Mürsel Gündoğdu
Mürsel Gündoğdu
HABER7 YAZARI
TÜM YAZILARI

Dünyaya Aldanışımız Gittikçe Artıyor

GİRİŞ 04.08.2020 GÜNCELLEME 04.08.2020 YAZARLAR

Ne kadar az kendimize dönüyor ve ne kadar az tefekkür ediyoruz.

 

 

Kendimizi sorgulamamızı, inceden inceye düşünüp tefekkür etmemizi, hayatı ve anlamını yorumlamamızı emreden sayısız ilahi ikaza rağmen dünyaya aldanışımız gittikçe artmaya devam ediyor. Oysa dünyaya ve onun vadettiklerine dair arzularımıza bir an dur diyerek kendimize dönebilsek, hayatımızın ağustos ayının kavurucu sıcaklarında buharlaşıp gitmekte olduğunu hemen fark edeceğiz.

Hayata gözlerimizi açtığımız andan itibaren dünya, olanca cazibesi ve ihtişamlı kostümleriyle heva ve heveslerimizi olabildiğince kabartırken buna karşılık bizi biz yapan aklımızı başımızdan almaya kurulmuş bir saat gibi işleyip durmaktadır. Yalancı olduğu kadar ruhumuza yabancıdır da dünya. Bize ışıl ışıl görünse de beyazı kara, sevinci keder ve suları kirlidir dünyanın. Velhasıl dünya, gün boyu güneşin ışıklarıyla aklanıyor ve yağmurun sularıyla yıkanıyor olsa da hayatlarımızı da içine katıp kirli bir nehir olarak akmaya devam ediyor.

 

 

İnsan, yabancısı olduğu bu nehre elini yıkamak için dokunur ama elinin kirlendiğini fark edemez. Serinlemek için bu nehre dalar ama bütün bedeninin kirlendiğini idrak edemez. Dupduru görünen bu sudan kana kana içip hararetini dindirmek ister lakin bunu yapınca bütün benliğini kirlettiğini dahi anlayamaz. Ne yazık ki çoğu insan, gözlerini hayata açar açmaz karşısında coşkuyla akışına şahit olduğu bu ışıltılı nehrin suyunun gerçekte bir seraptan ibaret olduğunun çok geç farkına varır. Ama kervan göçmüş ve iş işten geçmiştir artık.

Ensar’dan Salebe b. Hatip bir gün Peygamber Efendimiz (SAV)’ den şöyle bir talepte bulunur;

-Allah’a dua et de bana bol rızık ihsan etsin.

Efendimiz ona şöyle karşılık verir;

-Yapma ey Salebe! Şükrünü yerine getirebileceğin az bir mal, şük­rünü eda edemeyeceğin çok maldan daha hayırlıdır.

Salebe, Peygamber Efendimizin bu cevabıyla yetinmeyerek ikinci defa gelir ve yine aynı isteğini tekrarlar. Bunun üzerine Efendimiz şöyle buyur­ur:

-Ey Salebe. Allah’ın Peygamberi gibi olmaya razı değil misin? Allah’a yemin ederim ki ben, dağların altın olup benimle yürümesini isteyecek olsam, hiç şüphesiz öylece yürürlerdi.

 Buna rağmen Salebe ısrarında devam eder ve şöyle der;

-Seni hak din ile gönderen Allah’a yemin ederim ki eğer bana mal versin diye Allah’a dua edersen hiç şüphesiz her hak sahibine hakkını vereceğim.

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz onun için Allah’a dua eder. Salebe de koyun satın alır. Kısa zamanda koyunları solucan ve kurtların çoğalması gibi artmaya başlar. Öyle ki Medine şehri artık koyunlarına dar gelmektedir. Bu yüzden o da Medine’nin dışına çıkıp bir va­diye yerleşir. Artık sadece öğle ve ikindi namazlarını cemaat­le kılabilir diğer vakitlerde ise cemaati terk eder. Zamanla koyunları daha da ço­ğalınca bu sefer Cuma namazı müstesna cemaati büsbütün terk eder. Koyunları daha da artmaya devam eder ve nihayet o, Cuma’ya da gelmez olur.

Bir gün Peygamber Efendimiz yanındakilere Salebe ne yapıyor? diye sorar. Onlar da Salebe’nin sürü edinince Medine’ye sığmaz olduğunu, Medine dışında bir vadiye yerleştiğini ve bütün olup bitenleri anlatırlar. Bunun üzerine Efendimiz üç defa; “Yazıklar olsun sana ey Salebe” diye buyurur.

“Onların mallarından bir miktar zekât ve sadaka al” mealindeki Tevbe Suresi 103. Ayet nazil olunca Peygamber Efendimiz zekât toplamak üzere iki kişi görevlendirir ve onlara yazılı bir emirname verir.

Efendimiz (SAV) on­lara şöyle buyurur;

-Salebe’ye ve Süleymi’ye uğ­rayıp zekâtlarını alın.

Görevliler Salebe’ye gidip ilgili emri iletirler. Fakat Salebe bu emre karşı durarak “bu cizyeden başka bir şey değil” gibi ağır laflar eder. Gidin. İşiniz bitince bana yine uğrayın, diye de ilave eder. Bunun üzerine görevliler Süleymi adındaki diğer kişiye yönelirler. Bu kişi onların geldiğini haber alınca develerin en semiz olanını seçerek zekât olarak ayırır. Gelenleri bu semiz deveyle karşılar. Görevliler ona en semiz deveyi zekât olarak vermesi gerekmediğini söyleseler de o, bunu gönül hoşnutluğu ile yaptığını söyleyerek vermekte ısrarcı olur.

Görevliler geri dönerken Salebe’ye tekrar uğrarlar. Zekatını vermesini söylerler. Salebe bu defa görevlilerden yazılı emri göstermelerini ister. Onların verdiği emirnameyi okurken şu sözleri söylemeye başlar;

-Bu, cizyenin kardeşidir. Şimdi siz gidin. Ben ne yapacağımı düşüneyim.

Görevliler işlerini tamamlayınca dönüp durumu Peygamberimize arz eder. Allah Rasulü Süleymi için dua ederken Salebe hakkında ise şöyle der;

-Eyvah! Yazıklar oldu Salebe’ye.

Tevbe Suresi 75, 76 ve 77. Ayetlerin bu olay üzerine indiği rivayet edilmektedir. Bu ayetlerde Yüce Allah şöyle buyurur;

“Onlardan bir kısmı da: “Eğer Allah lütf u keremiyle bizi zengin kılarsa mutlaka zekât ve sadaka verecek, kesinlikle dürüst ve iyi kimseler olacağız” diye Allah’a kesin söz vermişlerdi. Derken, Allah onları lütf u keremiyle zengin kılınca cimrileştiler ve yüz çevirerek sözlerinden gerisin geri döndüler. Bunun üzerine Allah, kendisine verdikleri sözü tutmamaları ve yalan söylemeyi âdet edinmeleri sebebiyle, kendi huzuruna çıkacakları güne kadar bir daha temizlenmeyecek şekilde kalplerinin tam ortasına o çirkin nifak hastalığını yerleştirmiştir.”

Bir akrabası inen bu ayetleri işitince Salebe’ye vararak bu durumu iletir. Salebe de hemen Efendimize gelerek zekatını vermek istediğini söyler. Lakin Efendimiz ona şöyle karşılık verir;

-Allah, bana senden zekât almayı yasakladı.

Salebe, aldığı bu cevap üzerine başına toprak serperek dövünmeye başlar. Sonra da çaresizce evine döner. Efendimizin vefatından sonra Salebe, zekât borcunu Hz. Ebu Bekir’e getirir. Fakat o da bunu kabul etmez. Onun ardından Hz. Ömer’e getirir. Lakin o da geri çevirir. Nihayet Salebe Hz. Osman’ın halife seçilmesinin hemen ardından zekât borcunu ödeyemeden hayata veda eder.

Salebe de pek çoğumuz gibi dünya mal ve mülkünün bir seraptan ibaret olduğunu çok geç anlayanlardan olmuştu. Bunu çok acı bir tecrübeyle fark ettiği anda ise artık iş işten çoktan geçmişti.

İnsan yaşadıkça farkına varır ve zaman içinde idrak eder ki bu dünya, hiçbir zaman sadık bir dost olmamıştır kendisine. İnsan, dünyaya daldıkça kirlenir, dünyadan uzaklaştıkça aklanıp paklanır. Şu kadar var ki kötü olan dünyanın varlığı değil bizim onu kalbimize sokmamızdır. Zira kalplerimiz ancak Yüce Allah’ı anmakla huzur bulur. Bizler orayı dünyanın malı ve mülküyle doldurursak eğer onu huzursuz eder ve nefessiz bırakmış oluruz.

Burada ölçü, Allah’tan şükrünü eda edeceğimiz kadar mal-mülk istemektir.

Mürsel GÜNDOĞDU

murselgundogdu@gmail.com

@MrslGndgdu

mursel.gundogdu1@facebook.com

YORUMLAR 2
  • Taner Çetin 5 yıl önce Şikayet Et
    Allah C.C. razı olsun. Çok güzel bir yazı.Yüreğinize,elinize sağlık.Rabbim bizleri dünyayı kalbine koymayanlardan eylesin.
    Cevapla
  • Fatih 5 yıl önce Şikayet Et
    Yazık oldu Salebe'ye! Ama görünen o ki bize de yazık olacak!
    Cevapla