Nereye ve Niçin Koşuyoruz?
Öyle bir çağa rast geldik ki zaman denilen peri bizi her dönemdekinden daha hızlı hareket etmeye mecbur kılıyor.
Herkesin alelacele bir yerlere yetişmesi gerekiyor ya da yanımızda bir an önce teslim edilmesi gereken bir emanet varmış gibi sağa sola koşuşturup duruyoruz. Herkes sürekli hareket halinde ve sanki her birimizin arkasından bir atlı ordu kovalıyor biteviye…
Çoğu zaman nereye koştuğumuzu kestiremesek bile çağın ruhu gereği koşmaya mecbur hissediyoruz kendimizi.
Nefeslenmek için biraz bekleyince saat duracakmış sanki ya da zaman sıfırlanacakmış gibi bir hisse kapılıyoruz. Tıpkı azıcık hızımızı yavaşlatsak hayata ve yaşadığımız çağa geç kalacakmışız duygusuna tutulduğumuz gibi.
Peki bunca telaş ve koşuşturmacanın sebebi nedir acaba?
Onca koşuşturmanın sebebi kendimizi yaşadığımız dünyadan daha mutlu hissedeceğimiz başka bir diyara bir an evvel ulaştırma çabası mıdır?
Ya da kendimizi bulmaya dair daha fazla çaba harcamak ve bazı var oluşsal eksikliklerimizi tamamlayabilmek midir?
Veyahut hayatın ve var oluşumuzun anlamına dair yepyeni keşiflere koyulmak mıdır?
Bana kalırsa bu dünyada peşimizden atlı birlikler kovalar gibi koşup durmamızın sebebi bu saydıklarımdan hiçbirisi değil…
Manevi keşiften çok maddi fetih yapmak bizim niyetimiz.
Cümbür cemaat eşyayı keşfe koşuyoruz.
Onları görüp incelemek adına diyardan diyara savrulmaya can atıyoruz.
Dur durak bilmeyen bu fetihler neticesinde eşyaya dair devasa bilgiler ediniyor, onları yakından tanıyor, cazibesine kapılıyor ve bu sayede daha fazla eşya edinip habire istifliyoruz.
Kısa bir süre de olsa kendimizle baş başa dingin bir vaziyette kalmaya, içimize doğru sağlam bir bakış atmaya, gönül kıvrımlarımıza doğru seyahate çıkmaya mesela tefekkür etmeye, kendimizi fark etmeye ve diğer varlıklar arasında kendi varoluşumuzun gizemli coşkusunu tadabilme mutluluğunu yaşamaya bile fırsat bulamıyoruz.
Tek odaklandığımız mesele daha çok koşmak ve daha fazla eşya yığmak.
Oysa bu koşuşturmaca esnasında sadece kendimizi dağıtmakla kalmıyor bir taraftan zamanı da kırıp parçalıyoruz. Bu şekilde kırk parçaya bölmeyi başardığımız zamanı büyük bir iştahla ve çok hızlı tüketmeye koyuluyoruz. Bu hengamede saatler, günler, geceler, haftalar, aylar, mevsimler ve yıllar göz açıp kapayıncaya kadar hızlıca gelip geçiyor.
Günümüz insanı akıp giden zamana nazire edercesine çok fazla yeni yer fethediyor ve bu sayede gün geçtikçe daha çok şey elde ediyor. Gözler ve eller sürekli eşyayla hemhal. Evler eşyayla dolu. Ağzına kadar eşyaya bulanmış zihinler eşya, eşya diyerek soluk alıp veriyor vaziyette. Nihayet içimize yerleşen bu davetsiz misafir hayatımızın her zerresini ele geçirip bütün hücrelerimizi hunharca işgal ediyor.
Bu çağın kötürüm ruhu hayatımızın her anını daha fazla eşyayla, ıvır zıvırla doldurmaya mecbur bırakan bir edayla çalıyor kapılarımızı ve bizi kendimize dair her şeyden uzaklaştırıp eşyanın kalabalığına gönüllü köle yapıyor.
Mesele eşyayı artırmak mı yoksa eksiltmek mi?
Günümüz insanını yoksunluk değil bir türlü dizginlenemeyen salkım saçak arzular mahvediyor. Bugünün toplumunu eksiklikler değil fazlalıklar hasta ediyor ve kurulalı beri bu dünyayı yaşanmaz hale getirenler karnı değil gözü aç olanlardır kuşkusuz.
Bir süreliğine durup düşünmeli ve ne yaptığını sorgulamalı insan.
Eşyayı kutsamaktan kamaşan gözünü kendine çevirmeye çalışmalı mesela. Biricik hayatını dur durak bilmeden tıka basa nelerle doldurduğuna geri dönüp bakmalı. Eşyanın peşinde koşarken kendinden fersah fersah uzaklaştığını ve eşyaya doğru doyumsuz fetihler devam ettikçe günün sonunda kendini ve bütün hayatını kaybedeceğini idrak etmeli.
Hayatının sonbaharında insan, asıl meselenin biriktirmek değil azaltmak ve habire çoğaltmak yerine cümle fazlalıklardan kurtulmak olduğunu fark ettiğinde kavrayacaktır kendi biricik gerçeğini ve hayatın anlamını.
İşte o an gelip çatmadan önce kendini güzelleştirmeye gayret etmeli var gücüyle; barındığı evi, kullandığı eşyayı, yaşadığı caddeyi, çalıştığı mekânı ve sözlerini ve davranışlarını ve bakışlarını ve tefekkürünü ve dahi hislerini güzelleştirmeye yoğunlaşmalı biteviye.
Eşyayı değil iyilik ve güzellikleri çoğaltmaya koşmalı. İşte o vakit zaman nasıl geçerse geçsin fark etmez.
Kalın sağlıcakla efendim.
Mürsel GÜNDOĞDU / Haber7
-
Volkan Savaş 3 ay önce Şikayet EtBi an yazınızda kendimi gördüm.Evet hep koşturuyoruz bir oraya bir buraya.Kendim biraz agresif ve hiperaktifim ama şu son 3,4 yıl da dahada aceleci davranıyorum.Bir an önce bir sonraki işimi düşünüyor ve bitirmeyi planlıyorum.Ezanin bitmesini bekleyemiyorum hemen bitsin namazı kılıp dünyaya dönmeye çalışıyorum.Var bizde birşey. Dünya ve insanlar telaş içindeyiz.Birde eşyalar var.Beğen Toplam 1 beğeni
-
Yaşasın hamas 3 ay önce Şikayet EtHarikulade bir yazı emeğine sağlık mürsel abi AnlayanaBeğen Toplam 1 beğeni
-
Rutruso 3 ay önce Şikayet EtSuriye'ye ABD istediği içinBeğen
-
Pahom sendromu 3 ay önce Şikayet Et1 hafta önce ölen tanıdık, 24 saat uyumaz, sadece araç sürerken uyurdu, o şehirden o şehire o müşteriden o müşteriye o alandan o alana kostururdu, kalpten ameliyat oldu, serveti coktu, yemek bile yemez masraflarini ustaca birilerine yuklerdi, son dakikalarında kiriz geçirir, doktora derki ben gidiyom, ne beni yor, ne kendin yorul, der kafayı yana atar ölür.Beğen Toplam 2 beğeni