Toplum mühendisliği, nüfus ve çözülme
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) açıkladığı ülkenin güncel nüfus verilerine göre 2020 yılı sonu itibarıyla Türkiye’nin nüfusu 83.614.362’ye ulaşmış görünüyor. Sosyal bilimler için nüfus, sadece sayılardan ibaret değildir. Tam aksine nüfus, kültürel, sosyal, tarihi, ekonomik ve politik pek çok olguya işaret eden bir tür sosyolojik haritadır.
Nüfus meselesi, Türkiye’nin gündemine daha çok Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘üç çocuk tavsiyesi’ ile yeniden girmiş bulunuyor. Modern kültürle yetişmiş Batıcı kesimler tarafından tuhaf karşılanan nüfusu çoğaltma amaçlı bu tavsiyeyi sosyal bilimler duymuyor ve bir açıklama getirmiyor..
Türk modernleşmesinin gerilimi ve Batıcı politik tercihler, nüfus meselesine derin izlerini taşımıştır her zaman. Mesela nüfusu artırmak ile radikal biçimde azaltmak ya da nüfusu teşvik ile kontrol etme politikaları, aynı süreçte uygulanabilmektedir. Dolayısıyla bu politikada kırılmalar ve süreklilikler bir arada bulunmaktadır.
Nüfus, aslında tarihsel bir olgudur; ne var ki modernleşmeyle birlikte Batıcı politik tahayyülün konusu olmuştur. Demografi ve istatistik, sözkonusu tahayyülün iki anahtar kelimesidir. Demografi, nüfusun yapısı, nitelikleri, miktarı gibi veri/bilgi üreterek; istatistik de veri toplama ve sınıflandırma anlamını modernleşmeyle; 19. yüzyıl başlarında kazanmıştır. Modernleşme sürecin en önemli özelliği, ulus devletlerin birbirlerine yönelik algılarında ne kadar nüfusa sahip oldukları ve bu nüfusun hangi etnik gruplara ne ölçüde bölündüğü kriterinin öne çıkmış olmasıydı. Dolayısıyla hem nüfus hem de etnisite meselesi modernleşmeyle birlikte ulus devletlerin en önemli işlerinden biri haline geldi.
Modern bir devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti, bütün bu genel eğilimin izlerini taşımıştır. Cumhuriyetin ilanını takip eden 1920’li yıllarda Türkiye’nin nüfusu hakkında spekülasyonlar üretildi. Mussolini, Türkiye nüfusunun 6 milyon; Fransa Dışişleri Bakanlığı 8 milyon olduğunu ve bu nüfusun yalnızca 1,8 milyonunun Türk ırkından gelmiş olabileceğini tahmin etmişlerdi. Her dönemde dünya güçlerinin Türkiye’yi yakın takibe aldığı ve müdahalede bulunmak için fırsat kolladığı bilinmektedir. Bugün dünya sistemiyle birbirine bağlanmış ulus devletlerin yönlendirilmesinde etnik ve dini yapı açıktan kullanılabilmektedir.
1927’de yapılan ilk genel sayımda nüfus miktarının 13.648.270 olduğu tespit edilmişti. Bu sonuç sevinçle karşılanmış, nüfus bayramı adı ile yeni bir ulusal bayrama karar verilmişti. Cumhuriyet Bayramı ile birlikte Nüfus Bayramı da kutlanmıştı. Hatta sayım sonuçlarının resmen açıklanması, özellikle Cumhuriyet’in 4. yılına denk getirilmişti.
1927’de yapılan ilk nüfus sayımda nüfusun % 80’ni köyde, % 20’si şehirde görünüyordu. Yaklaşık yüz yıl sonra 2020’de yapılan nüfus sayımında nüfus 83.614.362’ye ulaştı; artık nüfusun % 20’si köyde, % 80’ni şehirde görünüyor.
Ülkeye medeniyet değiştirme dayatıldı; merkezde İslam yasaklanıp yeniliklerle Batı kültürü egemen hale getirildi. İslam, eğitimden, yargıdan, ekonomiden ve politikadan sökülüp atıldığı için köylere çekildi. Nüfus planlı bir şekilde çoğalırken köyden şehre göç ettirildi. 1950 sonrası köyden şehre inen İslam, ‘halk İslamı’ idi, folklorik dindi; medreseler kapatıldığından ilmi din, şehirli Müslüman üç kuşakta İstanbul’da bile yok edildi. Köyden şehre inen, asosyal ve apolitik Müslüman çocukları, imam hatiplerde ve ilahiyat fakültelerinde modernleştirdiler; statükoya uyumlu hale getirildiler. Cumhuriyet dönemi din adamları, kendi çaplarına göre anlayıp anlattılar; toplum yazılı dinden uzaklaştırıldı, sözel din ön plana çıktı.
1960’lı yıllarda pek çok başka alanda olduğu gibi nüfus politikası alanında da yeni politik tercihler yapıldı. Nüfusu artırmak, sözde güçlü devlet olmanın bir kriteri olmaktan çıktı.. Ne kadar çok nüfusunuz olduğu değil de kişi başına ulusal gelirinizin ne kadar olduğu, nüfusun ne kadarının eğitimli olduğu gibi yeni kriterler geçerliydi artık. Dolayısıyla Beyaz Türk nüfusunu artırırken, Müslümanlar için nüfusu artırmak değil, mümkün olduğu kadar artma hızını yavaşlatmak daha önemliydi. Bu dönemde nüfus planlaması ilk defa Birinci 5 Yıllık Kalkınma Planında ele alındı. Orta doğurganlık seviyesinde belli bir büyümede karar kılındı. 1965’te Sağlık Sosyal Yardım Bakanlığı bünyesinde Nüfus Planlaması Genel Müdürlüğü kuruldu. Bundan sonra ellerinde çantaları ile sağlık görevlilerinin özellikle nüfus artışının hızlı olduğu coğrafyalarda korunma tedbirleri üzerine bireysel/toplu eğitimleri başladı. Türkiye artık türlü yollarla nüfus artışını engellemek için yeni dil ve araçlar inşa etmekteydi. TV’lerde, eğlence programlarında başlıca temalardan birisi çok çocuk doğuran kadınlar, eşleri ve aileleriydi.
Nüfus planlaması konusunda toplumun tavrı nettir: Dindar, muhafazakar ve milliyetçi kesimler nüfusu frenlemeye yönelik sözkonusu yeni politikaya karşı çıktılar. Beyaz Türkler ve Batıcı çevreler ise Batı ile entegrasyon politikasını benimsemiş ve bu kapsamda yeni nüfus politikasını desteklediler. Bu ülkeyi Avrupa Birliği’ne Türksüz, Kürtsüz ve Müslümansız bir ülke olarak almak istiyorlar..
Bugünkü nüfus sayımlarında (dijital ortamın getirdiği kolaylıkların da etkisiyle) ilgi çekici sosyolojik olguların izleri görülebiliyor. Mesela merkezi yönetimin, nüfus artışını teşvik eden spesifik söylemine rağmen son veriler, 2019’da binde 13,9 olan nüfus artış hızının, binde 5,5’e düştüğünü; Cumhurbaşkanı’nın, en az üç çocuk yönündeki tavsiyesinin toplumsal bir kabul görmediğini gösteriyor. Beyaz Türkler ve güdümüne giren kesimler nüfuslarını artırmaya devam ederken, üzerinde toplum mühendisliği uygulanan Müslüman nüfus gittikçe azaltılmaktadır. Buna ailenin çöküşünü de ekleyince, toplum mühendisliği olarak nüfus planlaması yapıldığı apaçık görülüyor.
-
hulya 2 yıl önce Şikayet EtNüfus 13 milyondan 83 milyona çıkarken toplum çözüldü, insanınız yabancılasti Batılılaşma bu isteBeğen Toplam 1 beğeni