Mustafa Yürekli
Mustafa Yürekli
HABER7 YAZARI
TÜM YAZILARI

Anayasa, hukuk ve yargı problemi

GİRİŞ 01.08.2023 GÜNCELLEME 02.08.2023 YAZARLAR

Abdullâh b. Ömer (r.a.) bir grup arkadaşıyla Medîne çevresindeki bir yere ziyarete yolculuğuna çıkmıştı. Yolda bir ağacın altında namaz kıldılar, sonra da sofra kurdular. Bu sırada yanlarına bir koyun çobanı geldi ve selâm verdi. İbn Ömer onu sofraya buyur etti. Çoban oruçlu olduğunu söyledi.

İbn Ömer çobanı denemek için sürüden bir koyun satın almak istedi. Kesip etinden de bir miktar kendisine iftarlık bırakacaklarını söyledi. Çoban da sürünün efendisine ait olduğunu, kendisinin sadece onun koyunlarını gütmekle görevli bir çoban olduğunu söyledi. İbn Ömer: “Kayboldu” dersin, efendin nereden bilecek ki?” dedi. Çoban ondan yüzünü çevirdi ve parmağını semâya kaldırıp: “Allah da bilmiyor mu?” diye cevap verdi. İbn Ömer, Medîne’ye döndüğünde, çobanın efendisine bir elçi gönderip sürüyü ve çobanı satın aldı. Çobanı âzâd ettikten sonra sürüyü de kendisine bağışladı. 

Çobanın vicdani bir eylemle haksızlığa karşı duruşu, emanete riayet gibi ahlakın en temel değerlerinden birisine sahip çıktığı görülmektedir. Çok açıktır ki sözkonusu haksızlığa karşı çıkışın ve emanete riayet etmenin temelinde Allâh korkusu vardır. İman, onun tezahürü olan fazilet ve adalet, insanı sağlamlaştırır, güzelleştirir; toplum sağlığını da korur.

Din ve ahlâk, hukuka manevi müeyyide sağlar. Dolayısıyla hukuk, bu iki kaynağın ilkelerine dayandığı ölçüde güç kazanır. İslâm hukukunun vahye dayalı bir hukuk sistemi oluşunun önemi burada kendisini göstermektedir. Çünkü vicdan duygusunun din ile önemli bir bağlantısı vardır. Vicdan, insanın moral cephesini oluşturan din ve ahlaktan oluşan iki temele dayanır. Seküler hukuk, dini, vicdani ve ahlaki dayanaktan yoksun olduğundan güçsüzdür denilebilir.

Kur’ân-ı Kerim’in ifadesine göre Allah’ın zikrini ve uyarısını kabul etmeyip kalpleri kaskatı kesilen insanlar kötülük karşısındaki duyarlılığını kaybetmişlerdir: “Ahidlerini bozdukları için Yahudileri lânetledik ve kalplerini katılaştırdık. Onlar kelimelerin yerlerini değiştiriyorlar. Kendilerine bildirilenlerden (Tevrat) önemli bir kısmını da unuttular. İçlerinden pek azı hariç olmak üzere onlardan daima bir hainlik görürsün. Sen yine de onları affet, hoş gör. Çünkü Allah iyilik edenleri sever.”  (Mâide Suresi; Ayet: 13) Yine bir başka ayette “Allah kimin gönlünü İslâm’a açmışsa o, rabbinden gelen bir aydınlık içinde olmaz mı? Allah’ı anma konusunda kalpleri katılaşmış olanlara ise çok yazık! Onlar apaçık bir sapkınlık içindedirler.”  (Zümer Suresi; Ayet: 22) buyrulmaktadır. Dolayısıyla dini ve ahlakı bütün olanın vicdanı da güçlü ve selimdir: “Öyle değil, kendini kınayan nefse yemin ederim!”  (Kıyâme Suresi; Ayet: 2)             

Tarih boyunca dindar ve güzel ahlaklı bir Müslümanın hukuka saygılı olduğu görülmüştür. Faziletli bir insanın vicdanı, haksızlık yapması halinde kendisini kınayan bir güç olarak devreye girebilmektedir. Vicdanı hiçbir şey susturamaz, manevi güçten başka hiçbir kuvvet baskı altına alamaz Maneviyat olmayınca da gerçek bir vicdan duygusundan söz edilemez.  

Gerçek manada adalete sadece vicdan hükmüne uygun kanun ve mahkeme kararıyla ile ulaşılabilir.  Hz. Peygamber sallahu aleyhi vesellem: “Müftüler fetva verse de sen kalbinden (kendinden) fetva iste” buyurmuştur. Bir başka Hadis-i Şerif’te de “İyilik, ahlak güzelliğidir, günah ise seni huzursuz eden ve başkalarının bilmesini istemediğin şeydir”48 buyurarak vicdanın vereceği hükmün önemine dikkat çekmiştir. (Müslim, “Birr”, 14, 15; Tirmizi, “Zühd”, 52) 

Hz. Peygamber sallahu aleyhi vesellem mahkemeye intikal eden uyuşmazlıklarda tarafların vicdanlarına seslenerek onları şu şekilde uyarmıştır: “Siz bana aranızdaki anlaşmazlıklar sebebiyle davaya geliyorsunuz. Belki bazınız delilini diğerinden daha iyi ifade eder (Bu sebeple ben de onun lehine hükmedebilirim). Ben kimin lehine (onun sözünü dikkate alarak) kardeşinin hakkından bir şey hükmetmiş isem, ona ancak ateşten bir pay vermişimdir. Sakın o hükümle verdiğim bu payı almasın.” (Buhârî, “Şehadât”, 28, “Hiyel”, 10, “Ahkâm”, 20; Müslim, “Akdiye”, 4; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 87; Tirmizî, “Ahkâm”, 11, 18.)  Hz. Peygamber sallahu aleyhi vesellem bu hadisiyle vicdanlara hitap ederek, ispatı mümkün olmayan haksızlıklar karşısında sadece hukuk kaidelerinin yapabileceği bir şeyin bulunmadığını ifade etmektedir.  

Hukuk, gücünü ferdî vicdanların kendisine iltihakından alır ve hukuk, tesirini, bağlayıcı ve zorlayıcı olma özelliğinden ziyade vicdanen uyulması gereken bir değerler dizisi olduğunda gösterebilir. Bir hakkı tanıyan ve haksızlığa tahammül edemeyen kafa değil vicdan ve kalptir. Bu sebeple Kur’ân-ı Kerîm “gözler değil göğüslerdeki kalpler kör olur” ifadesiyle sağduyu ve vicdana atıfta bulunur (Hacc Suresi; Ayet: 46).

Örneğin yazıya geçirilmemiş bir alacak davasında bir başka ispat vasıtası da yoksa mahkemenin bu hakkı koruması, bir başka ifadeyle alacağın ödenmesi yönünde karar vermemesi kanuna uygundur. Çünkü mahkeme ispat edilebilen hakları koruyabilir. Başka bir deyişle ispatlanamayan haksızlıkların yargı yoluyla çözümlenmesi mümkün değildir. Burada davacı haklı bile olsa hatta hâkim davacının haklı olduğunu bilse dahi iddiasını ispat edememesi hakkına ulaşmayı engeller. Dolayısıyla davacı iddiasında haklı bile olsa mahkemenin bu kararı hukuka uygundur. Fakat ahlaki olarak borçlunun borcunu ödemesi gerekir. Ahlakın ise maddi bir yaptırımı olmadığı için borcun ifası sadece davalının insaf ve vicdanına kalmıştır. Dini olarak bu borç ahirete intikal eder ve orada ödenir.

Kural ihlalleri, ispat edilememesi için genelde gizli yapıldığından ya da ispatın imkânsız olacağı biçimde işlendiğinden vicdan burada devreye girerek önleyici etki yapar, suç işlenmiş ise ikrar, itiraf gibi ispat kolaylığı sağlar, peşinden de telafi edici bir rol oynar ve sahibi açısından da davranışlarını onarıcı bir işlev görür.

Murûr-ı zaman sebebiyle mahkemelerin dinlemediği davalar kanuna uygun görülebilir. Zaman aşımından dolayı mahkemenin davayı dinlememesi hak sahibinin alacaklarını himayesiz bırakır ve bunun kanuna uygun olduğu konusunda bir şüphe de yoktur. Ancak dini-ahlaki olarak bu alacağın düşmesi söz konusu değildir ve mükellefin zimmetinde borç olarak kalmaya devam eder. Borçlu vicdanın sesine kulak vererek alacaklının hakkını eda etmediğinde borç ahiret yurdunda kurulacak büyük mahkemede sahibine ulaştırılacaktır. Hukuken kaybolmuş, ahlaken borçlunun vicdanına havale edilmiş, bununla birlikte borçlunun vicdan denilen içteki sesine kulak vermemesi sebebiyle dünyevi olarak ifa edilmemiş bir yükümlülük dinen korunmuş ve ahirete ertelenmiştir.

Hukuka ilişkin son üç yazıda şunu söylemek istiyorum: İslam’da din, ahlak ve hukuk bir bütündür. Ahlak ve hukuk, zaten birlikte hareket eder. İslam hukuku, Batı’nın dayattığı seküler hukukundan daha güçlüdür. Türkiye, devasa meselelerini Batı’nın dayattığı seküler hukukla çözemez. Dahası fakihlerin toplumun problemlerine ilgisiz ve sessiz kalmaları büyük vebaldir. Kaldı ki Türkiye’nin an önemli meselesi anayasa, hukuk ve yargıdır. Dolayısıyla bu konuda birkaç yazı daha yazmak istiyorum..

YORUMLAR İLK YORUM YAPAN SEN OL