Meryem Aybike Sinan
Meryem Aybike Sinan
HABER7 YAZARI

Asi Mutasavvıf Niyazi-i Mısrî sabatayist miydi?

GİRİŞ 18.10.2010 GÜNCELLEME 18.10.2010 YAZARLAR

 “Ben sanırdım âlem içre bana hiç yar kalmadı
Ben beni terkeyledim, gördüm ki ağyar kalmadı”

Yukarıdaki beyit ünlü mutasavvıf Niyazi Mısrî Hazretlerine ait. Niyazi Mısrî Hazretleri, yaşadığı dönemde yeterince anlaşılamamış, düşüncelerinden ve söylemlerinden dolayı sık sık sürgün hayatı yaşamış ve yine sürgünde ayağında zincirlerle vefat etmiş çok önemli bir Türk-İslam mutasavvıfıdır.

Hakkında olumlu olumsuz pek çok rivayetler olan bu mutasavvıfımıza neden hakkı teslim edilmedi ve neden hala yeterince tanınıp bilinmiyor?

Niyazi Mısri gerçekten de âsi ruhlu bir mutasavvıf mıdır?

Tasavvufun bu asi mutasavvıfı devrin yönetimi tarafından neden istenmemiş ve çeşitli sürgünlere yollanmıştır? Pir Sultan Abdal, Seyyid Nesimi gibi söylemleriyle ezberleri bozan Alevi-Bektaşi şair-mutasavvıfları gibi o da Sünnilerin dik başlı, asi mutasavvıfı olarak devletin içinde yapılan yanlışları, padişah bile olsa eleştirmekten çekinmemiş ve eserlerinde dile getirmiştir.

1618 yılında Malatya’nın Aspuzu, bugünkü ismiyle Yeşilyurt ilçesinde dünyaya gelmiştir. Birçok insanın sandığı gibi Mısırlı değildir. Celali isyanlarının bütün Anadoluyu perişan ettiği sosyal ve siyasal çalkantıların yaşandığı bir dönemde ilk tahsil hayatını Malatya’da tamamlamıştır. Nakşibendî Şeyhi olan babası Soğancızade Ali Efendi kendisini kendi tarikatına yönlendirmek istese de başaramaz. Zira Niyazi Mısri, babasının tüm ısrarına rağmen Halveti Şeyhlerinden birisine gider. Şeyhinin ölümünden sonra Malatya’yı terk eder ve Mardin, Diyarbakır, Bağdat’a ilim tahsil etmeye gider. Oradan da Mısır’a gider. Mısrî lakabı da bu yüzden kendisine verilmiştir.

Mısır’da kaldığı süre zarfında yüreğindeki melali dindiremez ve Anadoluya döner.

Kısa zaman sonra Elmalılı Ümmi Sinan’a intisap eder ve tarikatın bütün inceliklerini burada öğrenir ve nitekim siyasi otorite ile ilk kavgasını bu yıllarda yaşar. Devrin Osmanlı Sultanlarına karşı dik bir duruş sergilemeye başlar. Çünkü “Hamzavi”ler saraydaki hâkimiyetlerini arttırmış ve Anadolu’daki tarikatlar üzerinde baskı ve yıldırmalar başlamış ve tarikat ehli bizar kalmıştır.

Ümmi Sinan’ın ölümünden sonra Bursa iline gelip yerleşen Niyazi Mısrî, dergâhını kurup irşada başlar ve otoriteye karşı muhalefete başlar. Cifir ve Ebcet gibi zor ve derinliği olan ilimleri de iyi derecede bildiğinden önemli kehanetlerde de bulunur.

Bu kehanetler siyasi otoriteyi ürküttüğünden dolayı başını belaya sokar ve Rodos adasına sürülür.

Bu sürgün yaklaşık bir yıl sürer.

Peki, Niyazi Mısrî neden böylesine aykırıdır?

Çünkü Mısri’nin düşünce dünyası çağdaşlarına göre hayli farklı ve enteresandır. Bir kere Osmanlı hanedanının değişmesini istemekte ve tahta Kırım Giraylarından birisinin çıkmasını istemektedir. Bu istek belki döneminin padişahlarının niteliksiz olması, kendisini sürgün etmelerine bağlanabilir ancak durum bu kadar basit değildir. Bu düşüncesinin altında tarihsel ve dinsel bir takım nedenleri vardır.

Niyazi Mısri’nin düşünce boyutuna baktığımız zaman, çağına göre oldukça demokratik, insancıl, bütün insanlara karşı derin bir teveccüh ve sevgi görürüz. Bu bütün İslam coğrafyasındaki herkese karşı derin bir muhabbet ve sevgi seli gibidir. Kimseleri ayırmaz, kayırmaz.  

Onu sevgi ve muhabbette Yunus’a, asilikte Seyyid Nesimi ve Pir Sultan Abdal’a, benzetmek mümkün. Çağdaşlarına göre en yeni ve en ufku açık mutasavvıf olarak görürüz Niyazi Mısrî Hazretlerini.

Hasan Hüseyin’e olan sevgisi ve bunu her fırsatta dile getirmiş olmasından dolayı kendisinin alevi olduğunu söyleyenler bile çıkmıştır.

Hatta onun geniş ufku ve derin insan sevgisini yanlış algılayıp Hıristiyan dinine girdiğini söyleyenler bile çıkmıştır. Oysa kendisinin eserlerini ve şiirlerini inceleyenler iyi bilirler ki Niyazi Mısrî Hazretlerinin İslam ile ilgili her türlü derinliğe sahip ve önemli bir İslam âlimidir. Onu daha iyi anlamak için divanındaki şiirleri iyi analiz etmek gerekir diye düşünüyorum.

Peki, Niyazi Mısrî Hazretlerinin Sabatayist olduğunu ileri sürenler neye dayanarak bunu iddia ettiler?

Birinci olarak, Yahudi Sabatay Sevi ile Niyazi Mısri’nin çağdaş oldukları, siyasi otoriteye karşı aynı kaderi paylaştıklarıni söylüyorlar.  Burada yanlış şu ki Sabatay Sevi idam sehpasında “Müslümanlığı” seçerek canını kurtarma yolunu seçmiştir. Oysa Niyazi Mısrî sürgünden sürgüne gitmiş ve hiçbir zaman iddialarından ve düşüncelerinden vazgeçmemiş ve yine sürgünde vefat etmiştir.

Bazı iddialara göre de Niyazi Mısrî İstanbul’da “ Bektaşi tekkesinin başına geçtikten sonra Sabatay sevi’nin kendisini sık sık ziyaret ettiği” ile ilgili iddialar olup belgelerle kanıtlanmış değildir. Aslında Niyazi Mısrî’nin Yahudileri sevmediğini ve hatta bazı Osmanlı Padişahlarını “Yahudi” olarak aşağıladığını hatıratlarında okumaktayız.

Yani Mısrî’nin çok yönlü kişiliğinin böyle bir takım yorumlara yol açması normaldir aslında.

“Efendi Beyaz Türklerin Büyük Sırrı” ve “Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı” adlı eserlerinde neredeyse herkesi “Yahudi dönmesi” olarak ilan eden ve Niyazi Mısrî’nin de sabatayist olduğunu iddia eden Soner Yalçın’a “Acaba Mısri’nin divanını okudunuz mu?” ya da “ Kaç şiirini okudunuz”  diye sormak isterdim. Devrinin ayak oyunlarına, çıkar ilişkilerine, dinin kullanılmasına, Anadolu insanının görmezden gelinmesine karşı duran, bütün ömrünü sürgünlerde geçiren ve bütün eserlerini Allah ve İslam ile taçlandıran bu mert ve duruşu olan Mutasavvıfı “Sabatayist” ilan etmek saf dillik olur kanaatindeyim.  Bu durumu geçmişte yaşamış bir insanın hakkına girmek ve tarihi yanıltmak olarak algılıyor ve sabatayist diyenleri de “müfteri”ilan ediyorum.

Niyazi Mısrî herkes tarafından sevilmelidir.

Çünkü O bu topraklarda yaşayan herkese eşit mesafede durmuş ve bütün kitlelerin sesi olmuştur. Hiçbir mezhep ve bölge ayrımı yapmamış, herkesin inanç ve değerlerine karşı değergam olmuş ve kendisine sadece memleketi iyi idare edemeyen siyasi otoriteyi muhatap görmüş ve ölünceye kadar onlarla olan mücadelesini sürdürmüştür.

Hayata geniş bir perspektiften baktığını, insanları önce yaratılmış olarak gördüğünü anlatan şu beyitleri bile onun görüş ve düşüncelerini bize en açık bir şekilde ifade ettiğini düşünmekteyim:

“ Âdetim budur ezelden günde bir şan olurum
 Derilip geh cem olup gâhî perişan olurum

Geh Nasara geh Yehudi, gahi tersa, gah Mecus
Gahi şia gah olur Sünni müselman olurum

Şimdi kesrette olan adım Niyazi söylenir
Âlemi-i vahdet içinde Sırr-ı Yezdan olurum!

Çağının bütün haksızlıklarına, yanlışlarına, adaletsizliklerine, dirayetsizliklerine direnen ve eserleriyle ve aksiyoner duruşuyla meydan okuyan tasavvufun bu asi ve yiğit Mutasavvıfı en son olarak sürüldüğü Limni adasında vefat etmiştir.

Ayağındaki zincirlerle gömüldüğü söylenmektedir.

Bir sanduka içinde Limni adasındaki mezarlıkta yatmaktadır.

Nur içinde yatsın, bizden Niyazi-i Mısrî’ye selam olsun!

Muhabbetle efendim…  

Meryem Aybike Sinan - Haber 7
meryemaybike@gmail.com

YORUMLAR 18 TÜMÜ
  • Misafir 1 yıl önce Şikayet Et
    Meryem Hanım, bu kadar geniş bir konuyu bir makalede çok güzel derlemişsiniz, tebrik ederim, kaleminize sağlık
    Cevapla
  • emin 3 yıl önce Şikayet Et
    Mısır’a gider. Mısrî lakabı da bu yüzden kendisine verilmiştir.ZIRVA
    Cevapla
  • ali 8 yıl önce Şikayet Et
    Pir sultan öz be öz alevidir.Cahil olmayın
    Cevapla
  • Ahmet Ar 14 yıl önce Şikayet Et
    ASİ Mİ DESEK DOBRA MI?. Tasavvufun asi çocuğu deyince tasavvufa isyan etmiş mânâsı da çıkabilir, oysa böyle bir şey yok. Osmanlı ülkesinde 17. yüzyılın asi çocuğu dense belki olabilir. 17. yüzyılın DOBRA mutasavvıfı da denebilir. En iyisi galiba TASAVVUFUN KABINA SIĞMAZ ÇOCUĞU demek. Ama ASİ kelimesi oturmuyor bir türlü... Yazarımıza selamlar.
    Cevapla
  • Hasan Seyre 14 yıl önce Şikayet Et
    Ruhunun heyecanını dindirmek için diyarları az bulanlar. hakikat denilen, esrarı neblus ateşinin etrafında dönen aşıklar gibidirler. bazen tecessüm etmiş bir sevgilinin mabeyninde aradıkları o gerçeğin her yere dağınık olduğunu farkettiklerinde ürperirler.okyanus denilen bahri ummanla karşılaştıkların az gittik dere tepe düz gittik ama daha yeni başlamışız derler. her şey onlar için üstadı hakiki yerine geçer, her bir detayın ne kadar gerekli olduğunu anlarlar ve yübeddilullahi sırrıyla asi ruhları eğilmeye ve dünya denilen cenneti firdevsi seyretmeye başlarlar.
    Cevapla