Mehmet Ali BULUT
Mehmet Ali BULUT
HABER7 YAZARI
TÜM YAZILARI

Hicret, La'dan kaçıp 'illallah'a varmak

GİRİŞ 26.11.2011 GÜNCELLEME 26.11.2011 YAZARLAR

Hicret!

Her yürekte farklı bir mana ile varlığını sürdüren hicret!

Kimine göre bir yerden bir yere göçmektir o.  Kimine göre, zulmüne mani olamadığın yurdu terk etmektir. Kimine göre hakka varmak, kimine göre küfre sırtını dönmektir.

Ben onu ‘vazgeçebilmek’ olarak anlıyorum. ‘İllallah’a varmak için her şeyi  ‘lâ’da bırakıp gitmek!  Mevlana’nın dediği gibi “bulanmadan donmadan akmak”, Hakka varmak için!

“Her gün bir yerden göçmek ne iyi, her gün bir yere konmak ne güzel. Bulanmadan donmadan akmak ne hoş”  demiş gerçek hicretin ne olduğunu bilen Mevlana hazretleri!

O da farkında ki mümin için hicret başlayıp bitmiş bir şey değil. Süreklidir. İblis’in tuzaklarından kurtulup nefsin hevasından kaçıp Rabbin rahmetine sığınmak!

İşte asıl hicret o.

İçindeki masiva’dan vaz geçip sivaya varmak. Her an kabe kavseyni ev edna’nın hazzına ermek için dünyayı ardına atmak. Ondan soyunup yaprak yaprak, gül gül goncaya ermek için.

İbrahim’in güvenli kollarından çıkıp Rabbin itimadına sığınmaktır Hacer gibi.

Ben hicreti hep Hacer validemizdeki teslimiyet sırrına erme bilmişim. Hicret, Hacer gibi olmayı denemektir çünkü. O ne teslimiyettir ya Rabbi.

Genç bir kadın, daha yürüme yaşına bile varmamış bir çocuk, birkaç günlük azık ve sonsuz bir kum deryası. Ve işte öyle bir ortamda bile Rabbine itimat etmektir hicret.

Hacer ve hicret aynı kökten gelirler. Esasında hicret, Hacer validemiz gibi itimat etmeyi kuşanmaktır….

……………..

Önde Cebrail, arkada İbrahim (as) ve onun arkasında sırtına sardığı küçücük İsmail’i ile günlerdir güneye doğru devam eden yolculuk sona erdiğinde, anne ve küçücük çocuk kendilerini Bekke vadisinin ıssız kum deryasında bulmuşlardı.

İbrahim (as) elindekilerini yere bıraktığında, Hacer validemiz umutsuz ürkek bakışlarıyla çevresine göz atmıştı:

“Burası mı Ey İbrahim! Bizi bura da mı bırakacaksın?”

İbrahim sessizdi. Bir yanda kendisi için ateşlere atılmayı göze aldığı Rabbi’nin emri, diğer yanda, ömrünün ahirinde kavuştuğu gözünün aydınlığı oğlu minnacık İsmail ve tabii annesi...

Sessizdi. B ir baba olarak tedirgindi ve fakat Cebrail de ısrarla onları burada bırakması gerektiğini söylüyordu.  

Siz kendinizi bir dakika İbrahim’in yerine koyun. Ipıssız, susuz, gölgesiz bir kum deryasında biricik oğlunuzu ve genç karınızı bırakacaksınız! İşte hicret budur.

Ve sonra o annenin yerine oturun. Kuması onu istemediği için, eşi onu getirip bu kum deryasına bırakmıştı. Yanında üç günlük azık ve küçücük bir çocuk! Gölge yok, su yok ve can yoldaşı olacak bir Allah’ın kulu yok.

Ne yapardınız? Hacer validemiz, başı önüne eğilmiş ve mahcup bir hal ile sordu yaşı doksanlara varmış eşine:

-Ey İbrahim gerçekten rabbin mi sana emrediyor bizi burada bırakmanı?

İbrahim ses etmedi. Sadece usulca başını eğdi tasdik manasına.

Bir anda o minicik kadın dev oldu, azman oldu, başı göklere erdi ve ‘başı göğe değecek’ (miraca varacak)  Torununun - Hz. Muhammed Mustafa’nın (asv)-  anası olmaya layık olduğunu gösterdi ve şöyle dedi:

-Mademki Allah sana emrediyor, neden tereddüt ediyorsun Ya İbrahim. Korkma git. O bizi zayi etmeyecektir.

Allahuekber Şu itimada bakın! Şu güvene bakın, şu teslimiyete bakın, şu, her şeyi arkasına atıp Allaha varışa bakın!

İşte bu kadının etekleri etrafında dönüp dolaşıyoruz Kabe’yi tavaf ederken bir yönüyle de. Onun ayak izlerinde koşuşturuyoruz Safa ve Merve arasında. Susuzluktan dudakları çatlamış yavrusuna bir damla su bulmak için o tepeden o tepeye koşuşturup duran kadının ayak izlerine basarak yürüyoruz Hakka varmak için...

Ah onun hicretine erebilsek, ah onun kaçışının ve varışının sırına varabilsek!

Emindir yaşayacağına… Emindir Rabbinden ve onun varlığının koruyuculuğundan!  Açlık ne ki, tokluk ne ki, korku ne, sevinç ne?  Umutla koşuşturuyordu. Bu tepe senin o tepe benim. Biliyordu, inanıyordu su bulacağına. Rabbi onu burada bıraktırmışsa yaşatacaktı! Bu ne güzel teslimiyet!

Rabbin, kulunda sevdiği en güzel şey işte bu itimattır.

Yoksa herkes bir Yaratıcının var oluğunu bilir. Herkes kendince Allah’a inanır. Ama ona itimat etmek yok mu itimat etmek! Asıl mesele o! İman etmenin çok ötesinde bir merhaledir itimat etmek! Tevekkülün altındaki sır!

İsrail oğulları onu beceremedikleri için zillet ve meskenet vadisine atıldılar. Üzerlerine her gün menn ve selva indirildiği halde. Gözleriyle görüyorlardı, nimetin her gün tekrar ettiğini. Ama buna rağmen ‘ya yarın vermezse’ diye, bir önceki günkü paylarından bir kısmını saklıyorlardı. İtimat edemiyorlardı rablerine. O yüzden de aşağılandılar da zillete sürüklendiler.

Ama bakın Hacer validemize:

Ey İbrahim, Rabbin sana böyle emrettiyse neden tereddüt ediyorsun ki? demişti. Bırak bizi bu ekilmez, biçilmez, kuş uçmaz kervan geçmez kum denizine. Merak etme Rabbim zayi etmez bizi!

İşte bu bilinçtir ki İbrahim’in sulbünde saklı olan Nur-u Muhammidi’yi, Rabbim bu kadının sulbüne atmıştı. Sara validemiz, kendi eleriyle İbrahim’e hediye ettiği kuması Hacer’i çadırından kovarken kendisini nelerden mahrum ettiğini bilmiyordu.

Hacer olam, hergün yeni bir hicrete kuşanmak ne güzel. Her gün bir masivadan; nefsin melunesinden Rabbin rısazına ve itimadına koşmak ne hoş. Bu bilinçle öyle demişti Mevlana: “Her gün bir yerden göçmek ne iyi, her gün bir yere konmak ne hoş…”  Rabbin Rububuyetine razı olmak. Onun varlığı adına kendi hiç olmaklığını nefsine yedirebilmek!

İşte bu yüzden mümin her an hicret halindedir, daha doğruya, daha güzele… Daha ileri menzillere ulaşmak için sefer halindedir o hep. Bu bazen coğrafyadan coğrafyaya, iklimden iklime varıştır hicret, bazen iç âlemin bir menzilinden öteki menziline doğru halden hale varmaktır.

Her insanın içinde bitimsiz bir özleyiş, bir sıla hasreti vardır esasında. İstediğiniz her maksudunuza vardıktan sonra bile o hep içinizde bir yerde durmaktadır. Sürekli bir gurbet içinde sürekli bir sıla arayışı gibi bir sancı vardır yüreğinizde. O ana yurt özlemidir. Bu ruhun harekete geçtiği noktaya yeniden varış arzusu. Oraya varmadan müminin hicreti bitmez zira. O yüzden ‘hicret sürekli bir vazgeçiştir’ diyorum.

Fenadan bekaya, faniden Baki’ye, küfürden (karanlıktan) imana (aydınlığa) yürüyüş! Günah gayyasından mağfiret deryasına, kirli kentlerden, rejimlerden münevver , huzurlu şehirlere varış  yolculuğu.

Bir buçuk asır önce, kirli ve karanlık bir kenti ardında bırakıp nurlu Medine’ye yürüyen Resul’un (asv)o hicreti, her müminin içinde her gün yaşadığı sayısız hicretlerin mücessem örneğiydi ki, insanlık o yürüyüş sayesinde ‘La’dan ‘illallah’a vardı…

Selam o görklü nebiye, selam onu doğuran anaya, selam Kabe’nin eteğinde gömülü Hacer’e ki, o, muhteşem itimadıyla, İbrahim’in sulbündeki Muhammediyet nurunu kendi rahmine taşıdı.

M. Ali Bulut - Haber 7
mabulut@gmail.com

YORUMLAR 8 TÜMÜ
  • Gökhan SERT 14 yıl önce Şikayet Et
    Ateş, su, toprak, hava. Tüm bunlar aslına ulaşmayı fıtri olarak arzular. Ateş en yukarıyı,hava ateşin altını, su toprağın üstünü ve toprak en altı arzular. Tüm kainat bu elementlerin sentezinden meydana gelmiştir ki bu da hakkın tezahürüdür. Bu tezahüründe zübdesi İNSAN dır. Madde olarak toprak ve diğer elementlerden; mana olarak (ruh) Allah'tan dır. Ruh bu bedende devamlı hiç farkında olmadan Yaratanı arzular. Bütün çırpınış bu sebepledir. Bu hayatta hicretini tamamlayanlar ölmeden önce ölmüş, illallah sarayına varmış İnsan-ı Kamillerdir. Hicreti başarabilmek, hayattaki Yunusları bulmak umuduyla sayın hocam... Allah ile olun.
    Cevapla
  • Üsame-i kurdi 14 yıl önce Şikayet Et
    sayın hocam. ..Afrikalara Avrupalara, Amerikalara ismini bilmediğimiz devletlere gidip oralarda muallimlik yapanlarda hicretmi etmiş.Hicret, kendi memeleketinde işkencelere maruz kalmasından dolayı, dinimi,ibadetini daha rahat yaşamak için başka bir yere göç demektir. memleketimizde senin namazına karışmıyorlar,orucuna karışmıyorlar,zekatına karışmıyorlar,haccına karışmıyorlar.Şimdi kardeşim sizin gittiğiniz o devletlerde tam tersine bunlara karşı. Peki bu nasıl bir hicrettir. Nasıl bir sahabilik hayatıdır.Bunu anlamış değilim Burda farzları ve sünnetleri rahat yaptığın halde neden oralar. Ve adınıda hicret koyuyorsunuz. Üstad hazretlerine müslüman devletler makam mevki verdiği halde Bu zatın Ankarada- Bitlise gitmesi bile yasaktı neden üstad kendi memleketindeki zindanı tercih etti. sahabeyi kiram gittiği yere kuranı hadisi götürüyordu.
    Cevapla
  • Meftun 14 yıl önce Şikayet Et
    Asıl Hicret Bu Dünya Sürgünüdür .... Hicret,Allah sana in Cennetten Dünya sürgününe dediğinde ardında göz yaşından başka bir şey bırakmamaktır.Madem Allah böyle takdir etti deyip ardına bile bakmadan çekip gitmektir.
    Cevapla
  • ahmet naci akdemir 14 yıl önce Şikayet Et
    hicret yeniden. Gönlünüze ve kaleminize sağlık. Hicretin nasıl olması gerektiğini bizi hatırlattığınız için ve itimadın en somut örneklerinden birini bize sunduğunuz için Allah razı olsun.
    Cevapla
  • veysi 14 yıl önce Şikayet Et
    slm ve dua. degerli hocam yine harika bir yazi yazmissiniz. onceki yazinizi kacirmisim. o da cok guzel olmus. Davud as ile ilgili yaziniz da harikaydi. Allah kaleminize guc dizlerinize derman versin. bu arada KPDS ye niye girdiginizi cok merak ettim. selam ve saygilar
    Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle