Ahmet Haşim’in şiirinde kaçıngan bağlanma
Şair, yazar ve eğitimci Ahmet Haşim (1887 - 1933) Bağdat’tan gelip İstanbul’da Galatasaray Sultanîsi'ne kayıt yaptırmıştı, yurtta kalıyordu. 1899 yılında, İstanbul’da öğrenciyken, annesi Sara Hanım’ın ebedi aleme yolcu edildiği haberini aldı. 12 yaşındayken öksüz kalmıştı.
Ahmet Haşim, edebiyatın tam ortasında, bir kara kutu olarak bekler. Annesini ve babasının mezarını gidip gördü mü bilinmez. Paris’e, Frankfurt’a yaptığı gezileri kitaplarında anlatır da doğup büyüdüğü Bağdat’a hiç gitti mi kendisi eserlerinde bahsetmez, hakkında yapılan çalışmalarda konu açılmaz.
Ahmet Haşim, 27 yaşındayken Birinci Dünya Savaşı patlak verdi.. Askerlik (1914 - 1918) sırasında Çanakkale Cephesinde savaştı ve Anadolu'nun çeşitli yerlerini görme fırsatı buldu. Dergilerde polemik yazıları yayınladı. Kitaplar yayınladı. Üniversitede hocalık yaptı. Böyle bir adam nasıl kabuğuna çekilir, bir köşede sessiz sakin durabilir?
Ahmet Haşim, Milli Mücadele yıllarında 33, Cumhuriyet ilan edildiğinde 36 yaşındaydı. Lozan Antlaşması’nda memleketi Bağdat sınırlarımız dışında kaldı.. Ahmet Haşim de travmatik kaybedişleri yaşadı. Yastan çıkamadı mı? Ahmet Haşim’in kaygıları Yahya Kemal kadar ileri düzeyde değildi, üniversiteye çekilmişti ama durumu daha ağırdı; çünkü ileri derecede kaçıngandı..
Bağlanma kuramına göre kaçıngan bağlanma stili, yüksek düzey kaygı (olumsuz benlik) ve yüksek düzey kaçınma boyutu (olumsuz başkaları) kombinasyonu ile tanımlanmaktadır. Bu kaçınma bağlanma tarzına sahip bireyler, kendilerini ve de başkalarını olumsuz görme eğilimindedirler. Kimse ile kolay kolay yakın ilişki geliştirmezler. Başkalarına duydukları gereksinimi ve yakın ilişkilerin önemini reddederler.
AHMET HAŞİM
Ahmet Haşim Bağdat doğumludur. Mehmet Akif Ersoy (1873 – 1936)’dan 14 yaş küçüktür, Yahya Kemal (1884 – 1958)’den de 3 yaş.. Mehmet Akif, başkent İstanbul’da, bir akademisyenin çocuğu olarak doğar. Yahya Kemal, Üsküp’te, memur kökenli ama belediye başkanlığı yapmış bir yerel politikacının çocuğudur. Ahmet Haşim, Bağdat’ta kaymakam çocuğudur. Meşhur tefsir alimi Mahmud el Alusi, Ahmet Haşim'in dedelerindendir. Babası, görev nedeniyle Arabistan’ı şehir şehir dolaştı; dolayısıyla düzensiz bir ilkokul eğitimi gördü. Dil olarak da sadece Arapça biliyordu. Kısaca Yahya Kemal ve Haşim, Osmanlı taşrasında, biri batıda diğeri güneyde dünyaya gelmiştir. Üçü de İstanbul’da ama Ahmet Haşim, Mehmet Akif’ten 3 yıl, Yahya Kemal’den 15 yıl önce vefat etti.
Ahmet Haşim için Yahya Kemal’in rüyası gerçek oldu; 1897’de Galatasaray Sultanîsi'ne yatılı olarak kayıt yaptırdı.. 1907'de mezun olunca Reji İdaresine memur olarak girdi. Bir taraftan da hukuk fakültesine devam etti.
Çeşitli yerlerde memur olarak çalışan Ahmet Hâşim, daha çok öğretmenlik yaptı. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Akademisi’nde (Sanâyi-i Nefise) mitoloji dersleri hocalığı ve mülkiyede Fransızca öğretmenliğine 46 yaşında ölünceye kadar devam etti.
1928'de Paris'e, 1932'de de hastalığı sebebiyle Frankfurt'a gitti.
AHMET HAŞİM’İN ŞİİR DİLİ
Hâşim'in sanat ve edebiyata ilgisi Galatasaray Sultanîsi'nde başlar. İlk şiiri "Leyâl-i Aşkım" 1901'de "Mecmua-i Edebiyye"de yayınlanmıştır. Tevfik Fikret ve Ahmed Hikmet Müftüoğlu'nun öğrencisiydi. Bu dönemde yazdığı şiirlerde Muallim Naci, Abdülhak Hâmid, Tevfik Fikret ve Cenab Şahabeddin'in etkisi görülür. Son sınıfta iken Fransız şiirini ve sembolistleri tanıdığı söylenir. Bundan sonra kendi şahsiyetini gösterip özgün bir şiir dilini buldu ve ilk şiirlerini kitaplarına almadı.
1905 - 1908 yılları arasında yazdığı ve Piyâle kitabında topladığı "Şi'r-i Kamer" serisindeki şiirleri hayal zenginliği, iç ahenkteki kuvvetiyle dikkat çekti. Hukuk fakültesi öğrencisiyken, 1909'da, Fecr-i Ati'ye girdi; Servet-i Fünûn dergisinde şiirler ve yazılar yayınladı. Yazılarıyla ateşli tartışmalara katıldı. 1911'de yayınlanan Göl Saatleri adlı şiirleriyle haklı bir şöhret kazandı. Akşam ve İkdam gazetelerinde köşe yazıları yazdı.
İkinci ve son şiir kitabı "Piyale" 1926 yılında yayınlandı. Tarihin o anında devrimler başlamıştı. Trabzon Milletvekili Ali Şükrü öldürülmüş, Mehmet Akif Ersoy Mısır’a çekilmişti.
Osmanlı Hanedanını bir gemiye bindirip göndermek ve Akif’in ailesinin başına gelenler Yahya Kemal ve Ahmet Haşim’i evlenme konusunda ihtiyatlı davranmaya itmiş olamaz mı? Daha sonra Adnan Menderes’in ailesinin başına gelenler bu kaygının yersiz olmadığını doğrular nitelikte..
"Piyale"nin girişinde "Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar" bölümünde şiirle ilgili görüşlerini açıklar: "Şair ne bir gerçek habercisi, ne güzel konuşmayı sanat haline getirmiş bir kişi, ne de bir yasak koyucudur. Şairin dili, düzyazı gibi anlaşılmak için değil, hissedilmek için yaratılmış, müzik ile söz arasında, ama sözden çok müziğe yakın ortalama bir dildir. Düzyazıda anlatımı yaratan öğeler şiir için sözkonusu olamaz. Düzyazı us ve mantık doğrur, şiir ise algı bölümleri dışında isimsiz bir kaynaktır. Gizliğe, bilinmezliğe gömülmüştür. Şairin dili, duyumların yarı aydınlık sınırlarında yakalanabilir. Anlam bulmak için şiiri deşmek, eti için bülbülü öldürmek gibidir. Şiirde önemli olan sözcüğün anlamı değil, şiir içindeki söyleniş değeridir. Şiiri ortak bir dil olarak düşünenler boş bir hayal kuruyor demektir."
Ahmet Haşim’in poetikesı ‘anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna az’ deyişinde ifade edildiği gibi okuyucunun anlayışına bırakmaktan ibarettir:
‘Ağır, ağır çıkacaksın bu merdivenlerden,
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak,
Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak...
Sular sarardı... yüzün perde perde solmakta,
Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta...’
Bu şiirdeki merdiven, yükseğe çıkma, kuru yaprak, sema, ağlamak, sular (ırmak ya da havuz) perdeler ve akşam imgeleri, şiirin mistik yorumlamaya müsait olduğunu gösteriyor.. Kemal arayışındaki hayal kırıklığı, pişmanlık ve tövbe olgularına niçin gönderme yapmasın? Bu şiir, sosyal mesaj da veremez mi? Medeniyetin yükseliş ve çöküş imgeleri değil mi aynı zamanda bunlar?
Ahmet Haşim sonuçta Fecr-i Âti topluluğunun en güçlü şairidir. Şiirlerinde musiki de vardır, anlam da. Batıdaki izlenimcilik (empresyonizm) ve sembolizmden biçimsel olarak yararlanacak kadar çaplı şiirler yazar. Fecr-i Atî dağıldıktan sonra siyasî ve edebî akımların dışında kendisine has bir şiir ve nesir anlayışının tek temsilcisi olarak kalmıştır.
Ahmet Haşim, İslam şiirini bilir. Arapça ana dilidir. Divan edebiyatını da çok iyi bilir. ‘Hazan’ imgesinin divan edebiyatındaki anlamı bellidir.
‘Bir taraf bahce, bir tarafta dere
Gel uzan sevgilim benimle yere
Suyu yakuta döndüren bu hazan
Bizi gark eyliyor düşüncelere.’
Hazan imgesi için batının sembolizmine ihtiyaç yoktur; baş vurulsa da anlam değişmez. Dış dünya gözlemlerini Ahmet Haşim kendi prizmasından geçirerek öznel bir dille anlatır ki ben buna rahatlıkla irfan dili diyebilirim; sonbahar, akşam kızıllığı ve karamsarlık önemli temalardır. Dünya başına yıkılmıştır şairin..
Ahmet Haşim fıkraları, denemeleri ve gezi yazılarıyla da önemli bir yazardır. Bu eserlerinde İslam medeniyeti ile Batı medeniyeti karşılaştırmaları ve değerlendirmeleri vardır.. Dikkatli bir okumayla, özellikle 1912 – 1924 arasında kaleme alınan yazılarda Osmanlı İslam medeniyetinin savunulduğu fark edilecektir.
Ahmet Haşim’in şiirlerini Mehmet Akif’in Gölgeler kitabıyla karşılaştırdım. Safahat’ta yedinci kitap olan Gölgeler 1918 – 1933 yılları arasında yazılmış 41 adet şiiri içerir. Her biri, yazıldıkları dönemin izlerini taşır. Dolayısıyla Mehmet Akif’in Gölgeler’deki şiirleri ile Ahmet Haşim’in şiirlerinde ilginç benzer özellikler, ortak imgeler buldum; bunu ilerde anlatacağım.
Ahmet Haşim’in şiir dilinde kaçıngan bağlanma stili görünmektedir. Haşim, şiddetin ayin töreni boyutuna vardığı savaş yıllarında ve devrimlerin peş peşe yağdığı bir dönemde yazdı.
Ahmet Haşim’in şiirindeki gelenekten devşirdiği özü görmek hiç de zor değil.. Allah rahmet eylesin, eserlerini mizanına koysun.