Cumartesi akşamı, her zamanki Beyoğlu kalabalığını yara yara ilerlemeye çalışırken, Galatarasay meydanının kapatıldığını görünce neye uğradığımı şaşırdım. Polisin kurduğu etten ve panzerden duvarı aşmak için yayalar, 'tek sıra halinde' meydanın diğer tarafına geçiriliyordu. Meğer KESK, geçen hafta 30'dan fazla üyesi ve yöneticisinin 'PKK ile ilişkilendirilerek' gözaltına alınmasıyla ilgili eylem yapıyormuş...

Güvenlik önlemleri iyi güzel de, bir cumartesi günü insanların en sıradan hakkı olan 'gezinmesi' bile lüks olabiliyor işte. Ancak asıl gariplik, 'Gün gelecek, devran dönecek, AKP halka hesap verecek' diye slogan atan KESK eylemcilerinin yalnızlığı... Ne diğer sivil toplum kuruluşlarından ses var, ne de mesela, KESK'in sloganını canı gönülden atabilecek ulusalcılardan bir gıdım destek!

Kürşat Bumin, 'İki gün önce kamu emekçilerinin maaşlarında yapılması düşünülen artışın pazarlığını yapmak için masaya oturduğun bir konfederasyon, iki gün sonra jandarmanın başlattığı ve hemen herkesin haber yapmaktan imtina ettiği bir operasyonun hedefi olmuş' diye bu tuhaflığa dikkat çekmiş... Fakat o da kendi alanında, yani medyada yalnız: 250 bin üyesi olan bir sivil toplum kuruluşunun aranması, dosya ve bilgisayarlarına el konulması, insanların gözaltına alınması, ÇYDD'ye yapılan baskının binde biri kadar yer bulamadı gazete sayfalarında!
Neden? KESK aramasında PKK, ÇYDD'de Ergenekon bağlantısı olduğu için mi? E peki bu Ergenekon da bir terör örgütü değil mi? PKK ile bile bağlantılandırılmadı mı? Demek ki Ergenekon'dan gözaltına alınanların 'kişisel hakları'nı savunup, masumiyet karinesini savunanlar, sırf işçileri (solcular! Öcü onlar!) temsil eden bir kurumun üyelerinin 'otomatikman' terörist olabileceğini düşünüyor. Aynı şekilde, KESK konusunda AKP sempatizanı basın da sus pus olmuş durumda!

Aman komşum dinsiz olmasın!
İşte bu nedenle Yılmaz Esmer'in son araştırmasının sonuçlarına basın hiç şaşırmamalı. Tıpkı 'komşum içkici, ateist olmasın' diyen halk gibi, aydın veya elit tabir edilen kesim de kafadan yaftalar yapıştırarak işine geleni savunmayı, işine gelmeyi es geçmeyi yeğliyor. 'Komşum hırsız, ahlaksız olmasın; beni rahatsız etmeden içecekse içsin, dini-mini mühim değil, özel hayatından bana ne, insan olsun yeter' diye cevap verenlerin sayısı acaba kaç?
Esmer'in araştırmasından bağımsız olarak Radikal Cumartesi eki, bu tabloyu tamamlayan bir kapak yapmış: Sokaktaki insana, sanatçılara 'Sağcı kim? Solcu kim? Faşist kim? Liberal kim?' diye sorulan sorulara verilen cevaplar, yüce Türk milletinin kafasının ne denli karışık olduğunu gösteriyor. Ruhat Mengi'ye solcu diyen de çıkmış, Doğu Perinçek'I 'liberal' olarak' tanımlayan da! Deniz Baykal kimine göre 'tipik solcu', kimine göre 'tipik sağcı'!
Eh, böyle bir ülkede at iziyle it izinin birbirine karışmasından şikayet etmenin anlamı var mı?

Şanzelize'ye ne gerek var?
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, artık şehrin çehresini değiştirecek 'vizyon proje'lere imza atacakmış...
'Vizyon proje' ne demek derseniz, şöyle tarif edebilirim: Proje lafı artık ayağa düştüğünden, önüne 'vizyon' eklenilerek daha çekici hale getirilmiş proje!

Bu 'vizyon'a göre 4.Levent-Zincirlikuyu trafiğini yer altına alınacak, Paris'in Champs Elysee'sine dönüştürülecek...
Belki gerçekten harika olur, ama bu çalışma yapılırken vizyon projenin İstanbullu'nun canına okuyacağına adım gibi eminim!
Anlamakta zorlandığım temel konu şu: Neden İstanbul gibi kendine has karakteri olan bir kente, Paris'in demode bir caddesi örnek alınıyor? Birbirinden sefil durumdaki yerlere yatırım yapmak dururken, neden işleyen bir sistemi bozup, yenisini yapmaya çalışıyoruz? Yoksa mesele, Türk belediyeciliğinin kaldırımcılıkla başlayıp 'yol çalışmaları'yla süren yeni rantlar yaratma çabasının son halkası mı?

Mehveş Evin - Yeni Şafak
mehves.evin@aksam.com.tr