Şekilde Kaybolmak mı Özde Dirilmek mi? Ahmet Yesevi Örneği
Sadece dış görünüşe önem vermek insanının en büyük yanılgılarından birisi haline geldi. Öyle ki bu durum hayata yön veren değerler bütününü sadece şekle ve söyleme indirgeyip özleri ihmal etmeye ve manayı hayattan tamamen dışlamaya sebep oldu. Bunun neticesinde insan maddenin dipsiz derinliklerinde boğulmaya ve eşyanın kalabalığında kaybolmaya başladı. Şimdilerde dışarıdan bakınca her şey kusursuzmuş gibi görünse de içerideki noksanlığın bütün alametleri ulu orta etrafa saçılıyor. Güzel görünen bir meyvenin bünyesinde sağlığa zararlı zehir içermesi ya da kurtlanarak özelliğini kaybetmesi gibi bir durum bu aslında.
İnsan ve toplum yapısını oluşturan temel değerlerin görünüşte herkesin ortak söylemi olmasına rağmen yürüyen hayatta işlevsiz hale gelmesinin en büyük nedeni de her şeyin dış görünüşe indirgenip özlerin ihmal edilmesinden başka nedir ki?
Özellikle dini hassasiyeti yüksek görünen çevrelerde sıklıkla yaşanan hak-hukuk ihlallerinin, din ve insanlığın özüne aykırı adaletsiz uygulamaların, çıkar ve menfaat uğruna rafa kaldırılan temel dini ilkelerle liyakatsiz, nezaketsiz, asaletsiz ve merhametsiz uygulamaların altında yatan temel gerçek, şeklen yerine getirilip bir türlü özümsenmeyen temel değerlerin insan ruhunu gerektiği gibi besleyip yeşertmemesi değil midir? Güzel ahlakı tamamlamak için gönderilen Hz. Peygamber’in tebliğ ettiği son din İslam’ın insanlığa dair bu en büyük iddiasını ihmal etme gafletinde bulunan Müslüman toplumların böyle bir durumda modern çağ kasırgaları karşısında yıkılmadan ayakta durmaları mümkün mü acaba?
İslam bir denge dinidir ve Müslüman bedenle ruhu, şekille özü, maddeyle manayı dengeleyen insandır.
İslam tefekkür tarihinde özellikle tasavvuf önderlerinin bütün hayatlarını vakfettiği temel husus, dini kavramların özlerine nüfuz ederek insanları madde-mana bütünlüğü içinde eğitip yetiştirmek oldu. İmam Gazali’nin dini ilimlerin ihyası dediği şeyle Hoca Ahmed Yesevi’nin, Mevlana’nın, Bizim Yunus’un, Hacı Bektaş-ı Veli’nin ve diğer gönül tabiplerinin bütün ömürlerini tahsis ettikleri ana gaye, insani yapının şekilden yana bozulduğu anlarda özü/manayı dirilterek dini ilkelerin şekliyle özünü birleştirmekti.
Bu yazımızda tefekkürümüzün sönmez ışığı Pir-i Türkistan Ahmed Yesevi’nin temizlik ve abdest bahsinden hareketle şekille özü nasıl birleştirmeye gayret ettiğine değineceğiz. Ahmet Yesevi’ye göre kişi tam bir abdest ve temizlikte bulunursa gönül sarayına Allah’ın nuru girer ve böylece kişi beş duyu organıyla Allah’ı görmeye müstahak olur. Elbette bunun bazı yol ve basamakları vardır.
Bunlardan ilki ruh abdesti alınması gerektiğidir.
Ruhun abdesti; hayvanlık cehaletinden, Allah’tan başkasını görmekten ve bedeni kötülüklerden arındırmaktır. Ruh kendisini cehalet kirinden temizler ve hayvani özelliklerini terk ederse gayb aleminden işaretler alarak parlar ve böylece Mevla’yı görme kabiliyeti kazanır. Gözlerini Allah dışındakileri görmemek için kapatırsa Allah’ı görmesini sağlayan nurlarla donanır. Bedenin vesvese elbisesini yıkarsa takva elbisesinin nurlarına mazhar olur ve ruh kendisini nefsin kayıtlarından temizlerse “mutmainne” makamının nurlarına mazhar olur.
Bunlardan ikincisi sır abdesti alınması gerektiğidir.
Sır abdesti; ikiyüzlülük, nefsin istekleri, kendini beğendirme, dünya talebi ve insanlar yanında makam sahibi olma gibi şeylerden arınmaktır. Sır; ikiyüzlülük ve nefsin isteklerinden arınırsa ihlas ve iman nuru ortaya çıkar. Böylece kişi şüphe ve inkâr karanlığından kurtulur. Sır; amellere güvenmekten ve benlikten yıkansa Allah’a minnet duyma nuru sır iklimini parlatır. Dünya makamlarına duyulan sevgiden arınsa ahiret nuru ortaya çıkarak sır alemini parlatır ve kişiyi yüce gönüllü yapar. Hırs ve nefsin şerrinden arınsa kanaat ve tevekkül nurları ortaya çıkar. İnsanlar katında bir makam elde etme duygusunu ortadan kaldırırsa Allah sevgisinin güneşi doğarak vücudun bütün zerrelerini parlatır.
Bunlardan üçüncüsü kalp ve gönül abdesti alınması gerektiğidir.
Kalp ve gönül abdesti; münafıklık, azgınlık ve kötü ahlaktan arınmaktır. Gönül; hilelerini yıkasa selamet nuru belli olur. Kibirden arınsa tevazu ve huzur nuru ortaya çıkar. Kıskançlıktan arınsa salihlik nuru ortaya çıkar. Düşmanlık hissinden arınsa Allah’a muhabbet nuru ortaya çıkar ve hüsrana uğrama korkusundan kurtulur. İhanetten arınsa emanet ve güvenirlilik nuru davranışlarına yansır.
Bunlardan dördüncüsü dil abdesti alınması gerektiğidir.
Dil abdesti; dili yalan, gıybet, iftira, boş söz, insanların ayıbını araştırma, Müslümanların gizlisini ortaya dökme ve malayani konuşmaktan korumaktır. Dil yalan ve iftiradan arınsa doğru sözlülük ve vefa nuru ortaya çıkar. Dedikodu ve koğuculuktan arınsa tövbe nuru ortaya çıkar. Dil iftiradan arınırsa muhabbet ışıkları ortaya çıkar. Boş söz ve konuşmalardan arınsa nasihat nurları ortaya çıkar. İnsanların ayıplarını araştırmaktan arınsa Allah’a yalvarma nuru onu aydınlatır. Günahlı ve gereksiz sözlerden arınsa zikir nuru onu donatarak gaflet ve unutkanlık karanlıklarını ortadan kaldırır.
Bunlardan beşincisi zahir abdesti alınması gerektiğidir.
Zahir abdesti; dinin emirlerine göre azaların temizlenmesidir ki bu da salih kullarca bilinen abdesttir. Yüz yıkansa dirilme gününde nurlu olur. Yüzde keramet nurları meydana gelir. Kolunu yıkasa fedakârlık ve cömertlik ışığı ortaya çıkar. Böylece amel defterinin sağ eline verilmesine yardım edecek keramet nurları artar. Ayaklarını yıkasa sırat köprüsünü nuraniyetle geçmek nasip olur. Bu şekilde tam manasıyla alınan bir abdest ve temizlik vuslatın bir şartıdır ve Allah’ın izniyle cennete girmeyi kolaylaştırır. Aksi halde Yüce Allah’a kavuşmayı ummak zor iştir.
İslam’ın temel ilkelerinden biri olan temizlik ve abdest bahsinde Hoca Ahmet Yesevi’nin izahlarından açıkça görüldüğü üzere dini ve ahlaki değerlerimizde şekille özü, maddeyle manayı cemetmek insana en büyük mutluluğa ulaşma hususunda sayısız yol açar. Bunu bütün değerlerimize şamil kıldığımızda ise mükemmel insan, erdemli toplum ve beklenen nesiller ortaya çıkar.
Modern dünya çarkları arasında şeklin dar kalıplarında nefessiz kalmış, eşyanın kalabalığında kaybolmaya yüz tutmuş ve maddenin esaretinde ümitsizce boğulmayı bekleyen insanlığa bir kurtuluş kapısı göstermek, bizim gibi güçlü bir medeniyete mensup milletlerin asli görevi değil midir? Elbette bu değerleri önce kendimiz içselleştirmeli, çocuklarımızı ve nesillerimizi bu pınardan beslemeliyiz ki gerçek amaç hasıl olsun. Yoksa hep birlikte; “himmete muhtaç dede, nerde kaldı gayriye himmet ede” durumuna düşmüş oluruz.
Türkistan’dan, Hâce Ahmet Yesevi’nin diyarından bütün okurlarıma selam ve sevgilerimi sunuyorum. Allan nasip ederse Kazakistan ziyaretiyle ilgili izlenimlerimi ilerleyen günlerde sizlerle paylaşacağım.
Kalın sağlıcakla efendim.
Mürsel Gündoğdu
murselgundogdu@gmail.com
-
Hüdaverdi 1 yıl önce Şikayet EtVe aleyküm selam harika bir yazıBeğen