Siyasi lider Ahmedinejad mı, Erdoğan mı?
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’ndaki iki konuşma bende farklı çağrışımlar yaptı. Bu konuşmalar, adeta, İslam dünyasının Batı zulmüne karşı sergileyeceği mücadelenin iki farklı yöntemini ifade eder gibiydi… Biri acıları ortadan kaldırmayı, diğeri o acılara sebebiyet verenleri cezalandırmayı öngörüyordu adeta!
Baştan söyleyeyim; her iki konuşma da takdire şayandı. Daha doğrusu her ikisi de İslam dünyasındaki kıpırdanış ve silkinişlerinden mesajlar içeriyordu…
Biri Hasanî diğeri Huseynî bir üslupla, Batı ‘Emevileşmesi’ne karşı dikildiler.
‘Şunun üslubu yanlış, bunun üslubu doğru’ diyecek bir mevkide değilim. İki siyasî üslubun da yeterince taraftar bulacağına eminim çünkü!
Ben sadece o iki üsluptan hangisinin, maksada varmak açısından daha pragmatik, daha müspet olacağı konusunda bir iki söz etmek istiyorum.
‘Batıya karşı sergilenecek siyasî üslupta, Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın, ‘fail’i doğrudan hedef almayan ama eserini yerden yere vuran yaklaşımı mı, yoksa İran Cumhurbaşkanı Sayın Ahmedinecad’ın neticeyi değil de doğrudan ‘fail’i eleştiren ve muhatabın nefsine dokunduran üslubu mu sonuç almak açısından daha eslem yol olur?’ şeklinde kendi kendime sorduğum bir soruya vereceğim cevap konusunda tereddütler yaşadım…!
Yaşadığım tereddüt şahsım adına değil. Ben Risale-i Nur’dan beslenmiş biri olarak, diyebilirim ki en zıpır zamanlarımda bile her daim ‘müsbet hareket’ten yana oldum. İkna yolunun kavgadan daha eslem olduğuna ve ikna için de her daim bir yol bulunduğuna inandım. Belki bu tercihimde, kavgadan hoşlanmayan tabiatımın da etkisi vardır, bilemiyorum ama şuna inanıyor ve kanaat ediyorum ki, bu zamanda yapılacak ‘Hakk’ mücadelesi, hasım oluşturmayacak bir üslupta olmalı. İslam medeniyetinin temsilcisi rolünü üstlenmiş biri, azami derecede dikkatli olmalı ki Kuran’a ve İslam’a ihtiyacı olan birini kendi tavırlarıyla bundan uzaklaştırmasın!
Ben insanlığın müellefe-i kulub çağına girdiğine inanıyorum. İnkar-ı Uluhiyet’in bilimi ele geçirip onu kendi adına kullandığından bu yana beşer şaşkın. İnsanlığın Kuran’a ve onun şefkatli üslubuna herkesin ihtiyacı var. Fakat şu da bir hakikat: Düşmanlarımız canımızı o kadar yaktılar ki tepki vermeden edemiyoruz! Çünkü zulümleri tüm dünyayı fesada vermeye başladı artık.
İşte tam da bu noktada, üslup meselesi beni ciddi şekilde kaygılandırıyor. Hakikaten de bu konuda ümmetin reyine ihtiyaç var.
Zalime karşı bile olsa, zulme ve şiddete başvurmanın kötü bir yol olduğunu herhalde en iyi biz biliyoruz. İşte bakın, güya rejimin zulmüne karşı ayağa kalktığını iddia eden PKK, sergilediği şiddet ve zulüm sebebiyle güya savunduğu halkından bile nefret topluyor.
Üstelik bir zalimi, eleştirerek zulmünden vazgeçirmenin fıtrî olmadığı da bir gerçektir. Çünkü zalim, zaten eleştiriden etkilenecek bir vicdana sahip olsaydı, o zulmü işlemezdi… Öyleyse zalimi eleştirerek, nefsine dokundurarak, onu zulmünden vazgeçirmenin doğru bir yöntem olup olmadığı cidden tartışılmalı!
Kuran bir tek zalime karşı savaşmayı meşru görür. Yani onu tedip edecek gücünüz olacak ki ‘bu işten vazgeç’ dediğinizde sizi dinlesin. Yok, eğer bundan maksadınız, diğer halkları uyandırmak ise o ayrı. Esasında tüm dünya zaten biliyor yaşanmakta olan fesadın sebebini de müsebbibini de! Bize düşen, sözümüzü dinletecek güce bir an önce gelmektir! Aksi takdirde onu eleştirerek, bütün bunların sebebi sensin diyerek zalimi, zulmünden vazgeçiremeyiz. Böyle olunca da elimizde bir seçenek kalıyor; onun -hâlâ var ise- insanî duygularına hitap etmek!
Peki bu her zaman fayda verir mi?
Hayır. İslam tarihinde ‘müsbet hareket’in en güçlü mümessili Hz. Hasan (ra)’dır. O ne pahasına olursa olsun hep ümmetin huzuru ve selameti için dayanarak direnme yolunu seçti. Ama bu, sadece Emevilerin, daha da pervasızlaşmalarına neden oldu. Sonunda onu zehirleyip şehid ettiler.
Buna karşılık Hz. Hüseyin (ra), şartlar ne olursa olsun, hakkın izzeti için savaşmayı zalimin yüzüne karşı hakkı haykırmayı seçti. O da bunu canıyla ödedi. Her ikisi de hak yöntemlerdi. Esas olan, bugün hangisinde karar kılacağımıza karar vermektir.
Ahmedinecad gibi mi Tayyip Erdoğan gibi mi?
Çünkü görüyorum ki bu iki lider giderek İslam toplumlarına ağırlık koymaya başladılar. Dolayısıyla Batı karşısında girişilecek yeni bir kimlik ve siyasî varlık mücadelesi, ne kadar müsbet hareket fikrine bina edilirse edilsin muhakkak ki içinde intikam arzularını da barındıracaktır. Yani dedelerinin zorla alıp yedikleri haram elmalarımız, bugünkü torunların dişini sızlatmaya başladı. Bize yaşattıkları acıları tarih onlara da yaşatacak gibi görünüyor. Ekonomilerini bir türlü düzeltemiyorlar. Bu da onları daha saldırgan kılıyor. Fakat o saldırganlık daha da rezil olmalarına, insanlığın yüzüne bakamayacak hale gelmelerine yol açıyor. Öyle anlaşılıyor ki bize yaşattıkları acıyı kendileri de yaşayacaklar. Bu acıyı yaşamalarında bizim intikam arzularımızın ne kadar etkisi olur veya bizim elimizle mi bunu tadarlar yoksa hadiselerin eliyle mi bilemiyorum.
Bildiğim bir şey var ki o da yaşanacak olanın mutlaka yaşanacağı… Beni endişe veya kaygıya sevk eden şey, bu öfke ve intikam arzusunun, bizim iç siyasetimize de yansıyıp yansımayacağı!
Mesela Arap dünyasında Batı ile işbirliği yapan liderlere karşı oluşan öfke ve tepki, Türkiye, İran ve Pakistan gibi ülkelerde, problemleri Batılıların da içinde yer aldığı kurumlar eliyle çözmeyi yeğleyen ‘Batı ile uyumlu’ siyasetçilere de yönelir mi yönelmez mi? Yönelirse bu durumda nasıl bir politika izlenmeli?
Sayın Başbakanımızı dinlerken aklım ve vicdanım tatmin oldu diyebilirim. Sayın Ahmedinecad’ı dinlerken nefsimin de keyif aldığını hissettim. Kendimi karışık hisler içinde buldum. Ve sanırım o gün, benim gibi, milyonlarca insan bu kıyaslamayı yapmışlardır iç dünyalarında. O an aklıma geldi ki önümüzdeki dönemde Müslüman siyasetçileri bekleyen ciddi bir handikap var; Ahmedinecad gibi dobra ve doğrudan hasmın kanına dokunduracak siyasetler mi takip edilecek, yoksa sorumluyu bildiği halde bilmezlikten gelerek onu, sorumlu hareket etmeye ikna etmeyi öngören Tayyip Erdoğan gibi mi davranacaklar? Ve bu siyaset üslubundan hangisi ümmetin tasvibini kazanacak?
Sanırım önümüzdeki dönemde bu iki üsluptan biri İslam siyasetine damgasını vuracaktır ki bunlardan herhangi birinin tek başına öne geçmesi ciddi bir tehlikedir.
İslam toplumlarının yüreğinde derin ve güçlü bir damar halinde kendisini hissettiren öfke ve tepkiye bakılırsa Ahmedinecad’ın sert ve suçlayıcı -üzüm yerken bağcıyı da dövmeyi hedefleyen- üslubu ciddi taraftar bulabileceği gibi zamanın icapları ve demokrasinin İslam toplumlarına kattığı değerleri benimsemiş insanlar da daha müspet bir çizgiyi yeğleyecektir.
Bu da zaten batının ön gördüğü ve üzerinde çalıştığı bir plandır. İslam, en azından menfaatte birlik sağlayabilmiş Batı ve onun emperyalist talepleri karşısında güçlü ve tek ses olabilecek bir refleks kazanmamalı ki biri diğeri ile frenlenilsin. Nitekim İran menfaatini Türkiye’nin zaafında, Türkiye ise İran’ın kontrol edilmesinde bulmuştur. Bugüne kadar ilişkilere bu yaklaşım damgasını vurdu. İşte gördünüz, her iki lider de aynı şeyleri söylüyor olmasına rağmen tamamen farklı bir konsept sergilediler.
Bizim ise acil olarak konsept birlikteliğine ve samimi bir beraberliğe ihtiyacımız var. Türkiye Batı ile hesaplaşmaya girmeden İran ile arkasını sağlama almalı. Veya İran Müslümanlar adına Batı ile bir mücadeleye tutuşacaksa Türkiye’yi de yanına almalı!
Bence tarih içinden akıp gelen Hasanî ve Hüseynî mücadele üslupları aynı müsbet hareket içinde derce dilip, seyyidler cemaatinin nüvesi oluşturulmalı ve Batı’nın karşısına o ruh konmalı. Aksi takdirde 1300 yıldır İslam dünyasında çift başlılıktan kaynaklanan zaaf, bir kere daha birlikteliğimizin yok edilmesine vesile edilecektir. Çünkü düşmanlarımız hep o zaafımızı kullanarak İslam’ın toplam gücünü kullanmamıza engellediler… Sünni devletleri Şii güçlerle Şii devletleri de Sünni kesil ile baltalamaya çalıştılar.
Artık bu ikiliği ‘iki çekirdekli’ laptoplarda olduğu gibi aynı işlevselliği besleyen iki motor gücü gibi kullanma zamanı gelmiştir. Aksi takdirde yeni birlikteliğimiz eskinin zaaflarını taşıyacaktır. Bu da eski iki başlı İslam dünyasının tekrarından başka bir şey olmaz.
Buna müsaade edemeyiz. Bu ikiliği ancak tam ve kuşatıcı ve tam bir birliktelikle yapabiliriz. O yüzden de bu problemi çözmek, Arapları ve Kürtleri de çözüm ortakları arasına katarak güçlü ve tek sesli bir İslami refleks yaratmak Filistin ve Gazze ablukasını kaldırmaktan dahi daha mühimdir!
Mehmet Ali Bulut - Haber 7
mabulut@gmail.com
-
metin yaman 14 yıl önce Şikayet EtM.Ali Bulut'un Risalei Nurdan dem vurduğuna bakmayın. O kuyu bir İran taraftarıdır, kuyu bir sahabe düşmanıdır kuyu bir Kemalisttir...Saf ve cahil birileri aaaa olur mu efendim hocamıza iftira atıyorsunuz deyip kaz gibi ortaya çıkabilir. Onlara tavsiyem bana ateş püskürtmeden M. Ali abinizin Haber7'deki yazılarını okumayı tavsiye ederim. Bu yazısında çaktırmadan İrana destek veriyor ama Hz.Osman'dan bahsettiği yazısında açık ve net bir dille O Büyük Sahabeye o Dünyada iken Cennetle müjdelenmiş Sahabeye CUNTACI diyor daha da ileri giderek Hz. Osman Müslümanlar arasına öyle bir fitne soktu ki bugüne kadar acısını çekiyoruz...Kuyu bir Kemalisttir dedim Onu da Haber7'de bir yazısında Bediüzzaman Atatürkün bütün ilke ve İnkilaplarına karşı çıktığı halde Tevhidi Tedrisatı beğenmiş ve desteklemiş... Yani Bediüzaman haşa İslami Eğitimi istemiyormuş da Dinsiz ve İmansız bir eğitimi istiyormuş da istemekle kalmamış bir de desteklemiş abinizi iyi okuyun iyi anlayın sonra bana reddiye yazın...Beğen Toplam 5 beğeni
-
metin yaman 14 yıl önce Şikayet EtTemenni ediyoruz ama Olmuyor olmuyor olmuyor. Sünnilerle Şiilerin bir ve beraber olup Batıya ve Amerika'ya meydan okuması hepimizin temennisidir. Ancak 1400 yıldır bu birliktelik olmadı ve bundan sonra da olacağını tahmin etmiyorum. Neden Biz Cuma Hutbelerimizde Hz. Hasan ve Hz. Hüseyini rahmetle anıyoruz Ali Beyte muhabbeti emrediyoruz ancak Tahrana gidenler bilir onlar camilerinde Hz.Aişe'ye fahişe diyorlar Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ebubekir ve birçok sahabeye küfrediyorlar...Birileri anlatsın dinin direkleri ve hameleleri olan sahabelere küfreden Hz.Muhammedin o pak ve tahir zevcesi Kuranın tabiriyle Müminlerin annesi Hz.Aişeyi fahişe diye tanıtan bir zihniyetle nasıl bir ve beraber olacağız, birisi öz annenize fahişe diye bahsetse siz onunla dost olur musunuz, eğer cevabınız evet ise mesele kalmamıştır. Biz de İranlı Şiilerle beraber oluruz. Birileri ukalılık edip vay efendim fitne çıkarmayalım diyorsa Kumda o Mollalara gitsin Müminlerin annesine ve sahabelere küfretmeyi bıraksın o zaman bize gelsin...Beğen Toplam 4 beğeni
-
Sabit Kal 14 yıl önce Şikayet EtHayir okumuyorum, ne söylese söylesin, umurumda degil. 1450 senedir söylendigi. yetmemis gibi birde bilmem hangi basbakan ne demismis. Eger senin gibi hep fitne haberlerin pesinde kosacaksam, yeteri kadar var, basucumda var, komsularimda var, onlar yeterde artar bile. Ama ben hic bir fitnenin fitiline ates tasimak istemiyorum. Eger Resulullah, Yahudiler ile ayni bölgelerde yasayabilmisse, Hiristiyanlara karismamissa, ben neden Sünniler ile Siiler bir arada yasayamassin anlamiyorum ve kabul etmiyorum. Elbetteki senin gibiler, buna müsade etmez. Zamaninda Katoliklerin Papa'sida Protestanlari öldürtüp duruyordu. Ama simdi kardesce, elele verip müslümanlarin kuyusunu kazarken, sen bana 1450 sene önceki hikayeleri anlat dur. Eger biz mülayim Siilerle ve Sünnilerle biraraya gelemezsek, Sahabilere küfür edilmesini engelleyemeyiz, Hz. Ali'yi, Hz.Hüseyyin'i sevdigimizi ve yollarina baskoyacagimizi bilmiyorki Siiler. Eger sen onlarla yanyana gelmezsen, bunu onlara nasil anlatacaksin? Sen yahudinin baslattigi fitneye odun tasi, ben su tasiyacagim, tammi!Beğen Toplam 1 beğeni
-
Üsame-i kurdi 14 yıl önce Şikayet EtBenim amacımda. sabit bey, senin gibi, Ahmak müslümanı uyandırmak.daha dün ırak başbakanı maliki beşir esad için ve şiilik ne söylediğini bir zahmet okuda.aklınız başınıza gelsin. bu kadar müslüman kör ve sağır olmaz.Beğen Toplam 2 beğeni
-
Sabit Kal 14 yıl önce Şikayet EtCildirmamak elde degil! Allah sizlere Ahmedinejad ve Erdogan gibi iki lider. vermis, siz hala fi-tarihinden baslayip, Osmanidan devam edip, Irak-Iran savasini, Saddam devrini, Amerikan isgalini anlatip duruyorsunuz. Anlatin bakalim. Zaten fitne ne kadar geriden baslarsan o kadar daha güclü olur. Zaten fesatin basi, tarihi tekerrüden baslar. Yok söyle olmus, yok böyle olmus, zart-zurt. Sen Gültekin Kaya, fitne senin gibilerin agzinda dolayi zaten hic dinmez ve müslümanlar hic birlesemez. Belkide sende zaten birlesmelerini istemeyenlerdensinki böyle abuk sabuk konusuyorsun. Sana dogrumu, yanlismi sormuyorum, onu kendine sakla. Hocamizin anlattigi maziden degil, istikbaldendir. Sahi senin istikbalin ne? Ben taaa 1450 yil geriye gidip, o yillarin fitnesini dün gibi yasatmak istemiyorum. Sendeki mezhep taasubundan Iran'dada var. Ama Ahmedinejad ve Erdogan bu ümmete bir firsatken, sen hala fitne kazanini karistir dur. Bize düsen ise Iran'la bir araya gelip taasubu ve hakareti birakmak ve kardeslik serbetini icmek. Sen fitneye devam et, iflah olmaz fitne!Beğen