Mehmet Ali BULUT
Mehmet Ali BULUT
HABER7 YAZARI
TÜM YAZILARI

Türk milletini ne, nasıl 'taca attı'?

GİRİŞ 08.08.2008 GÜNCELLEME 08.08.2008 YAZARLAR

Her milletin kendine özgü bir yapısı, kimyası ve hayat anlayışı vardır. Ve bu anlayışı, tarih içinde oluşturduğu kurumlar ve yöntemlerle sonraki nesillere aktararak, diğer milletlerden farklı yanlılarını muhafaza eder.
 
Bu farklılık, her millet için ‘ölüm - kalım’ meselesidir. Çünkü Kâdir-i Hakîm, ‘hayırda yarışsınlar’ diye yarattığı insanların sınıf sınıf, oba oba, kavim kavim yaşamalarını takdir etmiş. Esma ve sıfatlarının hazinesi olan şu âlemi de yarış pisti yapmıştır.
 
“Ben gizli bir hazine idim; bilinmek bana sevimli geldi” buyuran Cenab-ı Hak, akıl ve kalp ile donattığı insanı, âlemin içinde mündemiç ‘gayb’ı bulmaya ve ‘bilinir’ kılmaya davet etmiştir. Ona ulaşmanın ve onu bulmanın yol ve yöntemine ise ‘ilim’ denmiş.
 
Kâinat, en kıymetli meyveleri en yüksekte olan bir ağaç gibidir. Saadet ve itminan (huzur ve güven) bu ağacın en lezzetli meyveleridir ki bütün insanlık aslında onun peşinde koşar. Şu meyvelere ulaşmanın en kısa yolu ise ilim ile donatılmış imandır.
 
İmanın içinde saklı bir cennet, inkârcılığın içinde gizli bir cehennem vardır.
 
Şu ağacın en acı meyveleri ise en alt dallarda bulunan fakr u zarurettir. Ona varmak için vasıta gerekmez. Cehalet eliyle insan, o ağaçtan rahatlıkla fakr u zaruret meyveleri devşirir.
 
Bu âlemin insafı yoktur; kuralları ve düzenekleri vardır. Kim ilim ile o düzenek ve kuralların kullanımını öğrenirse yükselir ve en üst mertebelerdeki meyveleri devşirir. Bunun adı refah ve terakkidir.
 
Kim de yan gelip yatar ve geviş getiren davarlar gibi atalarından kalma yöntemleri tekrar edip durursa fakr u zarurete düşer. Bunun adı da cehalettir.
 
İlim sürekli değişimi ve gelişimi gerektirir. Ve kâinat, bir ağaç gibi, gelişip olgunlaşmayan meyveyi bünyesinden atar. Bu değişim, ‘eşyanın tabiatına uygun bir olgunlaşma’ şeklinde olmazsa ‘başkalaşım’ olur ki bu daldan atılmanın sebebidir.
 
İşte toplumların manevi değerleri, ilim yoluyla gelen şu değişimin ‘olgunlaşma’ şeklinde tezahür etmesini sağlar.
 
Toplumun manevi değerleri ‘rota’dır. Hadiselerin ve gelişmelerin dağdağası içinde millet sefinesinin karaya vurmamasını sağlar. Yahut o değerler, milletin niteliklerini barındıran ‘manevi kalıpçık’lardırki, hadiseler ve gelişmeler onların içine girip o ‘milletin rengini’ alırlar.
 
Mesela, ‘laiklik’, zamanın getirdiği bir kavramdır ki, eski mukaddesleri tar u mar etti. Bunun nasıl anlaşılması gerektiğini bilemeyen –bizim gibi- milletler ya yok oldular ya da başkalaştılar. Keza Rönesans ve sanayileşme, cumhuriyet ve demokrasi ve keza liberalizm ve pozitivizm… Bu müthiş trendlerin; birçok milletin hayatında muazzam değişmeler yaratan veya çoğu milletleri yok eden şu sanal fırtınaların içinde, bir imletin kendi varlığını koruyabilmesi, yönünü tayin edebilmesi ve yok olmadan varlığını bir sonraki zamana taşıyabilmesi ‘milli ve manevi’ dediğimiz ‘değerler’ sayesindedir.
 
Demek ki değerler bu kadar önemlidir.
 
* * *
 
Ve fakat, atalar yadigarı olan şu ‘değerler’in, bilim toprağında hikmet suyu ile beslenmemesi halinde, milleti zaman içerisinde nasıl çaresizliğe mahkum ettiğinin, nasıl ayak bağı olduğunun da çok örnekleri vardır. 
 
Maalesef, Türk milleti 20. yüzyıla büyük bir yıkım ve çaresizlikle girmiştir. Asırlardır bilim üretemediği için ‘dehr’ onu taca attı. Yeniçağa büyük bir imparatorluğu, geniş arazileri ve milyon milyon efradını kaybederek giren Türk milleti, 21. yüzyılı da ıskalamamak için bu çağın başında ciddi bir karar aldı.
 
Bu karar, ‘değerleri’ zamanın trendlerine göre gözden geçirmek ve çağın imkânlarını kullanmada bizi fersah fersah geride bırakmış milletleri -hızlı bir yürüyüş ile- yakalamak azmi idi… Yani “muasır medeniyet seviyesine çıkmak…”
 
Çağı yakalamak için güya girişilen inkılâplar, ‘yapısal değişimler’, red edişler ve inkârlar ve teslimiyetler içinde Türk milleti kavramlar ve değerler kaosuna sürüklendi.
 
Tam Bağımsız Türkiye sloganı ile çıkılan yolun sonunda, bütün cepheleri ile Batının hegemonyası altına girmiş, kendi manevi değerlerinden de mahrum kalmıştır.
 
‘Müttehem’ bir medeniyetin mensubu olmak için sadece milli değerlerini değil, dinini ve izanını bile rüşvet verdiği halde, Batı medeniyeti tarafından da kabul görmemiştir…
 
Bütün tavizlerine ve yaltaklanmalarına rağmen Batı, Türk milletini kendisinden saymamış, ‘Batılılaşma’ umudu büyük bir fiyasko ile sonuçlanmıştır. Hala da yanı direnç sürüyor.
 
Nitekim dikkat ederseniz, bugün Türkiye’deki en sert batı karşıtları, güya ‘inkılaplar’a sahip çıkma adı altında şu milleti ‘değersizlik’ cinnetine sürükleyenlerdir… Düne kadar, dini reddeden, dindarı yok sayan kesimler ve mahfiller, şimdi herkesten ziyade millici, herkesten ziyade ulusçu, herkesten ziyade ‘dinci’ olmuşlar. Nitekim bakın şimdilerde –haklı veya haksız- Fethullah Hocayı bile ‘İslam’a zarar vermekle’ suçlayanlar da bu kesimlerdir…
 
İşte bugün Türk milletinin içine düşürüldüğü kaos bu!
 
Milletin üzerinde ittifak edebilecek değer bırakılmamış. Milletin ilgi gösterdiği değerler ve şahıslar kasten çürütülmeye çalışılmış.
 
Halkın müştereken okuyup besleneceği kaynaklar yok edilmiş. Müşterek tarihimizi ve milli ruh bütünlüğümüzü hatırlatıp neşv u nema ettirecek ocaklar sönmüş. Eski ortak menkıbelerimizi yeni bir üslup yeni bir lisan ile bize aktaracak kurum ve kuruluş yok. Ve yazık ki, iktidarların bunu ihya etme gayreti de yok… Varsa yoksa dünyalık küplerini doldurmak!
 
* * *
Evet devletler güçlü bir ordu ve polis teşkilatıyla varlıklarını sürdürebilirler. Fakat güçlü bir ordu ve polis teşkilatı milleti yaşatamaz. Milleti yaşatan milli ve manevi değerlerdir. Nitekim kavaklar, çınarlar ayakta çürürler. Ancak düştükleri zaman fark edilir ki içi çürümüş
 
İşte değerlerini kaybetmiş millet, sürekli nem alan duvar gibi içten içe çürür. Siz fark etmezsiniz. Bir gün milletçe karşı konulması zorunlu olan bir felaket veya sınav ile karşılaştığında yıkıldığını, yok olduğunu görürsünüz. Anadolu böyle milletlerin mezarlığıdır.
 
Düne kadar, Allah, Kitap, müşterek menkıbe ve tarih, aynı cenneti paylaşma arzusu, üzerinde büyük acıları ve sevinçlerimizi birlikte yaşadığımız coğrafya, din, dil, vatan, tarih birlikteliği acıları göğüslemeyi, savaşları atlamayı, felaketleri yenmeyi kolaylaştırıyordu.
 
Bugün böyle bir dil ve damak ortaklığı, tarih ve şuur birlikteliği, din ve vatan müşterekliği olmadığı gibi, İslamiyet’e zorla aşılanmaya kalkışılan ‘ulusalcı ırkçılık’ yüzünden millet paramparça olmuştur.
 
Bugüne kadar bizi bir arada tutan ‘harc’a katılan yeni ‘kimyevi maddeler’ suni (yapay) olduğu için, harcı güçlendirmek şöyle dursun, büsbütün çürütmüştür.
 
Bu topraklar üzerinde yaşayan halkları millet haline getiren özün ‘İslamiyet milliyeti’ olduğunu bilemeyen harç yapıcıları, güya kum ve çakıllar arasında sağlambir irtiat olsun diye harca kattıkları ‘laiklik’ kimyasıyla harcın yapışkanlık özelliğini büsbütün yok ettiler.
 
* * *
Elbette bireylerin doğru eğitilmesi milletlerin en büyük meselesidir. Milletlerinin bekasını esas alan devletler, bu işi millet adına devletin beslediği kurumlarda temin ederler.
 
Türkiye Cumhuriyeti devleti, 60-70 yıldır, milletinin manevi ve milli değerlerine, kendi varlığı için ’tehdit’ olarak algıladığı için onları sürekli evirmeye çalıştı. Dini, bütün bütün yok saymadıysa bile, milletin dinini öğrenmesini sürekli zorlaştırdı.
 
Din ile devlet işlerinin ayrı elden görülmesini öngören ‘laikliği’ keyfi bir ictihadla dinin yerine ikame eden ve milleti o noktada buluşmaya zorlayan rejim, kendi keyfi ve cebri anlayışını millete kabul ettiremediği için, halkının dinini ‘tehdit’ milli duygularını ise ‘hasım’ bildi.
 
Ve toplum yavaş yavaş kendi özünden uzaklaştı. Bugün Türk diye bilinen insanın neye benzediğini söylemek tam bir sosyolojik fenomen olmuş. Ne dinli ne dinsiz, ne Müslüman ne Hıristiyan... Acube bir mahlûk!
 
İşte AK Parti’yi –yani iktidarları- önümüzdeki dönemde bekleyen en ciddi problem bu! Bu şekilde devam ederse;  yani -milet nezdindeki görüntüleri bakımından- askeri ufuksuz, diplomatı amaçsız, siyasetçisi ahlaksız, bürokratı hırsız, eğitimi gayesiz ve ilkesiz bir toplumun fertlerinin düzgün kalmasını bekleyemeyiz.
 
Çünkü toplumlar gözleriyle düşünürler. Akılları gözlerindedir. Şu kesimler taklit edilecek makamlarda oturdukları için, millet onları örnek alıyor.
 
İşte siyasetçilerimizden beklediğimiz, milleti şu kötü örneklerden kurtarmaktır. O yüzden AK Parti önce kendisinden başlamalı. Önce kendisini, ardından bürokrasiyi ve kurumları evirmeli.
 
Aksi takdirde, toplum, şu partinin şahsında yolsuzlukları, haksızlıkları, kayırmaları, dejenere olmayı ‘meşru’ bir şey zannedecek… Nasıl geçmişteki bir partinin şahsında görülen yanlışlıklardan dolayı bir kesim dine düşman oldu, AK Parti mensuplarının yaptıkları yapacakları yanlışlarından dolayı da ‘ahlak anlayışı’mızın zarar görmesinden korkarım. Çünkü halk, doğru bildiği insanda gördüğü kötü hali de meşru bir şey zanneder…
 
Sözümün biraz ağır kaçtığını biliyorum ama ehli hal ve akdin herkesten ziyade tahammüllü olma mecburiyeti vardır.
MEHMET ALİ BULUT

YORUMLAR 1
  • engin temiz 17 yıl önce Şikayet Et
    doğru yazıya ne denir hocam. elbette haklısınız... süreci olanıyla anlatmışınız.maalesef böyle.ama ümidliyiz.ümid her zaman vardır değil mi hocam! Partiden ziyade sistemlerin topyekün düzeltilmesi şart kere şart olmuş durumda.Düzeltilenin içinde suistimal edenlerin sayısı fazla.Düzeltilemeyenler düzeltilmek isteniyor köstekler aşılamıoyr. Ne yapmalı? Valla bilmiyorum.Toplumsal ahlakı oluşturmak şart.Nasıl olacak bilmiyorum.EN küçğünden en büyüğüne vurdumduymaz,suistimalci.vs batının hayran kaldığı o güzel hasletlermiz uçup gdiyor
    Cevapla