Bozkırın Dört Mevsimi: Celaleddin Harizmşah Mengüberti
Bozkırlar tarihin sırlar hazinesidir. Göğün esrarlı ışıklarıyla biteviye aklanıp paklanan bu uçsuz bucaksız düzlükler, geçmişte yaşanmış olan her mevsimin en canlı renklerini altın sandukalarında muhafaza ederler.
Bozkıra sevdası olmayanlar tarihin kalp atışlarını duyamadığı gibi geçmişi mayalayan büyük mefkurelerin tutuşturduğu yüreklerin göğün mavi atlası üzerine nasıl emsalsiz desenler çizdiğini tahayyül dahî edemez.
Bu milletin ilk öğretmeni bozkırdır ve bozkırın çocukları ne zamanki hayatı taş duvarlar arasında öğrenmeye başladı işte o vakit asırların imbiğinden taşıp gelen sırlar bozuldu. Binlerce yıllık şanlı tarihin sesi duyulmamaya, ufuklar olabildiğince daralmaya, cesaret filizleri yüreklerde yeşermemeye, kahramanlıklar tarihin tozlu raflarında bir anı olarak kalmaya ve bozkırın bağrında bir nehir misali çağıldayıp akan gönüller çölleşmeye başladı. Bu milletin bugünkü yetimliği; sevincine, üzüntüsüne ve dört mevsimine annelik etmiş ucu bucağı olmayan bozkırlardan ayrı kalmak değil midir?
Bozkıra hangi mevsimde dokunsanız dokunun size o mevsime dair tadına doyulmaz bir hikâye anlatır.
Lakin onlardan biri var ki bozkırın dört mevsimiyle birlikte onların bütün renklerini ve can alıcı tonlarını olanca duruluğuyla içinde barındırır. İşte bu, Özbekistan’ın Gürgenç şehrinde mayalanan cesur bir yüreğin dünyanın bütün bozkırlarını dolandıktan sonra Silvan’ın dağlarında hayata gözlerini yuman Celaleddin Harizmşah Mengüberti’nin yüreğimizin en derinlerine sirayet eden çok hızlı yaşanmış bir kahramanlık ve hüznün hikayesidir.
13. Yüzyıl başları, İslam diyarlarında iç ve dış karışıklıkların, keder ve acıların kol gezdiği matem yüklü günlerin yaşandığı vakitlerdi.
Müslümanlar bir taraftan İslam coğrafyalarında büyük yıkımlara sebebiyet veren Haçlı seferleriyle boğuşurken diğer yandan Moğolların tarih sahnesine çıkması ve her yeri yağmalayarak kan gölüne çevirmelerinin öncü saldırılarıyla karşı karşıyaydı. O sıralar başta Orta Asya olmak üzere Mısır, Suriye, Irak ve Anadolu’daki İslam beldeleri Moğol tehdidi ve saldırıları altında ayakta kalma ve geleceğe dair umutlarını diri tutma mücadelesine hazırlanıyordu.
Büyük Selçuklu’nun gücünün zayıfladığı ve devasa topraklarıyla uzak bozkırlarına hakimiyetinin iyice azaldığı yıllardı.
Cengiz Han, dağınık Moğol kabilelerini kendi bayrağı altında birleştirip devasa bir imparatorluk kurmuştu. Orta Asya’nın bozkırlarında kök salıp oradan batıya doğru hızla akmanın hesabını güden Cengiz Han önderliğindeki Moğollar, önüne çıkan her şeyi yakıp yok etmeye ve bütün dünya coğrafyalarına derin korkular salmaya başlamıştı. Moğolların karşı konulmaz ve yenilmez bir askeri donanıma sahip olduğu herkesin ortak kabulüydü. Yüreklere sirayet eden bu korku bir taraftan Moğolların önünü açarken diğer yandan da onların karşısına çıkmayı düşünenlerin elini kolunu bağlıyordu. Bu uygun iklimin açtığı yolda Moğollar, bozkırın yanık bağrında doludizgin at koşturuyor ve bütün dünyaya hâkim olabilmenin ince siyasetini güdüyorlardı.
Bozkırın verimli otlaklarını, önüne çıkan her şeyi öğütüp un ufak eden çekirge sürüsü gibi saran Moğolların önüne çıkma yiğitliğini gösterenlerden ilki Harizmşahlar/ Harzemşahlar oldu.
Harizmşahlar, bugünkü Özbekistan’ın Gürgenç şehrini kendilerine merkez yaparak İran’ın doğusuyla Hindistan’a kadar uzanan Harezm eyaletini Selçuklu adına yöneten, onlara bağlı valilerdi. Tıpkı Selçuklu gibi onlar da Oğuz Türklerindendi. Bu yüzden ufuklarını her Oğuz boyu gibi cihan hakimiyeti mefkuresinin parlak yıldızları süslüyordu. Onlar, Selçuklu’nun en uç sınırlarında böyle bir ideale destek oluyorlardı. Ne zaman ki Selçuklu zayıflayıp eski gücünü kaybedince o zaman bu kutlu mefkurenin güneşi onlar üzerine daha parlak ışımaya başladı. İşte o vakit Harizmşahlar, âşık oldukları böyle bir ideale bağımsız olarak yürümeye başladılar.
Harizmşahlar Devleti hükümdarı Alaeddin Muhammed ile Hintli bir cariye olan Ayçiçek Hatun’un evladı olarak doğan Celaleddin, çocukluğundan itibaren bölgenin en önemli hocalarından hem askeri hem de ilmi dersler alarak her alanda kendisini yetiştirmiş cengâver yürekli bir şehzadeydi.
Celaleddin, babasının hükümdarlığı esnasında fethinde bizzat bulunduğu Guriler ülkesinin (bugünkü Afganistan) baş şehri Gazne meliki idi.
Celaleddin, yiğitliği ve askeri dehası yüzünden çevresi tarafından takdir ediliyordu. Babasının ordusu Cengiz Han’ın oğlu Cuci’ye karşı kaybetmek üzereyken, sağ kanat komutanı Celaleddin sayesinde kurtulabilmişti. Babasının yanından hiç ayırmadığı Celaleddin ondan sonra tahtın en güçlü adayıydı. Ne var ki büyük annesi Terken Hatun bu doğal akışa müdahale etmek için ince hesaplar yapmış, imparatorluk ordusunu kendi soyu olan Kanklı-Kıpçak asıllı Türklerle doldurmanın yanında ordu komutanlıklarının çoğuna da akrabası olan emirleri tayin etmişti. Böylece devlette nüfuzunu artıran Terken Hatun, günü gelince veliahtlık meselesine de el atarak tıpkı kendisi gibi annesi de Kanklı bir kadın olan torunu Uzlagşah’ı veliaht tayin ettirmişti. Bozkırda zemheri ayazının dondurucu yüzünü gösterdiği o günlerde bu yolla veliaht ilan edilen Uzlagşah’a Harezm, Horasan ve Mazenderan gibi o coğrafyanın en mühim eyaletleri tahsis edilmişti.
Bozkırda havalara çok hızlı değişir. Buralarda kır çiçekleri ani bastıran dolu talanına maruz kalabildiği gibi saatlerce bozkırı istila eden bu dolu, aniden ortaya çıkan güneşin yakıcılığıyla bir anda eriyip yok da olabilir.
Kapıya dayanmış bir Moğol tehlikesi vardı. Nitekim kısa zaman sonra Moğollar Harizm diyarını istilâ ettiler. Şehirlere kapanıp kalelerini savunmaya çalışan Harizmşah birlikleri Moğol baskınları karşısında tutunamamış ve Cengiz Han’ın karşısına çıkma cesareti gösteremeyen Harizmşah Alaeddin, Hazar denizindeki Abeskun adalarından birine sığınmak zorunda kalmıştı. O badirede Terken Hatun ise Moğollara esir düşmüştü. Böylece Celaleddin’in saltanat yolunda önünde herhangi bir engel kalmamıştı. Babası da ülkeyi ancak Celaleddin’in kurtarabileceğini anlamıştı. Oğulları Akşah ve Uzlagşah’ı Abeskun’da toplayıp ölümünden az bir zaman önce Celaleddin’i veliaht tayin etti. Bu durum ahaliye ilan edildi.
Bozkırda güneşli günlerin önü açıldı zannedilirken…
Uzlagşah’a bağlı askerler Celaleddin’e karşı olan emirlerle anlaşıp onu öldürmek için komplo hazırladılar. Bunu haber alan Celaleddin, üç yüz süvariyle Horasan’ın dağlık taraflarına ve daha sonra da Nesa’ya çekildi. Şehzadeler ise Moğol baskısı yüzünden Harizm’i terk ederek Horasan’a kaçtılar. Lakin kendilerini takip eden Moğollarla Nişabur civarına çarpışmak zorunda kaldılar. Galip gelmek üzerelerken yetişen yardımcı kuvvetler sayesinde ağır bir yenilgi aldılar. Moğollar, bütün orduyu kılıçtan geçirdiği gibi şehzadelerden Akşah ve Uzlagşah’ı da oracıkta öldürdü. 1220 yılı sonlarında Harizm bölgesi topyekûn Moğol istilalarıyla yakılıp yıkılıyordu. Moğollar, buraya gelir gelmez başkent Gürgenç’i kuşatıp ele geçirdiler.
Bozkırın yüreği kanıyordu ve onu dindirecek tek umut Celaleddin’di artık.
Celaleddin bu durumu haber alır almaz hızla Nişabur’a geldi. Emirlere ve sınır beylerine haber salarak kendisine katılmalarını istedi. Moğolları takip ediyordu ve onlar da çok yakınındaydı artık. O yüzden Kahire Kalesi’ne gitti. Kale hazinesindeki altınların bir kısmını maiyetindekilere dağıttıktan sonra Gazne’ye geldi. Ahali tarafından coşku ve sevinçle karşılandı. Bozkırda tarihin kırılma anlarından biri yaşanıyordu. Celaleddin gelişmeleri yakından takip ediyordu. Nitekim Moğolların Veliyon Kalesi’ni kuşatması üzerine onlara hücum etti ve bozguna uğrattı. Cengiz Han yenilgi haberini alınca deliye döndü. Noyan kumandasında bir orduyu Celaleddin’in üzerine gönderdi. İki ordu Parvan’da karşılaştı. Celaleddin burada kalabalık Moğol birliklerini dağıttı. Lakin ordusu çok yorulmuştu. Bu yüzden kaçanları takip edemedi. Bir de ganimetler taksim edilirken Celaleddin’in kumandanları arasında anlaşmazlık çıktı. Bunu haber alan Cengiz Han yeniden umutlandı ve kalabalık bir ordu ile Celaleddin’i takibe başladı. Bunun üzerine Celaleddin kurtuluşu Sind nehrini geçip Hindistan’a sığınmakta buldu.
Tarihin akışında dakikası yıl gibi gelen tükenmez vakitler vardır.
Celaleddin, Sind nehrini geçip Hindistan’a varmayı düşünürken Cengiz Han bu nehrin kıyısında ona yetişti ve ordusunu kuşattı. Zaman 1221 yılı Kasım ayını tüketiyordu. Celaleddin gözü pek bir sultandı. Askerlerinin azlığına aldırış etmeden Moğol ordusunun merkezine hücum etti ve onları çil yavrusu gibi dağıttı. Savaşın seyri değişmişti. Lakin Cengiz Han, tarihte ilk yenilgi acısını kendisine tattıran Celaleddin karşısında tedbirliydi. Yedekte tuttuğu askerleri devreye sokarak savaşı lehine çevirdi. Celaleddin zor duruma düşmüştü. Moğollar’ın eline canlı geçmek istemeyen annesi ile haremindekileri nehrin azgın sularına attırdı. Kalan askerleriyle karşı tarafa geçti. Cengiz Han onu ısrarla takip ettirip ordusunu peşi sıra Hindistan’a gönderdiyse de bundan bir sonuç alamadı. Çaresizce geri döndüler.
Ana diyarı Hindistan’da üç yıl kalıp siyasi evlilikler yapan Celaleddin, güçlenip cihan hakimiyeti mefkuresine yürümek isterken Hint komutan ve hâkimlerinin saldırıları neticesinde buradan da ayrılmak zorunda kaldı.
Celaleddin Kirman’a geldi. Buranın hâkiminden itaat aldığı sırada kardeşi Gıyaseddin Pirşah Azerbaycan, Arran ve Irak-ı Acem’de, Salgurlular’dan Sa’d b. Zengi de Fars’ta hüküm sürüyordu. Celaleddin Sa’d b. Zengi’nin kızı ile evlendi. Kardeşi Gıyaseddin Pirşah’ı da üzerine yürüyerek itaat altına aldı ve Harizmşahlar’ın yeni sultanı olarak tahta oturdu. Namı bütün İslam diyarında Moğol’u yenen kahraman olarak yankılanıyor ve umut ışığı olarak görülüyordu. Kısa zamanda bütün İran’ı itaat altına alan Celaleddin, Azerbaycan’ı fethetmek amacıyla harekete geçti ve Meraga’yı teslim aldı. Sonra Tebriz’i alarak Azerbaycan’ı topraklarına kattı. Ardından yönünü Gürcistan’a çevirdi. Seferdeyken Tebriz’de isyan çıktı. Geri dönerek isyanı bastırdı. O sırada Arran’ı da sulh yoluyla teslim aldı. Tebriz’i başkent yaptı.
Celaleddin kılıcını kınından çıkarmıştı bir kere ve onun anlayışına göre kından çıkan kılıç hedefe varmadan asla bu kına geri girmezdi.
Celaleddin’in en büyük hedefi cihan sultanı olup İslam birliğini sağlamaktı. Kendinde bu gücü görüyor o yüzden de fevri hareket ediyordu o sıralar. Bu da Bozkırda bütün haşmetiyle hüküm süren bahar ve yaz mevsiminin artık sonbahara yaslandığının ilk işaretleriydi. Nitekim Celaleddin, Moğollarla mücadelesini sürdürmek yerine o sıralar 1224 yılında Abbasî Halifesinin hâkimiyetinde bulunan Huzistan’a gitti ve orada kışladı. Durumu haber alıp gelen Halife Nasır’ın öncü birliklerini bozguna uğrattıktan sonra Halife’ye kendisine yardımcı olması için bir elçi gönderdi. Halife bunu reddetti. Bu işe çok sinirlenen Celaleddin, Bağdat’a kadar olan şehirleri birbiri ardınca kuşatmaya başladı. Halife, Celaleddin’e karşı yirmi bin kişilik yeni bir ordu çıkarsa da hepsini bozguna uğratıp Bağdat’a kadar onları takip etti.
Celaleddin’in bu tavırları Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alaeddin Keykubad’ı da kaygılandırmıştı. Zira onun bu son hamleleri Celaleddin’in artık Selçuklu Devleti için bir tehlike ve tehdit oluşturduğu anlamına geliyordu.
Oysa I. Alaeddin Keykubad, Azerbaycan’ın önemli şehirlerinden Meraga’yı ele geçirdiği sıralar Celaleddin ile irtibata geçmişti. Her iki sultan Moğol tehlikesine karşı dostane münasebetler tesis etmek üzere fikir alış-verişinde bulunup mektuplaşmışlardı. Lakin Artukoğulları’nın Selçuklu’ya bağlılıktan çıktığı ve Silvan hâkiminin Selçukluyla ilişkilerinin bozulduğu o sıkıntılı günlerde Celaleddin’in attığı fevri adımlar Selçuklu’yu Eyyubilere yakınlaştırdı ve onlarla dostça ilişkiler kurmaya sevk etti.
Gürcistan meselesini elçiler yoluyla çözemeyen Celaleddin, onlarla savaşa tutuştu ve galip geldi. 1227 yılında Tiflis’i kuşatıp aldı. Oradan Kirman’a geçti ve dönüşte Ani’yi kuşattı. Ani ve Kars kuşatmasından bir netice alamayan Celaleddin, Lori şehrini zapt etti. O sırada Gürcülerle ittifak eden Ermeni, Alan, Sabir, Laz ve Kıpçaklardan oluşan kırk bin kişilik bir ordunun üzerine geldiği haberini aldı. İki ordu Betak gölü civarında karşılaştı. Kıpçakların ordudan ayrılmasıyla Celaleddin, bu savaştan galip ayrıldı. Celaleddin, gözünü bu sefer de Anadolu’ya çevirmişti. Anadolu Selçuklu Devleti’ni ortadan kaldırıp burayı ele geçirmek istiyordu. Bu yüzden I. Alâeddin Keykubad ile münasebetleri gerginleşti. Alaeddin Keykubad, Moğol tehdidi sebebiyle çekingen bir politika izliyordu. Celaleddin’e Tiflis’in fethinden vazgeçmesini ve Moğollarla anlaşmasını tavsiye eden bir mektup göndermiş aksi halde ona karşı cephe alacağını bildirmişti. Celaleddin bu tavsiyeleri dinlemediği gibi Alâeddin’in elçisini de alıkoymuştu.
Tarih, kardeşlerin güçlerini birleştirip düşmanla savaşmak yerine birbirine düştükleri zaman ne tür felaketle karşılaşılacağının hükmünü yazıyordu.
Celaleddin, bu gelişmeler üzerine Anadolu Selçuklu Devleti’ni ortadan kaldırıp Anadolu’yu ele geçirmek maksadıyla önce Ahlat’ı zapt etti. Takvimler 1230 yılını demliyordu. Bu durum karşısında Alaeddin Keykubad Eyyubilerle anlaşarak Celaleddin’i Doğu Anadolu’dan çıkarmaya karar verdi. Bunu öğrenen Celaleddin Erzurum’dan Sivas’a doğru yola çıktı. İki ordu Ağustos sıcağında Yassı Çimen mevkiinde karşılaştı. Şiddetli çarpışmalar neticesinde Celaleddin’in ordusu ağır kayıplar vererek savaş alanını terk etti. Celaleddin’in değerli eşyaları ile hazinesi Selçuklu’nun eline geçti. O sırada Moğollar da Celaleddin’i takibe başlamıştı. Bunu duyan Celaleddin Gence’ye gitti. Oradan el-Cezire’ye indi. Aras-Eleşkirt-Malazgirt-Hani yolunu takip edip Diyarbakır önlerine geldi. Takibe devam eden Moğollar bir gece sabaha karşı Dicle Köprüsü kenarında Celaleddin’e baskın yaptılar. Bütün adamları öldürülen Celaleddin Silvan tarafına kaçtı.
Gürgenç’te göz kamaştıran bir ışıltı ve kudretle başlayıp bozkırda derin izler bırakarak Silvan dağlarına savrulan; zaferle, yenilgiyle, gururla ve hüzünle dolup taşan bir cengâver yüreğin nefes kesen hayat hikayesidir Celaleddin Harizmşah Mengüberti’nin yaşamı.
Celaleddin, kimi tarihçilere göre sığındığı bu sarp dağda soyguncu bir eşkıya tarafından kimine göre de ikna ettiği eşkıyanın evinde ailesi Ahlat baskınında ölmüş bir kişi tarafından hançerlenerek can verdi. Lakin onun ölümüne ahaliden ve Moğollardan kimse inanmadı. Ahali, Moğollara tarihlerinde ilk mağlubiyeti tattıran Celaleddin’i her Moğol tehlikesi anında çölün yağmuru gözlediği gibi hasretle beklemeye devam etti. Moğollar da bu toprakları istila ederken her daim bozkır yürekli bu kahramanın karşılarına yeniden çıkma ihtimaliyle uzun yıllar yaşamak zorunda kaldılar. Oysa mevsim kışa yaslanmış, Celaleddin Hakk’ın rahmetine kavuşmuştu. O, yüzlerce kılıç darbesiyle nakışlanan bedenini ve özel eşyalarını Anadolu topraklarına emanet bırakan Türk’ün büyük askeri dehalarından birisidir.
Bozkırı mühürleyen pek çok kahramanda olduğu gibi Celaleddin’in hikayesinde de Türklerin tek yumruk olup çağa yürüdükleri zaman nelere sahip olacaklarının, ayrılığa düştükleri vakit de ne kadar önemli tarihi fırsatları kaybedeceklerinin büyük sırları gizlidir.
Moğollara karşı birlikte çağa yürümesi gereken üç İslam devletinin, uzun çağlara yön verebilecek enerjilerini iç mücadelede harcamalarının bütün İslam coğrafyalarına olduğu gibi bu millete de ağır faturaları olmuştur; Harizmşahlar tarihe karışmış, Moğollarla mücadele kesintiye uğramış ve Büyük Selçuklu’dan sonra tarihin bu milletin önüne altın tepside sunduğu cihan hakimiyeti mefkuresi başka bahara ertelenmişti. Umarım ibret alınır.
Kalın sağlıcakla efendim.
Mürsel GÜNDOĞDU
murselgundogdu@gmail.com
@MrslGndgdu
mursel.gundogdu1@facebook.com
-
Sivaslı 4 yıl önce Şikayet EtCelalettin alaattin keykubatla savaşarak mogollarin yolunu açmıştır bu yüzden 1243 kosedag savaşında selçuklu ordusu yenilmis selçuklu devletini mogollar yıktılar bunun sebebi celalettinin aptalligidirBeğen