Mustafa Yürekli
Mustafa Yürekli
HABER7 YAZARI
TÜM YAZILARI

Mabetten agora ve meclise temsil meselesi

GİRİŞ 24.06.2023 GÜNCELLEME 27.06.2023 YAZARLAR

Tarihe bakınca yönetim yerinin mabetten agoraya, oradan da meclise geçtiği görülür. Mabet ve meclis, biçim olarak değil de ruh olarak ele alınınca, alınan kararların niteliği açısından değerlendirilince, meclisin de adalete hizmet edebileceği görülür.

Mabet ile agora farkını merkeze alarak siyaseti değerlendirecek olursak yönetim olgusuna yeni bakış açılarıyla bakma imkanı yakalarız. Mabetteki canlılık, uyanıklık, çalışkanlık, erdem ve adalet kaygısı agoranın günümüzdeki son şekli olan meclise taşınabilir mi? Soru bu aslında.

MABET’TEN DİVAN’A

Medeniyetimizde mabet ve divan denilen toplantı biçimleri vardır.

Hz. Peygamber sallahu aleyhi vesellem mabette, Mescid-i Nebevi’de halkla toplantılarını yapardı; mabet, hem eğitim öğretim alanıydı hem de yönetim yeri, yüksek karar organıydı. Mabedin hem ilmin hem de devletin zirvesi olması, siyasetin ilimle temellendirilmesinin bir sonucuydu. Kararların niteliği, araştırmalarla hakikate uygun, doğru seçeneklerin bulunması ve en güzelinin uygulanması çabasına bağlıdır.

Yönetim, daha sonra mabetten divana geçti. İslâm dünyasında divanı ilk defa Hz. Ömer Irak, İran, Cezîre, Suriye, Filistin ve Mısır’ın fethiyle birlikte İslâm devleti hâkimiyeti altına giren gayri müslimlerin verdikleri ve fey adı altında toplanan cizye, haraç ve ticaret malları vergileri sonucunda artan gelirleri müslümanlara dağıtmak üzere divan teşkilâtını kurdu. Emevîler ve bilhassa Abbâsîler zamanında, başta askerî ve malî sahalar olmak üzere çeşitli devlet hizmetlerine bakan müesseselere dinvan ismi verildi. Divan, medeniyetimizde politik olarak yüksek düzeydeki devlet adamlarının kurduğu büyük meclis demektir. Divan, devlet idaresindeki idari, yargı, maliye, askerlik ve yönetimle ilgili işleri yürüten kurul ve dairelere verilen isimdir. Divan, kısaca devlet hizmetlerin yerine getirilmesinde kullanılan defterlere (kuyûdât defterleri), bunların ve devlet memurlarının bulunduğu yere verilen isimdir. 

Divan kelimesi Farsça’da “şeytanlar” mânasına gelmektedir; kâtiplere devlet işlerini çok iyi bildikleri, gizli ve açık her şeye çabucak vâkıf oldukları, dağınık ve karışık hesapları kolayca toparlayabildikleri için bu mânaya delâlet etmek üzere “divan” denildiği nakledilmektedir. Zamanla kâtiplerin oturduğu yere de bu ad verilmiştir.

Divan-ı Hümayun, Osmanlı İmparatorluğu'nda 15. yüzyıl ortalarından 17. yüzyılın yarısına kadar en önemli yüksek karar organıydı.

Mabetten divana geçişte değişmeyen şey, üst düzey devlet adamlarının, meseleleri, erdem ve adalet çerçevesi içerisinde görüşmeleri ve karara bağlama çabalarıydı. Kısa ara dönemler olsa da İslam tarihi, emniyet, hürriyet ve adaleti sağlayan yönetimlerin tarihi oldu. Mabetten divana geçişte mekan ve toplantı şekli değişmiş ama değerler korunmuştu; her şey İslam idealine, ahlakına ve hukukuna göre yürütülüyordu.

Osmanlı devleti, 1876 yılında, Meşrutiyet yönetimine divandan meclise geçilerek başladı. Batı etkisi, hatta İngiliz dayatması olan Meşrutiyet meclisi, gayrimüslimlerin ve azınlıkların hakimiyetindeydi; devleti 1878 Rus savaşına soktu. Kısaca Meclisli yönetime geçildi ama kötü bir başlangıç yapıldığından Sultan Abdülhamit tarafından hemen kapatıldı.

Fakat Milli Mücadele’yi meclis yönetti. Cumhuriyet tarihi de mecliste alınan kararlarla yazıldı. Meclise yakından bakmanın ve yakın siyesi tarihi meclis odaklı değerlendirmenin vakti geldi..

AGORA’DAN MECLİS’E

Tarihe bakınca, meclise agoradan geçildiği; Yunan şehir devletlerindeki agora, meclisin, dolayısıyla modern demokrasinin dayandığı temel olarak görülüyor.  Agora, Antik Yunan kentlerinde, toplantı alanı, pazar yeri, konuşma alanıydı; şehirle ilgili politik, dini, ticari her türlü faaliyetin gerçekleştiği, tüm kamu binalarının etrafında sıralandığı, halka ait geniş açık alandı. Agora, kentin ortasında ya da liman yakınında bulunmakta olup, etrafı dükkânlar, sütunlar, heykel ve ağaçlarla çevrilirdi. Agora Helenistik dönemde şekillendi; Roma İmparatorluğu’nda ortaya çıkan ‘forumlar’ın öncülüydü.

İlk agoralar şekil olarak son derece basit olup, bir kürsü ve oturma yerleri bulunan mekanlar coşkulu konuşmalara sahne olmaktaydı. Dini içerikli şenlikler ve tiyatro gösterileri de ilk zamanlar agorada düzenleniyordu. Anadolu’da Pergamon (Bergama) ve Nysa agoraları Helenistik, Aizanoi, Asos, Ephesos (Efes) agoraları Roma döneminden kalmadır.

Şehir devletlerindeki konsey ile halk, agora denilen meydanda buluşup gelecekleriyle ilgili kararlar alıyorlardı. Mabet, vahiy temeli üzerine yükseliyordu, agora akılla temellendiriliyordu. Agoralar, gücü yeten yetene yaşamanın ortaya çıkardığı, güçlülerin sözünün geçtiği pagan dönemi cahiliye kurumlarından biridir.

Fakat nüfus artıp agoralar bu yükü artık kaldıramaz olunca “temsilî adalet” denilen ve meclislerde halkın temsilci olarak belirlediği kişilerle haklarını aradıkları yeni bir düzen ortaya çıktı. Meclisler de akılla temellendirildi.

Doğu’daki toplumların da -doğası gereği farklılıkları olsa da- bir kabile meclisi vardı ve orada her aile doğrudan temsil ediliyordu. Kabile meclisi de vahiy ve gelenek ile temellendiriyordu kendini.

İnsan, var olduğu günden bu yana birlikte yaşadıklarıyla arasındaki ilişkileri düzenlemek ve kendi payına düşeni hakkıyla alabilmek için çeşitli sosyal yapılar geliştirdi. Adalet sitemleri kurdu. Vahiy akıl dengesini kuran İslam medeniyetinde siyaset ilimle temellendirildi, hizmet, emniyet ve dayanışma sağlandı.

ADALET SİSTEMLERİ

İslam tarihinde Hülefa-i Raşidin dönemi de dahil Asr-ı Saadet dışında yöneticiler en başta kendi egosunu ve çıkar karşısındaki zaafını yenemediğinden bazı dönemlerde mutlak bir adalet dengesi yakalayamadı.

Fakat insanlık tarihine bakınca, Roma’da olduğu gibi hukuk kuralları uygulansa bile, ülkelerde adaletsizliklerin önüne bir türlü geçilemedi. Ne kadar acıdır ki insan, düşünerek kötülük yapma ya da suç üretebilme kapasitesini her zaman kanunları aşabilmek için kullandı/kullanmaktadır.

Yönetimlerde yapılan en yaygın yanlış şudur: Toplumun genel menfaatini gözetmek adına ortalama alınarak total bir dengenin belirlenmesi.. Ortalamaya göre yapılan her hesap, hem yükü, hem de yükün emanet edildiği kişileri ezmektedir.  Toplumun zayıf bireylerini hesaptan çıkaran her ortalama, ne yazık ki bütün toplumu tehdit eden potansiyel tehlikeleri gizler, görünmez yapar. Meclislerde yeteri kadar temsil edilemeyen ve gözden kaçan her birey, toplumun en zayıf halkasına dönüşür.

Her detaya ve her noktaya ayrı bir değer atfederek, her bir bireyi potansiyel bir değer olarak hesaplamak suretiyle değerlendirmek zorunda insanoğlu. Başarıların, başarısızlıkların, suçların ortalamasını almak belirli bir ipucu verse de her bir “tek”in her şeyini veremeyeceği için çok şeyin gözden kaçmasına sebep olur. Hz.Peygamber sallahu aleyhi vesellemin, “Yürüyüşünüzü en zayıf olanınıza göre ayarlayın.” hadisi, zincirin kuvvetinin en zayıf halka kadar olduğunu ifade etmektedir.

Ortalamanın kapattığı ve kararttığı detaylara kör ve bigâne kalınamaz. Karar anları dışında adaleti korumak için gözlerin dünyaya açık olması ve her detayın takip edilmesi çok önemli.

MİLLET VE VEKİLİ

Kapalı kapılar ardına geçtikten sonra nasıl bir hafıza ve zihniyet ile hareket edileceği çok önem arz ediyor. Seçilip meclise geçtikten sonra, seçilenler gözden ırak oldu diye gönülden de ırak olabiliyor, yani gözü kapattıktan ya da perdenin arkasına geçtikten sonra arkada kalanlar unutulabiliyor.

Mecliste problem alanlarına ilişkin komisyonların kurulması ve bilgi toplama, böylece meclis çalışmalarında yol kesenlere, yol tıkayanlara, millet düşmanlarına, özgürlük katillerine fırsat vermemek üzere, pür dikkat mesafe almak zorunda, adaletin güvencesi olan Meclis ve milletvekilleri.

Ve elbette her milletvekili gözlerini dört açmalı ve dünya ile arasına duvarlar örmemeli. Partiler, milletvekili listesini oluştururken, akademisyenlere, düşünürlere ve yazarlara yer vermeli. Çünkü meclis, ördüğü duvarların arkasındaki özgürlüğünü de koruyamaz hâle gelir.

Tıpkı aileler gibi devletlerin güvenlik ve özgürlük de kendi sınırlarının dışında başlar. Dışarıda başlayan yangına duyarsızlık, kendine ait olan mekanı da yakar.

Yönetim işlerinde tembellik, ihmal, sorumsuzluk, sonunda temsili de kalıcı olarak kaybeder. Seçmen, milletvekilinden daha çok uyanık olmalıdır ve aydınların çevresinde toplanıp harıl harıl çalışmalıdır yönetim işlerinde. Üniversitenin ve medyanın, kısaca aydının pozisyonu ve çalışmaları ülkenin kaderini belirleyecek kadar önemlidir bu yüzden. Toplumun aydınlığa çıkması ve sağlığını koruması aydına bağlıdır.

Mabet, divan, kabile meclisinde ya da agorada başlayan aktif hak arama mücadelesi, temsilciyi, milletvekilini takiple devam etmek zorunda. Nasıl temsil edildiğini ferasetle takip etmeyenlerin sonu, Meclis’te alınan kararlar, yapılan yasama çalışmaları ve denetim konularında hayal kırıklığına uğrayacaktır. Meclis’teki siyaset, Allah’a, hakikate ve millete saygılı olmalıdır.

Zira temsil, var olmanın göstergesidir, kanıtıdır. Temsil eden ve edilen, erdem temelinde hareket edip adaleti ayakta tutmaktan sorumludur; bunu başarmaya bağlıdır varlığını yenileyerek ve geliştirerek sürdürmek. Kötü temsil, bağımsızlık ve özgürlükten eder; toplumun karanlığa düşmesine ve kaosa yol açar.

YORUMLAR İLK YORUM YAPAN SEN OL