Mehmet Ali BULUT
Mehmet Ali BULUT
HABER7 YAZARI
TÜM YAZILARI

Küçük(!) meseleler

GİRİŞ 17.04.2010 GÜNCELLEME 17.04.2010 YAZARLAR

Bugün küçük birkaç meseleye temas etmek istiyorum.  

ELEŞTİRİ  HAKKI

     Bunlardan biri, okuyucuların eleştiri hakkıdır. Okuyucu bir yazıyı ister okur ister okumaz. Okuduğunda da ister beğenir ister beğenmez. Ama beğenmedi diye yazara hakaret etme hakkı yoktur.

     Çünkü bir insanın bir şeyi beğenmemesinin sayısız gerekçesi vardır. Ve hepsi de ‘sübjektif’tir. Çünkü birinin pek beğendiği bir cümle pekâlâ diğerinin sinirine dokunabilir. Bu da dünya görüşlünün farklılığından kaynaklanır.

     Allah, ‘dileseydim, hepinizi bir ümmet yapardım’ buyuruyor. O zaman hepimiz tek tip -‘muhalefetsiz- varlıklar olurduk. Bir anlamımız da kalmazdı (Maide, 48). Esasında Cenab-ı Hak istemiştir aramızda muhalefet olmasını; iyilikte yarışalım, en iyisini yapmak için müsabakaya girelim diye. Ama biz ondan ‘birbirimizi tekzip etmeyi, yaralamayı, aşağılamayı, inkâr etmeyi’ çıkarıyoruz.(Nahl, 93). Hâlbuki her aykırı fikir, bize bir zenginlik katar, eşyaya başka yönden bakmamızı sağlar.

     Senin gibi düşünen senin bulunduğun yerden eşyaya ve olaylara bakıyor demektir. Onun gördüğünü sen de görüyorsun zaten. Ama sana aykırı gelen şeye dikkat et. Belki de o, senin görmediğin bir noktadan bakıyor ilgili olduğun meseleye.

      İhtilaflara, aykırı düşüncelere böyle bakmayı öğrendiğimizde bir de göreceğiz ki, bizimle aynı görüşte olan değil, aykırı olan bize katkı sağlıyor. Çünkü meseleye, senin bakmadığın yerden bakıyor. Tabii inat başka! İnadın gözü meleği şeytan görür.

      Sonra, bir yazı herkesi ikna etme iddiasında olamayacağı gibi, her iddiasının doğru olması da gerekmez. Her sözünde, her eyleminde her fikrinde isabetli olması için bir insanın, bütün hadiseleri bütün ihtimalleriyle görüp yazması lazım ki bu da bir tür tanrılığa kalkışmaktır.

      Dolayısıyla, bir yazı hoşunuza gitmiyor diye, yazarını aşağılamak, veya tahkir etmek, sadece niteliğinizi açığa vurur. Eleştirmek hakkınızdır ama itham etmek değil. Üstelik de ağır veballeri vardır.

     Ha yazar da zaman zaman endazeyi kaçırıyor olabilir. Öyle durumlarda, kendi payıma özür dilemekten hiç yüksünmemişimdir. 

CEP TELEFONLARINDAKİ  HUKUKSUZLUK

      Eskiden bir hattım vardı ve her yöne onunla konuşurdum. Sonra baktım altından kalkamıyorum. Gittim her bir operatörden bir hat aldım. Avealılarla Avea’dan, Teslimlilerle Vodafon’dan ve Türkcell’ilerle Türksel’den konuşmak için. Öylece biraz makul bir seviyeye çekebilmiştim faturaları.

      Sonra operatörler arası numara değiştirme ‘numarası’ çıktı. Bakıyorsunuz Türkcell hattı, Türkselli hattınızla arıyorsunuz. Keza Avealı veya Vodafonlu hatlardan onlara ait olması gereken numaralarla konuşuyorsunuz.

      Ay sonu geliyor. Gelen faturaya şaşkınlıkla bakıyorsunuz. ‘Bu nasıl olur’ diye düşünürken ayrıntılı doküman istiyorsunuz. Bir de bakıyorsunuz güya Türkcell diye aradığınız hatların çoğu Avealı veya Vodafonlu.

      Şimdi bu da bir hak değil mi? Ben sizi X hattından X’li bir telefon diye arıyorum ama siz aslında Z olmuşsunuz. Ben sizi Z diye arıyorum ama siz alsında Y’siniz. Sizce bu doğru mu?

      Siz daha ucuz konuşacaksınız diye, kendi hattınızı  alıp başka bir operatöre geçiyorsunuz. Bunu insanlara bildiriyor musunuz? Hayır. Bu hak değil mi? Hak! Hem de nasıl!

      Yeğenim beni uyardı ‘Amca dikkat edersen aradığın hattın bağlı olduğun operatöre ait olup olmadığını anlarsın’ dedi ve usulüna de anlattı.

     Peki anladım. Ama bu, neticeyi değiştirmiyor ki! Sen tuzak kuruyorsun operatör beni avlıyor. Senden alamadığının iki katını bana yazıyor…

      Bendeniz operatörler arası hat değişikliklerini rahmani bulmuyorum o yüzden. Sen kendi faturanı düşürüyor olabilirsin ama kendinden düşürdüğünü bana yüklüyorsun. O operatör senin sırtından beni söğüşlüyor. Hakkımı helal etmiyorum…  

KUTLU DOĞUM HAFTASI

     Bir şey kutlanmaya başlanmışsa, değerini yitirmiştir. Yani ‘onun ne kadar kıymetli olduğunu’ hatırlatmak icap eder olmuştur!

      Gerekli mi?

      E tabii, körün sağırın görmesini sağlamakta yarar var. İlla da gözünün içine sokmak gerekiyor ki birileri görebilsinler. Biz o hale gelince kutlamalar da zorunlu hale geliyor işte.

      Eskiden insanlar, kahramanlık günlerini veya ağır felaket günlerini hatırlayıp bir daha o hallere düşmemek için bilinci tazelemek nevinden kutlamalar yaparlardı.

      Biliyorsunuz, bu kutlanılası şeyler, genellikle eski dinlerin suret-i hak giymiş tapınma usulleridir. Mesela Nevroz kutlamaları, taaa eski zamanlardan; yani ateşe tapılan zamanlardan kalma bir ibadetle, güneşe tapanların güneşe şükranların sunulduğu günlerden kalma bir ayin. O pagan ibadet, gelenek haline bürünüp varlığını sürdürmüş. Hıdrellez de öyle.

      İslam’da Kurban ve Fıtır bayramlarını tes’îd etmekten başka -belki bir parça cumayı da ekleyebiliriz- kutlama günleri yoktur. Diğerleri ibadet zamanıdır.

      Anneye babaya saygı da öyle! Allah’tan sonra ilk ve tek hizmet ve taat gerektiren, ‘ebeveyn’dir. Onlara muhabbet, ilahi bir emirdir. Bir günlük kutlamaya sığmayacak kadar büyük!

      Keza kandiller! Onlar kutlama günü değil, ibadet ve istiğfar günleridir. Eğer illa da kutlanacaksa o gün ve geceleri layıkıyla değerlendirmiş insanları kutlamak gerekir. “Bravo vaktini iyi değerlendirdin” diye! Resim vu suret çoğaldıkça mana kayboluyor çünkü.. 

Rasulullah’ın anılması da öyle. Bir Müslüman için peygamber sevgisi, her şeyden önce gelir. Eğer bir insan, hakiki manada, Rerusullahı, kendi canından, karısından, çocuğundan, anasından/babasından daha çok sevmiyorsa Allah’ı sevdiğini iddia e-de-mez. Vallahi.

      Biz Allaha dinini mi öğreteceğiz. O öyle buyuruyor. Hatta kendi sevgisini Hz. Peygamber’e itaate bağlıyor. Kur’an, Hz. Muhammed(asv)’e, insanlara şöyle seslenmesini emrediyor:

        “De ki; eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun. Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Ali İmran, 31)

      -Peki, biz inananlar olarak Resulullahı, -canımızı ve çocuğumuzu bir yana bırakıyorum- bari eşimizi sevdiğimiz kadar sevebiliyor ve düşünebiliyor muyuz?

      -??

      —Peki, ona itaat ediyor muyuz?

      Muhammediyet’in farkında olarak bu soruya ‘evet’ diyecek müslümanın bileğini öperim. Çünkü çoğumuz ona itaatten namazlardaki sünnetleri kılmayı veya sakal bırakmayı yahut edep yerlerini saklayan geniş kıyafetler giymeyi anlıyoruz. Misvak kullanmak, sakalını bıyığını şöyle veya böyle kesmek… vs vs…

     Tabii ki bunları küçümsemiyorum. Ama Biliyorum ki Muhammediyetin özü bu değildir. Güvendir, güven! SIDK’tır, SADAKAT’tir, GÜVEN’dir. O ‘muhammedü’l-emin’dir. Ne zaman, nerede, nasıl hareket edeceği kesinlikle bilinen, bütün hareketleri tahmin edilebilen bir İNSANdır O!.

     Çevrenize bakın, böyle bir adam biliyor musunuz? ‘Evet’i evet ‘hayır’ı hayır olan birini! Bizim en sağlam evetimiz bile ‘HAVET’ olmuş. İşimize gelmeyicince hemen ‘Hayır’a dönüştürebilelim diye

      Resule itaatten, pratik hayat içinde, ‘güvenilebilir insan’ profilini var etmedikçe ona itaat etmiş olamayız. Zaten olmamışız. İşte bakın, parayı bulan Müslüman, eski mahallesini de eski dostlarını bırakıp gidiyor. Kendisi gibilerin yoğun bulunduğu ortamı buluncaya kadar uzaklaşıyor. (Ne ise şu mevzuda içim yaralı konuşmayayım)

      İşte başta namaz olmak üzere birçok şeyin içini boşalttığımız gibi Resule sevginin de içini boşalttık. (Biliyorsunuz, bir grup güzel insan da namazın önemini hatırlatmak için platform kurdular.)

      Kutlu doğum haftası da öyle. Bu kutlamalar, onu kutlamayı akıl edenler için bir şeref olsa bile biz Müslümanlar için bir züldür! Ne kadar düşündürücü, müslümana namazı sevmeyi, Resule itaati hatırlatmak için kutlamalar yapıyoruz! Yazık!

      Ben her kutlu doğum haftasında hüzünlenirim. Aklıma hep (“Ya Rabbi benim kavmim bu Kur’an’dan göçüp gittiler” de böyle per perişan hale geldiler) ayeti gelir.

      Önce Kur’an’dan göçüp gittik, Sonra Resulullah’ı terk ettik. Dünya nimetlerine gark oldukça da aramıza daha çok mesafeler girdi.

Müslümanlar zengin oldular maalesef!

Varlıklı olmakla zengin olmayı  bir sandık. Kafka der ki bir eserinde, “Adem (insanoğlu) tamah yüzünden cennetten kovuldu, çocukları tembellik yüzünden oraya dönemiyorlar”

      ŞAMİL TAYYAR’I SEVİYORUZ

      Bu arada, duydum ki sevgili hemşerim Şamil Tayyar’a yine hapis cezası vermişler. Bütün bunlar, onun tağut dükalığı ile nasıl bir mücadele içinde olduğunun kanıtıdır! Allah yâri olsun!

      Onu ikide bir ‘hükümet yanlısı’ olmakla suçlayanların kulakları çınlasın. Bediuzzaman’ı da en çok ‘yeter söz milletindir’ diyen Menderes döneminde hırpalamak ve onu iktidardan küstürmek istemişlerdi. Bu zındıka komitesinin işleri böyledir. Şimdi de Şamil kardeşimi bıktırmaya çalışıyorlar!

     Demek ki cuntacı tağuta en kalıcı darbeyi indiren o! Onunla övünüyor ve onu seviyoruz!

M. Ali Bulut - Haber 7
mabulut@gmail.com

YORUMLAR 9 TÜMÜ
  • ilyas fermani 15 yıl önce Şikayet Et
    ÜMMETÇİĞİNİZİ SEVEYİMSİZM.. newrozu ateştaparların bayramı diye mahkümetmek sakın sizin gizli ırkçılığınızdan olmasın şuan bilmem kaçtane sözde bayram kutluyoruz bunları eleştirme newrozu ELEŞTİR öylemi .bir kavme olan düşmanlığınız onlara haksızlık etme hakı vermez İSLAM ...
    Cevapla
  • Üsame-i Kurdi 15 yıl önce Şikayet Et
    4. . Elhasıl: hayırlarda hayırlarda üç halden ikisi Allaha aittir. şerlerde ise üç halden ikisi insana aittir. Rahmeti ilahiyye hiç bir zaman şerlerin ve günahların muktazisi olamaz. Nisa süresinde 79. Ayetinde Allah şöyle diyor:" Sana hayırdanher ne isabet etse o Allahtandır ve şerden her ne isabet etse oda senin nefsindendir".
    Cevapla
  • Üsame-i Kurdi 15 yıl önce Şikayet Et
    3. .. Eğer Allah sana rahmetiyle sana kendisini ezelden tanıttırmasaydı veya peygamberini göndermeseydi ve yahut sana akıl vermeseydi sen bu kelimeyi söyliyebilirmiydin? ve yahut akıl verseydi peygamber göndermeseydi senin aklın kafi gelirmiydi? hayır demek bu kelimenin söylenmesini isteyen ve emreden Allahtır. cüzi iradesiyle kesb eden ise insandir. Yaratan ise elbette Allahdır.işte hayırda yaratmakta, muktazide Allahtandır burada insanın hissi ise yanlızca kesbtir. selemlar
    Cevapla
  • Üsame-i Kurdi 15 yıl önce Şikayet Et
    2. ..Muktezi nefs-i insaniyedendir. kesb etmek, yani iradesiyle tatbik sahasına koymak ise yine insandan çıkmıştır. kesb ettikten sonra ise, o gıybet Allah tarafından yaratılmış ve vücuda gelmiştir.Demek şerri isteyen nefs-i insaniye, kesb eden irade-i insaniye neticede onu yaratan kudret-i ilahiyedir.çünkü yaratmak yanlızca Allaha mahsustur. HAYIRLARDA İSE Mesela sen (LAİLAHEİLLALLAH) dedin.Bunda üç mesele vardır. Birincisi isteme, yani muktazidir. Bu kelimenin söylemesini isteyen cenabı haktır..
    Cevapla
  • Üsame-i Kurdi 15 yıl önce Şikayet Et
    Enginazaklı bey Allah o şerri insana yap dememiştir. 1. kardeşim gerek hayırda ve gerekse de şerde üç hal var.1- muktezi(istemek) 2-cüzi iradeden zuhur eden kesb 3-yaratmak/halk etmek meselesi vardır.bu üç şeyin hayırlardaki ve şerlerdeki vaziyetleri nedir? Evvela şer olarak mesela bir adamın yaptığı bir gıybette,"muktezi,kesb ve yaratmanın" vaziyetleri şöyledir Burada muktezi nefs-i insaniyeden çıkmıştır.çünkü ona Allah "gıybet et" dememiştir.Bilakis Allah Gıybet edilmesini istemiyor.ve ondan razı değildir.O halde burada muktezi..
    Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle