerinin kör olduğu yazıldı. Çağrı cihazları operasyonuyla ilgili organizasyonun Tayvan, Macaristan, Bulgaristan gibi ülkelerde şirketlere ve paravan yapılara dayandığı açıklandı. Telsizler üzerinden yapılan saldırının tedarikinde ise Japonya ve Norveç’te şirket ve kişiler ilişkili bulundu. Çağrı cihazlarının, asıl olarak Lübnan’a kara harekatı sırasında patlatılacağı, ancak iki Hizbullah yetkilisinin durumdan şüphelendiği duyumunun alınması nedeniyle patlatmanın erkene alındığı belirtildi. 20 Eylülde ise yine Hizbullah’ın önemli üst yöneticilerinden ve ABD Deniz Piyadeleri karargahına saldırıyla ilgili başına ödül konulan İbrahim Akil’in Dahiye banliyösüne düzenlenen bir hava saldırısında öldüğü açıklandı. İbrahim Akil Nasrallahın sağ koluydu ve Hizbullah’ın füze ve dron gücünü denetliyordu.
İsrail Ordusunu. Lübnan’a kara harekatı düzenleyeceği, Hizbullah’ın İsrail’e misillemede bulunacağı dünya ve Ortadoğu kamuoyunda konuşulurken, Husilerin (Ensarullah) İsrail ile bağlantılı gemilere saldırılarının da yeni boyut kazanmaya başladığı Batılı istihbarat servislerinin arka bahçesi yayın organlarında Husilere Rusya’nın uydu desteği sağladığı yazıldı. (voltairenet.org; Rusya Ensarullahı İsrail’e karşı silahlandırıyor; 20 Eylül 2024) Daha önce bu konuda yaptığımız bir tespiti yine paylaşmak istiyorum: Hangi ülkenin silahlarıyla savaşıyorsanız, savaşınızın belirleyicisi o ülkedir. Bu durumda savaşınızın dinamikleri kendinden olamaz; silah veren güçler arasındaki ilişkilerin dinamiği esastır.
İsrail Netanyahu’nun BM’de konuşmasını takiben 27 Eylülde Hizbullahın ana karargahını vurarak, Hasan Nasrallah ve beraberindeki Hizbullah’ın üst düzey askeri yöneticilerini de öldürdü. Ayrıca Nasrallah ile birlikte olan Kudüs Gücü Komutan yardımcısı İranlı tuğneral Nilfuruşan da öldürüldü. Nilfuruşan Şam’daki saldırıda öldürülen tuğgeneral Zahidi’nin yerine atanmıştı. Bu saldırının akabinde İran yetkilileri açıklama yaparak “Hamaney’in güvenli bir bölgeye götürüldüğünü” belirttiler. Nasrallah özellikle 2000 ve 2006 yıllarında İsrail’e karşı yürütülen savaşlardan dolayı büyük bir güven kazanmıştı.
Stratejik Güzergahın Harabeleri
Son bir yıllık süreçte yaşanan bu fevkalade olaylar Hizbullah ve İran için şoke edicidir. Tam bir stratejik harabedir. İnanılmaz bir öngörü eksikliği ve istihbarat ve askeri yöntem başarısızlığıdır. Telafisi kısa sürede mümkün olamayacak bir lider kadro, özgüven, lojistik ve personel envanteri güven kaybıdır. Ortadoğu toplumlarında cesaret ve erdemin ve ümidin yeşermesine mani olacak bir yeis ve karamsarlık bataklığının sebebidir.
Bu olaylar, bölgedeki güçler için de bir fiyaskodur. İsrail’i ve müttefiklerini engelleyebilecek bir keyfiyet, güç ve akıl sahibi olamamak; doğru strateji oluşturamamak ve İsrail’i okuyamamak gibi birçok sorunla aniden karşı karşıya kalmak demektir. El’an yaşadıklarımız daha kötülerinin de olabileceğini bize göstermektedir. Ve en zor olan cümleyi de kurmak gerekirse, bu olaylar zinciri Türkiye için de hatta daha büyük ölçüde bir mağlubiyettir, kayıptır, fiyaskodur. Zira teknik olarak, İsrail’in yürüttüğü bu strateji büyük ölçüde bizim de meçhulümüz olmuştur. Ayrıca, sadece uluslararası tedarik zincirine ve istihdam edilen beşeri istihbarat unsuru ve çalışma modalitesinin bizim tarafımızdan gizli kalışına bakarsak durumumuzu daha iyi anlayabiliriz. Bu noktada, sadece samimi bir kuşkumu dile getireceğim; ülkemizde uzun bir zamandan beri Mossad ağlarına karşı yürütülen etkili istihbarat operasyonları yürütüldüğü basında yer almıştır. Ancak, bu operasyonlarda paravan yapılar hatta paravan bile sayılamayacak yerel unsurlar enterne edilmiş; ancak, bir Mossad “Katsa”sı alınmamış, hard operasyonel espiyonaj ağı deşifre edilmemiştir. Acaba diyorum, bunlar basit tabiriyle İsrail’in bizim kurumlarımızı ve direngen toplum kesimlerimizi bir yemleme ve uyutma faaliyeti olabilir mi? Zira bir yıldır İsrail’in yürüttüğü müteselsil operasyonlar için her açıdan (askeri, diplomatik, siyasi, istihbari, vb) ciddi bir hazırlık süresi olması gerekir. Bu ihtimal üzerinde düşünmekte fayda olduğu aşikardır.
İsrail’in görsel bir şov gibi yürüttüğü bu operasyonlara karşı bugüne kadar yapılanların bir etkisinin olmadığı açıktır. Bilim, teknoloji, insan kalitesi, yöneticilerin liyakati, kadro keyfiyeti, üretim kabiliyeti, barış ve ticari havza yaratabilme gücü, iç yapısını konsolide edebilme basireti, boş laflardan ve manipülasyonlardan uzak durup somut ve doğru işler yapabilmek aklına ve iradesine sahip olmak gibi çok açıdan doğru yerde olmadığımız görülmektedir. Bence bu yaşadıklarımız içinde en kötüsüdür.
Stratejik güzergahın bazı tahrip olmuş mekanizmaları üzerinde kısaca durup geçmek istiyorum. Öncelikle teknik olarak politik söylem ile teknik modaliteyi birbirinden ayırmak gerekiyor. İdeolojik ve politik olarak gerçekleşmesini istediğimiz şeylerin hali hakikatte yerinin olmaması büyük bir handikaptır. İkinci olarak, politik veya ideolojik veya duygusal yaklaşımlarımız zirveye çıktığında hemen realitede somut olarak neler yaptığımıza bakmamız zorunludur. Zira aşırı söylemler rasyonel eylemlerden ve kalıcı etkin kurumlardan beslenmezler ve desteklenmezler ise yanıltıcı veya manipülatif olabilirler. Başlığı burada tekrar etmek tam yerinde olacaktır: Stratejik güzergahı mistisizmden arındırmak elzemdir. Bağımsız ve doğru politikaları ancak bu şekilde yaratabiliriz. Üçüncü olarak, katil İsrail’i yanlış yerlerde arıyoruz, kendi baktığımız yerlerde değil bize gösterilen köşelerde bulmayı hedefliyoruz. Yüksek nitelikli bir istihbarat istihsalinin en temel şartı zihinsel bağımsızlıktır. Eğer teknik espiyonaj açısından bakarsak Ortadoğu’da hatta ülkemizde gördüklerimiz bizi rahatsız edebilir mahiyettedir. Nitekim 7 Ekim 2023’ten beri İsrail’in yürüttüğü ve ciddi başarı kazandığı operasyonlarda teknik ve sinyal istihbaratı kullanıldıysa da ana akıl ve faaliyet hala beşeri istihbarattadır. Hedef odaklı istihbarat faaliyetini rafine hale getirerek diplomatik ve dış siyaset istihbaratından ayırıp her ikisini de mükemmelleştiren İsrail’in yerel ve küresel yönetim merkezleri, legal İsrail gücü operasyonları için dünya kamuoyunu ve özellikle bölgesel devletlerin ilişkilerini elverişli hale getirmişlerdir. Şuradan anlayabiliriz ki, İsrail'in olası ve doğal düşmanlarını birbirinden ustalıkla ayırmışlardır, bu ayırma ameliyesinde bizatihi hedef nesnelerin kendi çabaları da (!) İsrail’in (Ve ortaklarının) işini oldukça kolaylaştırmışlardır. Hatta İsrail başat bazı bölgesel Müslüman güçlerle ortak platformlara (Doğu Akdeniz Gaz Platformu gibi) katılmıştır. Bunun tam tersine İsrail’e karşı durması ve ortak reaksiyon üretmesi beklenen devletler bırakalım dost devletlerle bir güç oluşturmayı, kendi içlerinde bile güç odaklı bir dizayn yapamamışlardır. İsrail küresel planda diasporayı İsrail Devleti merkezinde organize edebilmiştir.
Elias Canetti’nin “Kitle ve İktidar” eserinde tasvir ettiği her biri farklı kültürlere, inançlara, ideolojilere, sınıflara, hatta ırklara, vb ayrılmış zengin çeşitlilikte küresel yahudi toplumunu bir hedefte maksimum birleştirebilmek, kendi muhalif kesimlerini güç siyasetinden uzak tutabilmek büyük başarıdır. İslam Dünyasının başat güçleri ise tam tersine bir süreci yaşamışlar, mülteci dalgalarının girip çıktığı düzensiz yapılara dönüşmüştür; bu ülkelerin ana nüfusları mülteci dalgalarına karışıp farklı güçler içinde kaybolmaktadırlar. Bu kaosun şuuruna varılmazsa iklim kriziyle de katlanarak büyüyeceğini tahmin ediyorum.
İşte stratejik güzergahın harabeleri ortasında kalmış ve ciğeri yanmış bir insan olarak “Bir dakika” diyorum aziz dostlarım, “Bir dakika duralım, geri çekilip olan biteni serinkanlı ve rasyonel bir şekilde düşünmeye, analiz etmeye çalışalım”. Yanlış gitmiş bir şeylerin olduğu kesin değil mi?
Mehmet Ali BAL - Haber7
-
Osmanlı 1 ay önce Şikayet EtTevbe 14.Ayet: Onlarla savaşın ki, Allah sizin ellerinizle onları cezalandırsın; onları rezil etsin; sizi onlara galip kılsın ve mümin toplumun kalplerini ferahlatsın. Ayet gayet açık Allah inananları zulüme karşı savaşmaları için cesaret ve zafer garantisi veriyor.Beğen Toplam 2 beğeni
-
Osmanlı 1 ay önce Şikayet EtBaşarısızlığın en önemli nedeni gayet kolay anlaşılan Kuran'ın mesajlarından uzaklaşma, mezhepsel sapmalar. Ve hiçbir dayanağı olmayan mehdi beklentisi. Kurana göre hareket edildiğinde devamındaki başarı ve fetihler gelecektir. Küresel sermayeye karşı koyacak ekomin yoksa savaşmak zor. Ancak Kuran hareket edilmesi halinde Allahın yardımı geleceğininin garantisini veriyorBeğen Toplam 2 beğeni
-
Doğrucu Davud 1 ay önce Şikayet EtBakıyorum da yahudilerin evangelistlerin sapkın insnçları belli, tv yorumcuları ve yazarlar mistisizm diyor teopolitik diyor, iyi de Ehli Sünnet itikadında Hadisi Şeriflerle sabit Melhamei Kübra kıyamet alametleri son alamet Mehdi AS'ın çıkmasını bazı yorumcular ve yazarlar reddediyor, onlar şnansın inanmadın çıkınca görecekler, o kadar !..Beğen Toplam 3 beğeni
-
Yavuz Sultan Selim 1 ay önce Şikayet Etİlk haçlı seferleri başladığında da şimdiki gibi İslam Alemi paramparçaydı ama kararlı bir Selçuklu ve Eyyubiler vardı, nitekim sonucu gördük, o zaman içimizdeki irlandalılar yoktu, soykırımcı sömürgeci haçlı siyonist gavurun açık gizli müttefiki ehli bidat sahiplerinin devleti de yoktu bu kadar gücü de yoktu, birleştirici etkili yetkili bir lidere acil ihtiyaç var !..Beğen Toplam 6 beğeni
-
Mehmet Şenel 1 ay önce Şikayet EtÇok önemli tespitler. Teşekkürler. Birileri Allah'ın verdiği aklı kullanıyor, birileri de nasıl olsa mehdi gelip bizi kurtaracak diye bekliyor.Beğen Toplam 11 beğeni