Haberde doğruluk yorumda dürüstlük gerek
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Mekke’de hicretten önce 12. yılda (M.610) peygamberliğini ilan edip Kuran ayetlerini okumaya başladı. Tarihleri boyunca devlet olmayı başaramadıklarından Arap Yarımadası’na dağılmış kabileler, onun mensubu olduğu Kureyş Kabilesi’nin takınacağı tavrı beklemeye başladılar; Kureyş kabul ederse, o gerçekten peygamber olabilirdi.
Mekke’nin Fethi’nden sonra kabileler akın akın Medine’ye gelip İslam’a girdiler. Bu olay, Nasr Suresi’nde şöyle anlatılır:
“Allah’ın yardımı gelip fetih gerçekleştiğinde; Ve insanların akın akın Allah’ın dinine girdiğini gördüğünde; Rabbine hamdederek şanının yüceliğini dile getir ve O’ndan af dile; şüphesiz O, tövbeleri çok kabul edendir. ” (Nasr Suresi; Ayet: 1 -3)
İslam’a giren Arap kabilelerinden biri de Benî Mustalik kabilesiydi.
Hz.Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bir gün sahabelerden Velîd b. Ukbe’yi Benî Mustalik kabilesinin zekât vergisini toplamak üzere görevlendirdi.
Zekat tahsildarı Velîd, yolda karşılaştığı birisinden Benî Mustalik kabilesinin savaşmaları için Medine’ye silahlı bir grup gönderdiğini öğrendi.
Velîd, bu habere hemen inandı. Benî Mustalik’in Hz.Peygamber sallallahu aleyhi veselleme savaş açtığını düşündü; kaygılanıp paniğe kapıldı. Hızla Medine’ye geri döndü ve Hz.Peygamber sallallahu aleyhi veselleme gelişmeyi anlattı.
Hz.Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de haberin doğru olup olmadığını araştırmak ve gereğini yapmak üzere Hâlid b. Velîd’i gönderdi.
Hâlid kabileye yakın bir yerde konaklayarak durumu araştırdı. Benî Mustalik’in adamlarının ezan okuyup namaz kıldıklarını, İslâm’a bağlılıklarının devam ettiğini tespit etti. Medine’ye dönüp durumu Hz.Peygamber sallallahu aleyhi veselleme haber verdi.
Sonunda Benî Mustalik’in adamlarının, zekât tahsildarı geciktiği için durumu öğrenmek ve zekâtı kendi elleriyle Hz.Peygamber sallallahu aleyhi veselleme teslim etmek üzere yola çıktıkları anlaşıldı. (Müsned, IV, 279; Kurtubî, XVI, 296 vd.).
Tarih kitaplarında, tefsir kiataplarında ve nüzûl sebeplerini anlatan kitaplarda bu olay ayrıntılı bir şekilde nakledilmektedir. (Kur'an Yolu Tefsiri; Cilt: 5, Sayfa: 89-90) Hakkında ayet bulunan, Asr-ı Saadet’te yaşanmış, her dönemde Müslüman aydınların konuştuğu, üzerine derinlemesine düşünülmüş bir tarihi olaydır bu.
Kısaca Velîd b. Ukbe’nin yalan haberle hareket etmesi olayına Kur’an-ı Kerim’de değinilmiş ve Müslümanlar haberleşmede sorumlu davranmaları konusunda açıkça uyarılmıştır:
“Ey iman edenler, eğer bir fasık, size bir haber getirirse, onu 'etraflıca araştırın'. Yoksa cehalet sonucu, bir kavme kötülükte bulunursunuz da, sonra işlediklerinize pişman olursunuz.” (Hucurat Suresi; Ayet: 6) Tebeyyün etmek, Osmanlıca sözlüklerde “ortaya çıkarmak”, “doğru anlamak” şeklinde tanımlanmaktadır.
Âyetten çıkan genel hüküm, “durumu bilinmeyen”, “yabancı” veya “yalancı, günahtan çekinmez” olarak tanınan kimselerin verdikleri haberlere ve bilgilere güvenilmemesi, bunlara göre hüküm verilmemesi, harekete geçilmemesidir.
Ayette haberin kaynağının önemi vurgulanmakta ve güvenilmez kişilerin getirdikleri haberleri, doğruluğunu araştırmadan kabul etmenin yanlış olduğu açıklanmaktadır. Ayrıca haberi yorumda dürüstlüğün önemi de altı çizilmektedir. Dolayısıyla hükmü geneldir, her zaman ve mekânda geçerlidir.
Sosyal ve hukukî hayatın düzenli yürümesi, haksızlık ve huzursuzlukların önüne geçilmesi bakımından çok önemli olan bu tâlimatın vahyedilmesi üzerine Müslüman ilim adamları ve düşünürler, eğitimden iletişime, ticaretten siyasete geniş bir alanda haber verme sorumluluğunu açıklamışlardır.
Bu ayet, İslam’da bilgiye dayalı davranışın esas alındığını ortaya koymaktadır.
İslam toplumuna, kültürün kuşaktan kuşağa aktarılması demek olan eğitimde iyi öğretmen yetiştirme sorumluluğu yüklenmektedir. İslam medeniyetinde yüksek eğitim diplomalarında, Hz.Peygamber sallallahu aleyhi veselleme varan ders alınan hocalar zincirine yer verilmiştir; kimin kimin öğrencisi olduğu bellidir.
Ayrıca bu ayet, Müslüman devlet adamlarına içeride ve dışarıda ciddi istihbarat çalışması görevi yüklemektedir.
Kur’an-ı Kerimin anahtar kavramlarından olan fâsık, “dinin emirlerine uymayan”, “günahkar” ve “yoldan çıkmış” demektir. Yalan haber taşıyan kimse de bu fasık kavramına dahildir. Kısaca yalan haber yapmak, büyük günahtır; yalan haber yapanların tevbe etmeleri, helalleşmeleri gerekir. Traj, reyting ya da şöhret amacıyla fitne, fücur ve fesad çıkarmak için yalan haber yapmayı adet haline getirenler fasıktır.
Hz. Peygamber’in ashabı genel olarak doğru, dürüst, takvâ sahibi insanlar olarak kabul edilmişlerdir. Buna göre âyette geçen fâsık kelimesi, Velîd’in değil, ona yalan haberi taşıyan meçhul kişinin niteliğidir. Velîd’in paniği, araştırmadan yorumlaması ve aceleciliği onaylanmamaktadır.
Bu Kur’an-ı Kerim ayeti, genel olarak iletişime, özelde de modern bir meslek olan gazeteciliğe haberde doğruluk ve yorumda dürüstlük ilkesini getirmektedir. Ayette İslami olmayan yayın kuruluşlarını bilinçsizce takip etmek Müslümanlara yasaklanmaktadır. Müslümanlar, karanlık odakların ve düşmanlarının propagandaları, algı operasyonları karşısında uyanık olmak zorundadır.
Güvenilmez kaynaklardan ya da yabancı haber ajanslarından alınan haberi hiç araştırmadan almak, yayın organlarına olduğu gibi koymak ya da bunları okuyup inanarak hareket etmek büyük vebaldir.