Barış Manço rüzgar gibi geçti!
Şubat’ın üşüten ve ürperten bir sabahında uyandığımda televizyonda hüzünlü Barış Abi şarkıları çalıyordu. Önce inanamadım, inanmak istemedim.
Bizim Barış Ağabeyimiz ölmüş diyorlardı!
“Güz yağmurlarıyla bir gün göçtün gittin inanamadık gülpembe”, diyen şarkısı gibi ben de inanamadım.
Sabah haberlerini detaylı dinleyince anladım sahiden gittiğine. Şarkıların yetim kaldığını, gelecekteki çocukların barışsız! kaldığını anladım. Yüreğime derin bir keder doldu ansızın. Ağladım ağladım.
Nusaybin bilmedi derin hüznümü.
Kaç gün sürdü hüznüm hatırlamıyorum ama çok aşırı üzüldüğümü biliyorum. Bir de aylarca Ali Kırca’nın haber bültenini o şarkılarla kapattığını hatırlayabiliyorum.
O nasıl bir ayrılıktı, nasıl bir gidişti ki böylesine bizi derin bir yeise düşürmüştü. Neydi Barış ağabeyimizdeki o efsunlu tılsım? Hangi çeşmeden su içmişti, hangi kilimden ilham almış, hangi dağdan, hangi vadiden çiçek koparmıştı? Bilmiyorum ama bildiğim bir şey vardı ki şarkıların en hasını, en edalısını, en sevdalısını ve en bindallısını ondan duymuştu kulaklarımız
Bizim kuşağın çocukluğu ve ilk gençlik yılları onun şarkılarıyla olgunlaştı can buldu. Biz ondan duyduk en saf şarkıları. Onun hikmetli şarkılarının tınısı yüreğimize asla unutmayacağımız bir giz bırakmıştır. O bizim toplumun sesiydi, yüreğimizin ve bin yıllık kültürümüzün bütün desenlerinin buluştuğu, şarkıların, ezgilerin yürüyüşüydü.
Barış Manço şarkıları birer klasik olarak musiki coğrafyamızın tam ortasında duruyorlar şimdi. Yüreğimiz ne zaman darlansa, ne zaman hüzün şebnem gibi ruhumuza yağsa, onun şarkılarına tutunur gideriz öylesine.
Aradan meğerse tam on bir yıl geçmiş.
Şimdi iki küçük çocuğum var. Ben de uzun zaman olmuş unutmuşum Barış Ağabeyi. Şarkıları çalınmaz olmuş radyolarda televizyonlarda. Yeni yetmelerin sesine vermişiz kulaklarımızı, unutmuşuz hatırlamayası.
Telaşlanıyorum birden büyük olana soruyorum; Kağan, Barış Manço’yu tanıyor musun oğlum diyorum. Verdiği cevap karşısında öyle mutlu oluyorum ki sormayın gitsin. Bildiği tek bir şarkısı var: “ Arkadaşım Eşek”… Nerden öğrendin diye sormuyorum, soramıyorum çünkü ben öğretmedim, bir yerlerden öğrenmiş işte.
Dudaklarıma hüzünlü bir şarkısı gelip konuyor:
“Ellerimle büyüttüğüm,
Solar iken dirilttiğim,
Çiçeğimi kopardın sen,
Ellere verdin.
Dağlar dağlar...
Kurban olam, yol ver geçem.
Sevdiğimi son bir olsun yakından görem”
Bu şarkıyı lise yıllarında en sevdiğim şarkım olduğunu hatırlıyorum. Hüzzam şarkılara ve duygulara geçiş yaptığım yılların şarkısı. Bunun bir öncesi olmalıydı. Evet o da düştü aklıma. Onlar ne güzel şarkılardı öyle. Sözlerin içi ruh doluydu, insanlık doluydu, erdem doluydu, ahlak doluydu. İçinde biz vardık, hepimiz.
“Sen gülünce güller açar gülpembe
Bülbüller seni söyler biz dinlerdik gülpembe
Sen gelince bahar gelir gülpembe
Dereler seni çağlar sevinirdik gülpembe”
Şimdi o şarkılarla bugünün şarkılarını kıyaslıyorum. Dağlar kadar yürek farkı var aralarında. Belki ondandı bizim kuşağın sevdası başkaydı, biz başkaydık, dünyalarımız başkaydı. Sonra büyüdük ve kirlendik. Barış ağabeyler çekti sözlerini üzerimizden. Şarkıların içinde bile “Allah senin belanı versin” demeye başladı sözde sanatçılarımız. Öteki “bas gaza” diyerek bütün frenlerin ayarını bozar oldu.
“Kara haber tez duyulur unutsun beni demişsin
Bende kalan resimleri mektupları istemişsin
Üzülme sevdiceğim bir daha çıkmam karşına
Sana son kez yazıyorum hatıralar yeter bana
Unutma ki dünya fani veren Allah alır canı
Ben nasıl unuturum seni can bedenden çıkmayınca “
Zaman zaman toplum olarak bize neler oluyor diye soruyoruz birbirimize. Aslında şarkılarımızdan bile bize neler olduğunu öğrenmek mümkün. Her zaman söylerim ben. Eski yeşilçam filmleri olsun, eski şarkılar olsun hiçbir şey öğretmediyse bile birbirimizi sevmeyi öğretti. Daha ne olsun. O filmlerde sadakat ve sevince ölesiye ayrılmamak tezi işleniyordu. Hatırlayınız. Burada erotik olanlardan bahsetmiyorum dikkat ediniz. Hani şu Ferdi Tayfurlu, Necla Nazırlı, Orhan Gencebaylı filmlerden söz ediyorum. Sadakat ve içtenlik vardı. Şarkılarda da aynı temalar işleniyordu.
İşte bizler Barış Ağabeyin adam olan çocukları şimdi anlıyoruz ki her dinlenen şarkı, her izlenen bir görsel ruhumuzda derin izler bırakıyormuş. Şimdiki gençlerin bir Barış ağabeyleri bile yok. Yarın “Allah senin belanı versin” sözleri kalacak ruhlarının dehlizlerinde.
Bütün bunların üzerine anlıyorum ki çok şanslı bir kuşakmışız. “Eski Fincan” adlı şarkısında bizlere aslında öylesine bir öğüt verir ki
Ve soğuk ve aymaz bir şubat gecesi barış ağabeyimiz sonsözünü söyleyip ülkenin ve yarının çocuklarına “ müsaadenizle Çocuklar” deyip ayrıldı aramızdan.
Mekanın cennet olsun Barış Abi.
Meryem Aybike SİNAN / Haber 7
aybikesinan@gmail.com
-
derya sınakçı 14 yıl önce Şikayet Etyorumsuz. Hocam o kadar haklısınız ki diyecek bir şey inanın kalmıyor ... Elinize sağlık..Beğen
-
demokrat 14 yıl önce Şikayet EtUnutma ku dünya fani, veren Allah alır canı!. Evet beni de en çok etkileyen şarkısı bu dizenin geçtiği şarkısıydı. Bizlerin gençliği böylesine kin ve garezin ayyuka çıktığı bir dönem değildi. şarkı deyip geçmeyin. onlar farkında olmadan ruhumuzu onarıyor, ya da yaralıyor bizleri. barış abimizin o erkekçe sözlerini özledim ben de. ne güzel bir adamdın barış abi. aybike Hanım yine yaptınız yapacağınızı. teşekkür ederim.Beğen