Mustafa Yürekli
Mustafa Yürekli
HABER7 YAZARI

Batılılaşma çözülmesi durdurulmalı

GİRİŞ 28.03.2023 GÜNCELLEME 29.03.2023 YAZARLAR

Toplum denilen ilişkiler ağı,  değişik grupları ve kültür öğelerini içerisinde barındıran geniş bir sosyal sistemdir. Dolayısıyla toplum içerisinde her zaman hem bireysel farklılıklar hem de farklı gruplaşmalar ve farklı düşünceler vardır.

Toplum yapısı, ne sürekli değişen (akışkan) ne de donuk, yekpare kalıplaşmış çok sıkı bir dayanışmaya sahiplik özelliği gösterir. Toplum, bütünleşme ve çözülme kutupları arasında gerilim halindedir. Toplum, düzen içinde değişmek, kısaca planlı bir şekilde yenilenmek ihtiyacı içindedir. Sosyal yapı yenilenemezse, bağlar zayıflayıp koparak çözülmeye başlar..

Bu yazıda, toplumumuzun travmatik deprem kayıpları ve kahramanca dayanışmasına denk gelen ramazanda, sosyal değişmeyi irdelemeye çalışacağım.

DEVLET VE DÜZEN İHTİYACI

Sosyal hayatın temelinde aynı dünya görüşüne, aynı varlık tasavvuruna, aynı düzen düşüncesine sahip olma bilinç düzeyi, kısaca aynı kültür ve medeniyete sahip olma iradesi, ‘birlikte yaşama bilinci’ vardır. Dolayısıyla toplumda farklılık kadar birlik, bütünlük ve düzen de önemlidir.

Canlılar dünyasında birbirine muhtaç, dayanışmak zorunda olan  türler arasında, ‘çatışma’ ve ‘imha’ davranışı veya ‘farklı olanı ortadan kaldırma’ değil, tam tersine birbirlerini ‘diğer türler’e karşı, uygun olmayan tabiat şartlarına karşı koruma prensibi vardır. İnsanlar, fizik ve sosyal çevre içinde sık sık birbirlerine bağlı olma, muhtaç durumda bulunma vaziyeti gösterirler. İnsanoğlu ancak aynı istikamette işbirliğine ait kuvvet içinde güçlü ve güçlü olduğu oranda da düzenli ve yaratıcı olabilmektedir. Birlik, güvenlik, düzen, barış ve huzuru sağlayan bu büyük güç, elbette devlettir.

Sosyal bağlar, topluluk bağları, yakınlıklar üzerinden kurulan bağlardır. Dolayısıyla toplumda, farklılıktan ziyade yakınlıklar, birlik ve beraberlikler toplumun varlığı ve devamı açısından çok önem arz eder. Bir toplumun farklı parçaları, bir bütünün parçası olduklarının bilincinde olmak zorundadırlar. Birlik bilincini, ortak değerler, yani kültür sağlar.

Toplum içerisinde farklılaşmaların ve küçük alt grupların oluşması kaçınılmazdır. Küçük alt gruplar, ondan daha büyük olan, onu kapsayan ve kuşatan, büyük grubun (toplumun) değerlerine ve nihai gayesine uygun düşecek şekilde değer ve gayelerini ayarlamak durumundadırlar. Bir kültür, alt kültürlerin canlılığına muhtaçtır. Alt kültür, bozulup yozlaşırsa karşıt kültür haline gelmektedir.

BATILILAŞMA ÇÖZÜLMESİ DURDURULMALI

Toplumu kuran kültürle sağlanan ilişkilerde sosyal mesafe, ayar, nizam ve ahenk olmazsa; toplum, bir arada barış içerisinde varlığını sürdüremeyeceği gibi, ulaşılması gerekli görülen ortak hedefe de varamaz.

Her toplum, grup ya da insan birlikteliklerinde, elbette çeşitlilik ve farklılıklar mevcuttur. Örneğin, insanların boyları, renkleri, vücut yapıları ve kavrama kabiliyetleri gibi bir takım tabii farklılıklar söz konusudur. Bunlar, doğal, fizik, biyolojik, etnik, psikolojik farklılıklar olarak, bir grubun ya da toplumun birliğine zarar vermezler ve onun için bir tehdit oluşturmazlar. Ama farklılıkların kültürel boyutta olması ve sürdürülmesi bir takım tartışmaları ve problemleri de beraberinde getirmektedir.

Kültür, inanç, düşünce, duygu ve davranış bütünlüğüdür; o birlik bilincidir. Kültür içindeki alt kültürler birbirleriyle uyumluysa, ana kültürden ve birbirlerinden  besleniyorsa ya da alt kültürler kültüre katkıda bulunuyorsa o kültür canlıdır. Kültür, karşıt kültürle çatışmasında, alt kültürden destek alamayınca çöker. Toplumun birlik, düzen ve yenilik ihtiyacının karşılanmasından aydınlar sorumludur.  Gerekli ve yeterli aydın yetiştiremeyen toplumlar varlıklarını sürdüremezler.

Bir toplum içerisinde birbirinden kopuk, birlik duygusundan yoksun, birbiriyle çekişen, genel bir plan ve programdan yoksun, yüzlerce hizbin veya partinin oluşması, hem aydının yetersizliğini ve güçsüzlüğünü gösterir hem de doğal olmayan ve dolayısıyla toplumun varlık sebebiyle çelişen bir durumdur.  Toplumumuzda ayrımcı, hizipçi ve ırkçı farklılaştırmalar dile getirilmekte ve bunlar çoğu kez demokrasi, çağdaşlık ve küreselleşme gibi kavramlarla kutsanıp yüceltilmektedir.

Ülkemizde iki asırdır, yakın tarihte ardışık Tanzimat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinde toplum içerisinde bazı kültürel öğelerden hareketle, farklılık adı altında farklılaştırma ve doğal olmayan farklılaşma talepleri dile getirilmektedir. Bu fikirlerin büyük çoğunluğu, büyük İslam toplumun, devleti kuran ana kafilenin değerlerine ve nihai gayesine uygun düşmeyecek, onu tehlikeye atabilecek fikirler olarak karşımıza çıkmaktadır.

Cumhuriyet döneminde modernleşmeye maruz kalmış; milletimiz, Batılılaşma sürecinde dikey ve yatay  bölünmelere maruz kalmıştır. Alevi Sünni farklılaşması, Müslüman Laik (gayrimüslim, kozmopolit, kripto) farklılaşması, inanç farklılaşması dikey bölünmeyi oluşturmaktadır. Bir de Türk Kürt farklılaşması şeklinde etno seküler yatay bölünme vardır; daha doğrusu tarihin getirdiği bu farklılıkları Batılılaşmayla çatışma ve sosyal çözülme boyutuna taşınmıştır.

İşte burada, toplumdaki farklılıkların, farklı fikirlerin ve kültürel öğelerin yeri, önemi, sınırları ya da sınırsızlıkları nedir? Farklılık ile farklılaştırma arasında ne tür bir fark vardır? Toplum farklılaşarak mı yoksa bütünleşerek mi yoluna devam eder? Bir toplumda birleştirici ve müşterek olanın yeri ne olacak ve ona nasıl vurgu yapılacak?

Bu soruların cevabının aralanması ve bu tür soruların sosyal değişme, sosyal gelişme, sosyal bütünleşme ve sosyal çözülme bağlamında ele alınıp tartışılması önemlidir. Çünkü bir an önce Batılılaşma çözülmesi durdurulmalıdır. Birkaç yazıyla, bu problemi, sosyal bilimlerin ışığında irdelemeye çalışacağım.

YORUMLAR İLK YORUM YAPAN SEN OL